Bu haftaki yazımda biraz gerilere gitmek istiyorum. Hayatın son çeyreğine adım atanlar çok iyi bilir: Çiçek Pasajı ve Nevizade, hayatın bir parçası, adeta gerçeğin ta kendisiydi. Çünkü orada gerçek dostlar buluşur, dertler paylaşılır, en güzel sohbetler yapılır, herkes birbirini tanır ve selamlaşırdı.
Nevizade’ye giderken hep Çiçek Pasajı’nın içinden geçerdim. Ooo, tıklım tıklım her yer! Sohbet, muhabbet yerinde… Selam vermekten elin yorulurdu adeta. Madam Anahit akordeonuyla ortalığı şenlendirir, büyük Arjantinler köpüklerini bardaklardan taşırırdı. Bardaklar bugünkü gibi değil; kulplu, hakiki bira bardaklarıydı. Oradan aldığın enerjiyle Nevizade’ye daha da coşkulu girerdin. Ayaküstü iki limonlu midye dolma atmadan geçmek olmazdı tabii.
Madam Anahit
Krepen’deki İmroz bizim mekândı ama fark etmezdi, o sokaktaki bütün mekânlar aynı kültürün, aynı lezzetin temsilcisiydi. Şimdiki gibi değil… İçeri girince her masadan bir selam, ortalık yine tıklım tıklım. Rahmetli Yorgo Okumuş’un mezeleri masada hazır, sohbet başlamış bile… Kimler mi vardı? Balıkçı Avram, Mıhlamacı Artin Usta, Sandalcı Yorgo, Kaymakçı Pando, terzilerin kralı Cemal Baba, Sandıkçı İsmail Abi ve tabii ki bendeniz.
Yorgo Okumuş
O masalar şimdiki gibi binbir türlü saçmalıklarla dolu değil, gerçek bir meyhane menüsü vardı: mermer masanın üzerinde beyin söğüş, midye pilaki, beyaz peynir-kavun, lakerda, bol soğanlı Arnavut ciğeri ve tabii ki aslan sütü… Sohbet bir başka güzeldi. O mozaiğin içinde kimin ne olduğu hiç önemli değildi, çünkü yıllardır iç içe yaşamıştık, “ben” ve “sen” olmadan.
Rebetiko ile başlayan gece ilerleyen saatlerde Müzeyyen Senar’ın şarkılarına bırakırdı yerini. Kadehler kalktığında yalnız bizim masada değil, tüm sokakta bir sessizlik olurdu. Çünkü hep birlikte “şerefe” derdik. Ama o “şerefe” sadece bir kadeh tokuşturması değil, aynı zamanda “burada konuşulan burada kalır”ın şeref sözüydü.
Finalde Yorgo Usta her masaya metvasıyla o güzelim nane likörünü ikram eder, geceyi sonlandırırdı. Sarhoş olmak değildi maksat; muhabbetin doruğuna varmaktı.
Boşuna demiyoruz: Bir zamanlar ne güzeldik…
Kalın sağlıcakla, selam olsun o güzelliklere.
Unutmayalım, asıl mesele geçmişi özlemek değil; o günlerin samimiyetini, dostluğunu ve paylaşma kültürünü bugünün hayatına taşıyabilmektir. Çünkü insanı insan yapan, sofradaki mezelerden çok sofrayı paylaşan yüreklerdir.