Mascha Schilinski'nin 'Sound of Falling'i aşırı iddialı bir drama

Film Almanya´nın Altmark bölgesindeki bir çiftlikte yaşayan, dört farklı kuşaktan dört genç kadının yüzyıllık bir zaman dilimindeki yaşamlarını, yazgısını otopsi masasına yatırıyor. Travma, sessizlik, bellek konuları bazı aşırı, sert (hatta zalim) sekanslar eşliğindeki filmin sabır gerektiren yapısı, izlenmesi yorucu anlatımıyla zorlayıcı bir yapısı var.

Viktor APALAÇİ Sanat
20 Ağustos 2025 Çarşamba

‘SOUND OF FALLING /  İN DİE SONNE SCHAUEN’

Yön: Mascha Schilinski

Sen: M. Schilinski - Louise Peter

Gör: Fabian Gamper

Müz: Michael Fiedler - Eike Hosenfeld

Kur: Billie Mind - Evelyn Rack

Oyn: Hanna Heckt - Lena Urzendowsky - Susanne Wuest - Luise Heyer - Laeni Geiseler - Lea Drinda.

  

Henüz iki film yapmasına rağmen, 41 yaşındaki Alman yönetmen Mascha Schilinski, sinemaya yeni bir soluk getirebilecek, çok iddialı bir yönetmen olarak tanınıyor. Bu yıl 78. Cannes Film Festivali’nde ‘Düşme Sesi / Sound of Falling / İn Die Sonne Schauen’ adlı filmiyle, Schilinski, Olivier Laxe’ın ‘Sırat’ filmiyle Jüri Ödülü’nü paylaştı. Bu film, Maren Ade’nin ‘Toni Erdmann’ından bu yana 2016’dan beri Cannes ana yarışmasına seçilen bir Alman kadın yönetmenin ilk filmiydi. Bu filmin dört ana karakteri için 1400’den fazla oyuncu seçmelere katılması, oyuncu seçimi sürecinin bir yıl sürmesi, Mascha Schilinski’nin iddiasının bir kanıtı. İri yarı yönetmen Cannes’daki galalarda, basın konferansında, ödül töreni gecesinde, özgüven patlaması içindeki hareketleriyle, adeta “Ben çok iddialıyım” mesajını veriyordu.

Beklentilere cevap veremiyor

Filmin uluslararası dağıtımını üstlenen MK2 şirketi filmin lansmanını şu cümlelerle yapıyor: “Sound of Falling, kadınların tarih boyunca yaşadığı deneyimleri, kuşaklar arası bağları derinlemesine ele alan, karanlık bir mizahla işlenen, çağlar boyunca yaşanan hayalet acılarından sinema yaparak, hafıza, kimlik ve zamanın şiirsel doğasını araştıran çarpıcı bir çalışma.” Filmin senaryosunda imzası bulunan Louise Peter ile Mascha Schilinski Almanya’nın Altmark bölgesindeki bir çiftlikte geçirdikleri bir yazdan sonra filmin senaryosunu yazmak için ilham almışlar. 1920’den kalma üç kadının fotoğraflarını gördükten sonra Schilinski ve Peter kadınların hayatlarının nasıl olduğunu hayal etmeye başlamışlar. Senarist ikilisi karakterleri sadece travmalarıyla tanımlamayı tercih etmişler. Filmde olay örgüsüne dayalı olaylar yerine, duygusal hafızayı tercih eden iddialı bir anlatım var.

Bu yazımda, çıtayı öylesine yükseğe çıkaran bir filmin beklentilere cevap verip veremediğini incelemeye çalışacağım. Filmin Cannes’daki basın gösteriminde, Cannes müdavimlerinin filmin basın bültenindeki övgüleri hak edip etmediğini düşünürken, projeksiyon sırasında hayal kırıklığına uğrayıp salonu terk eden izleyici sayısının çokluğu dikkatimi çekti. Filmde, Kuzey Almanya’nın Altmark bölgesinde yaşayan, dört farklı kuşaktan; 1910’lar, 1940’lar, 1980’ler ve 2020’ler olmak üzere, dört genç kadın aynı çiftlikte büyürken, zamanla yaşamları birbirine dokunuyor ve geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor. Film, yüzyıllık bir zaman diliminde dört kadının yazgısını otopsi masasına yatırma iddiasını taşıyor.

Bu sembol yüklü, izlenmesi zor, Michael Haneke’nin Altın Palmiye Ödüllü ‘Beyaz Bant / The White Ribbon’unu akla getiren filmin 20. yüzyıl başında geçen en uzun bölümü dokuz yaşındaki masum bir genç kızın gözünden anlatılıyor. Travma, sessizlik ve bellek konuları bazı aşırı, sert (hatta zalim) sekanslar eşliğindeki filmin sabır gerektiren yapısı ve parçalı, izlenmesi yorucu anlatımıyla ‘zorlayıcı’ bir yapısı var. Sembolik yoğunluğu ve soyut anlatımıyla, soğuk karakterleriyle filme ‘itici’ sıfatını yakıştırmak mümkün. Karakterlerin tümü acıyla tanımlandığı film, kişisel gelişim yerine daha çok ‘acı’ üzerinden ilerliyor. Fazla metafor ve soyut anlatım tercihi filmi anlaşılmaz hale getirebiliyor.

‘Sound of Falling’deki karakter ilişkilerinin ve duygusal bağların yeterince net olmaması, izleyicinin karakterlerle bağ kurmasını zorlaştırıyor. Film, geçtiğimiz yüzyılın farklı dönemlerinde dört genç kızın aynı çiftlik evinde, hem küresel, hem de kişisel olaylara tanıklık ettiklerini iddia ediyor. II. Dünya Savaşı ve bölünmüş Almanya’daki tarihsel arka planında masum arkadaşlıklar, derin travmalar ve ataerkil düzen altında kadınlar, hayatın sınırlamalarını yaşar. Aşırı derece kasvetli film, sistemlerin ve ailelerin bir travma ve acının nasıl kadınların hayatlarını mahvetmesine izin verebileceğine dair derinlemesine bir analiz yerine, kadınların yaşadıkları zorlukların yapmacık bir romantik tasviri.

Soğuk karakterleriyle itici film

Almanca özgün adıyla ‘İn Die Sonne Schaken’ (Güneşe Bakmak) adlı filmde, Alma, Erika, Angelika, Lenka adlı dört kadından ilki 1910’ları, ikincisi  II. Dünya Savaşı sonrasını, üçüncüsü 1980’leri, sonuncusu günümüzü temsil ediyor. Film kuşaklar arası sessiz travmalar, annelik, utanç ve aile içi baskı temalarını işliyor. Ortak kaderleri travmalar yaşamak olan dört genç kadın, çiftliğin karanlık duvarlarının ardındaki gerçeğin peşine düşüyorlar. Filmde büyük tarihi olaylar yerine bireysel acılar öne çıkarılıyor. Minimal seviyede tutulan diyaloglarıyla, anlatım büyük ölçüde görsele ve sese dayanıyor. Gözden uzak bir Alman çiftliği nesiller boyu sırlar barındırır. Onlarca yılla ayrılmış, ama travmalarıyla birleşmiş dört genç kadın, yıpranmış duvarlar ardındaki gerçeği ortaya çıkarmaya çalışır.

2 saat 29 dakikalık süresiyle ‘Sound of Falling’ bu yıl Cannes’da yarışan en uzun iki filmden biriydi. Siyah-beyaz loş görüntüleriyle, yavaş kamera hareketleriyle, film benim için seçkinin en karanlık, en iç karartıcı, en ağır atmosferli, en kapanık, en sinir bozucu filmiydi. ‘Sound of Falling’ tıpkı kasvetli ismi gibi izlenmesi zor, zaman zaman sinir bozucu olabilen bir film. Çıtayı çok yükseğe koyan, iddiasının arkasında kalmayı başaramayan bu filmin bende hayal kırıklığı yaşatmasının sebebine gelince… Festivalin ilk gününde gösterilmesine rağmen, sinema otoriteleri bu iddialı filmi Altın Palmiye’nin kuvvetli adayları arasında gösteriyor, özgün konusu ve anlatım tekniğiyle ‘Beyaz Bant’a yakın durduğunu söylüyordu.

Ancak ne yazık ki Mascha Schilinski, taklit etmeye çalıştığı Michael Haneke’nin yeteneğine sahip bir yönetmen değil. Geçmişini araştırdığımda, yolun başında sayılan, pek tanınmayan bu Berlinli yönetmenin çocuk yaşlarda oyuncu olarak sinemayla tanıştığını öğrendim. Çok seyahat ettiği yirmili yaşlarda, İtalya’da şehir şehir dolaşan bir sirkte çalışarak sihirbazlık ve ateş dansçılığı yapmış. İlk uzun metrajlı filmi ‘Dark Blue Girl / Die Tochter’ (2017) Berlin Film Festivali’nde gösterildi. Film, boşanan ebeveynlerinin tekrar birleşme kararı almalarından sonra bunu kabul etmeyen yedi yaşındaki Luca adlı bir kız çocuğunu merkezine alıyor. Birbirlerini seven, birbirlerinden kopamayacaklarını anlayan ebeveynlerini engellemek için her şeyi yapmaya hazır Luca’nın çocuksu zekâsıyla, Mascha Scilinski zehirli olmasa da, kışkırtıcı, rahatsız edici bir atmosfer yaratmayı başarıyordu. Luca bu güç mücadelesinde ebeveynlerini birbirine düşürmeyi başarıyordu. Ardından 47 yönetmenli TV dizisi ‘SOKO Köln’ün üç bölümünü yönetti. ‘Sound of Falling’ yönetmenin ikinci filmi. Bu filmin Türkiye haklarını MUBİ satın aldı, ama henüz bir vizyon tarihi belirlemedi.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün