Doğu Akdeniz´de Leviathan sahasında 620 milyar m³, Tamar´da 300 milyar m³ kanıtlanmış rezerv bulunuyor. Hala nihai istikametini bulamamış bu gazın (Socar´ın da müdahil olmasıyla) Türkiye üzerinden Avrupa´ya iletilmesi: • Rusya´ya enerji bağımlılığını yüzde 15 azaltabilir. • Türkiye´ye yılda 2–2,5 milyar $ ek gelir yaratabilir. • Enerji yatırımlarını tetikleyerek teknoloji transferini hızlandırabilir. Fakat iş birliği, siyasi dosyalarla, güvenlik kaygılarıyla ve de Filistinlilere yönelik insani mülahazalarla gölgeleniyor. Suriye´de Ankara ve Tel Aviv´in öncelikleri de çakışmıyor; Gazze´de işgalin sürmesi ve insani dram, kamuoyunda tepkiyi artırıyor, doğrudan görüşmeleri riskli kılıyor. Buna rağmen iki başkent, kapalı kapılar ardında özel temsilciler ve istihbarat kanalları üzerinden iletişimi sürdürüyor. Çünkü bölgenin gelecek enerji ve güvenlik mimarisi, Ortadoğu´nun bu başat iki ülkesi için de stratejik zorunluluk. Mehmet Öğütçü – www.yetkinreport.com
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Ancak Fidan “İsrail tarihten silinecek” demeden önce biraz durup, nefes alsaydı iyi olurdu.
Çünkü İsrail’i tarihten silme fikri, Türk dış politikasının değil, İran dış politikasının bir sonucu olabilir.
Türkiye, İsrail devletini tanıyan, diplomatik ve ticari ilişkiler içinde olan bir ülke.
Şimdi hükümetin iddiasına göre ticari ilişkiler askıda ama tersini iddia edenlerin sayısı da az değil.
İsrail devletini resmen tanıyan nüfusu Müslüman ilk ülke Türkiye oldu.
Türkiye, İsrail devletinin varlığını hiçbir zaman tartışmaya açmadı.
Filistin ve İsrail konusundaki geleneksel dış politikamız da Birleşmiş Milletler kararlarını temel alıyor.
İsrail’in bugünkü dinci faşist yönetiminin bölgedeki saldırganlığını Batı’da meşru kılan hususlardan biri “varlığını koruma kaygısının” haklı bir kaygı olduğu inancıdır.
İran’ın dinci faşist rejiminin “İsrail’i tarih sahnesinden silme” politikası, Netanyahu hükümetinin de kullandığı bir koz oldu.
Onun için Fidan’ın “İsrail tarihten silinecek” sözleri belki birkaç siyasal İslamcının yüreğini soğutabilir ama bu İsrail’in bugünkü yönetiminin tepe tepe kullanacağı bir gerekçe olur.
Fidan bunu bilinçli olarak mı söyledi, yoksa siyasal İslamcı ideolojisinden kaynaklı bilinç altının dışa vurumu mu?
Bilinçli olarak söylediyse bu sözleri, Türkiye’nin İsrail politikasının tamamen değiştiğine işaret ediyor olmalı.
Bilinç altının dışa vurumu ise kendisine hatırlatmak isterim ki bulunduğu makamda ağzından çıkan lafı, çıkarmadan önce iki üç kere tartması gerekir.
https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/israil-politikamiz-degisti-mi,51100
Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sonrasında İsrail toplumunda büyük bir travma yaşandı. Bu saldırıya karşılık olarak başlatılan operasyon, geniş çaplı bir seferberliğe yol açtı. Ancak bu süreç Gazze’de sivillerin katledildiği bir etnik temizliğe dönüşünce bazı gençler sosyal medyaya celp kâğıtlarını yırtarak savaşa katılmayacaklarını ilan ettikleri videoları yüklemeye başladı. Bu eylemler, sadece bireysel bir direniş değil; savaşın etik ve politik meşruiyetine doğrudan bir meydan okumadır. Bu grupların reddiyelerinin, temelde üç gerekçeye dayandığı öne sürülebilir:
Birinci gerekçe "ahlaki rettir". "Ahlaki ret", Gazze’de sivillere yönelik yürütülen yıkıcı askeri operasyonları reddetmek olarak ifade edilebilir. İkinci gerekçe ise, "ideolojik karşıtlıktır". Bu ise, İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığını işgal olarak gören ve bu yapıya hizmet etmeyi reddeden sol eğilimli gençleri ifade eder. Üçüncü gerekçe ise "sistem eleştirisi"dir. Askerliğin yalnızca alt ve orta sınıf gençler için “zorunlu” hale gelmesini, Haredim için ise bir tercihe dönüşmesini protesto eden sınıfsal bir karşı çıkıştır. Bu reddiyeler, askerlik kurumunun artık tüm topluma hitap eden bir “ortak zeminden” çok, devletin ideolojik dayatmalarının ve eşitsizliklerinin simgesi haline geldiğini gösteriyor. Bu gençlerin pozisyonunun, klasik vicdani reddin ötesinde, savaşın politik gerekçelerine karşı çıkışla birleşen bir direniş biçimi haline geldiğini söylemek yanlış olmaz.
…
Bugün aynı İsrail ordusu (IDF) çatısı altında, hem Gazze savaşını reddeden gençlerin hem de “Gazze’yi boşaltın” diyen yerleşimci askerlerin bulunması, ordunun sadece askeri değil, ahlaki ve politik meşruiyetinin de ciddi biçimde erozyona uğradığını gösteriyor. Zorunlu askerlik, modern ulus-devletin eşit yurttaşlık anlayışının temel taşlarından biri olarak görülür. Ancak İsrail örneğinde bu temel taş hem ideolojik hem de yapısal nedenlerle çatlamış durumda. Bu durum, askerliği ortak bir görev olmaktan çıkardığı gibi İsrail toplumunun ideolojik olarak ne kadar parçalanmış olduğunu gösteriyor ve devletin kendisini kimin üzerinden inşa ettiğini sorgulatıyor.
Bugüne kadar Avrupa halkları için İsrail, halkı soykırıma uğramış bir devletti. Bugün ise İsrailliler soykırım yapan bir devletin halkı olarak görülüyor. Bir İtalyan arkadaşım İsrail halkının İsrail yönetiminin suç ortağı olarak görüldüğünü çünkü Netanyahu’ya baskı yapacak kitlesel bir eylemin İsrail halkı tarafından organize edilemediğini söyledi. Haksız değil. Keza ülke içerisinde bu tip eylemler yapılsa da tepkiler hep cılız kaldı.
Avrupa’da ise tepkiler yalnızca sokaklarla sınırlı kalmadı. Bazı restoranlar İsrailli turistlere satış yapmadı, İsraillileri taşıyan yolcu gemileri karaya çıkarılmadı, stadyumlarda herkes Filistin adına tek yürek oldu, İsrailli sporcularının Avrupa takımlarına transferine taraftarlar karşı çıktı. Bu örnekler farklı alanlarda daha sık olarak görülmeye başlandı.
Diğer nedeni ise Avrupa’da son dönemlerde oy oranları artan aşırı sağ partilere yeni bir oy potansiyeli yaratmak istenmemesidir. Avrupalı yönetimler gerek halkların tepkileri gerekse oy korkusuyla Filistin Devletini tanıyacaklarını ilan etmeye başladılar. Bu durum İsrail için diplomatik bir çöküştür.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/soykirim-magduru-soykirimci/788535
İsrail’in bu güvenlik merkezli siyasetinin uzun vadede yalnızca Filistinlileri değil, Yahudi halkını da tehdit eden sonuçları vardır. Travmanın siyasallaşması, halklar arası bağları zayıflatmakta; kolektif kimliği içe kapanan, dış dünyaya yabancılaşan bir yapıya dönüştürmektedir. Hayatta kalma psikolojisi, sınırları yalnızca coğrafi değil; kültürel, etik ve insani düzeyde de kalınlaştırmaktadır. Bu durum, Yahudi halkının tarih boyunca geliştirdiği empati, dayanışma ve entelektüel açıklık gibi değerlerle ciddi bir kopuş riskini beraberinde getirir.
Şiddetin sürekliliği yalnızca kurbanı değil, faili de dönüştürür. Bugün İsrail’in uyguladığı baskı politikaları, Yahudi kimliğini giderek yalnızlaştırmakta, farklı halklar nezdinde artan bir soğuklukla karşılaşmasına neden olmaktadır. Bu yalnızlaşma yeni bir tehdit algısını, o algı da yeni bir şiddet sarmalını besler. Travma yeniden başlar. Bu kez yalnızca geçmişin değil, bugünün de üretimi olan bir travma…
Sonuçta elimizde, travmayı sadece hatırlamakla kalmayıp sürekli yeniden inşa eden, onu siyasal bir doktrine dönüştüren ve bu doğrultuda bir şiddet meşruiyeti inşa eden bir devlet aklı kalmaktadır. Bu devlet aklı, Yahudi halkının tarihsel haklılığını, ahlaki konumunu ve evrensel dayanışma değerlerini giderek törpülemektedir. Bu nedenle artık sormak gerekir: İsrail devleti, hayatta kalma adına gösterdiği sertlikte, Yahudi halkının diğer halklarla olan tarihsel bağlarını da koparıyor olabilir mi?
Bu soruyu sormak, antisemitizmin bir biçimi değil; etik bir sorgulamanın ta kendisidir.
https://medyagunlugu.com/israilin-hafiza-uzerinden-yuruttugu-yikim/
*Rehine aileleri değil sıradan insanların katıldığı Tel Aviv’deki savaş karşıtı protestolarda aktör Yossi Zabari, İsrail’i açıkça soykırımla suçladı. Zabari, “Bizi eylemin kendisinden daha çok korkutan kelime bu” dedi.
* İsrail’de bulunan 5 üniversitenin rektörü Netanyahu’ya açık bir mektup yazdılar: “Birçok İsrailli gibi biz de Gazze’deki manzaralardan, her gün açlık ve hastalıktan ölen bebeklerden dehşete düşüyoruz. Holokost’un dehşetini yaşamış bir halk olarak, masum erkek, kadın ve çocuklara yönelik acımasız ve ayrım gözetmeyen zararları önlemek için elimizdeki her türlü yolu kullanma sorumluluğumuz da var.”
* Awdah Hathaleen 31 yaşında bir İngilizce öğretmeniydi. Bir barış aktivisti olarak bölgeye giden herkesin tanıdığı, sevdiği isimdi. Oscar ödüllü ‘Başka Toprak Yok’ filminde rol alması onu daha da tanınır birisi yapmıştı. Bu hafta bir Yahudi işgalci tarafından öldürüldü. Hathaleen’i öldüren işgalci Yinon Levi, insan hakları gözlemcileri tarafından iyi bilinen ve Birleşik Krallık, AB ve daha önce Biden yönetimi döneminde ABD tarafından yaptırım uygulanan bir isim. Bölgede yasadışı bir tarım karakolu işletiyor. Levi, 3 gün ev hapsinde tutuldu sonra serbest bırakıldı. Katledilen Hathaleen’in akrabaları halen tutuklu durumda. Dünya üzerindeki Yahudi gruplarda etkisi bilinen İsrailli-Amerikalı barış aktivisti Mattan Berner Kadish katledilen arkadaşının ardından şunları yazdı: “İsrailliler olarak kim olduğumuz ve ülkemizin nasıl görünmesini istediğimizle ilgili olmalı. Yinon Levi ve Ben Gvir gibi insanların İsrail’in yüzü olup olmadığına karar vermeliyiz; İsrail bu hale geldiyse, binlerce yıldır hayalini kurduğumuz şey buysa, o zaman başardınız. Ama ben olmayacağım.”
* Financial Times’ın çarşamba günkü haberine göre Trump, yakın zamanda bir Yahudi kampanya bağışçısını, MAGA tabanının İsrail’e karşı cephe almaya başladığı konusunda uyardı. Trump’ın ismi açıklanmayan “önemli” bağışçıya, “Halkım İsrail’den nefret etmeye başlıyor” dediği aktarıldı.
* Dünya genelinde politikacıların ne yaptıkları değil ama sokakların ne dediği çok önemli. Kanal 12’de yayınlanan bir ankete göre, Gazze’deki savaş uzadıkça İsraillilerin yüzde 56’sı, Yahudi devletine yönelik küresel eleştirilerin artması nedeniyle yurtdışına seyahat edemeyeceklerinden korkuyor. Korku bir kere kapıdan içeriye girdi mi, arkası çorap söküğü gibi gelir. Netanyahu sadece bir soykırımcı değil halkının korku duymasına neden olan adam oldu aynı zamanda.
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ozay-sendir/netanyahuyu-silahlar-degil-ahlak-yeniyor-7419367
İsrail’in aşırı sağcı hükümetinin koalisyon ortakları, Gazze’nin idari ve askeri anlamda tamamıyla kontrol altına alınmasını talep ediyor. Nihai amaçlarının Gazze’yi Filistinlilerden arındırmak olduğunu da gizlemiyorlar. Gazze’de devam eden açlık ve susuzluk da göçe zorlamak için başka bir araç.
Nitekim İsrail ordusu, zaten defalarca yerinden edilmiş Gazzeliler için yine zorla yerinden edilme emri yayınladı bile. İsrail basını da Gazze’nin yeniden tamamıyla işgal edilmesi için planların hazır olduğuna, bazı üst düzey komutanların bu planlara itiraz ettiğine ancak İsrail Başbakanı Netanyahu’nun kararlı olduğuna dair haberler yayınlıyorlar.
Basına yansıyan haberlere göre, İsrail Gazze’yi yeniden işgal ettiğinde en az bir milyon kişi yine yerinden edilecek.
İsrail böyle bir hazırlık içindeyken Filistin’in daha fazla ülke tarafından tanınması, muhtemelen Tel Aviv’i planlarından vazgeçirmeyecek. Zira İsrail bugüne kadar diplomatik olarak yalnızlaşması nedeniyle soykırımı durdurmadı.
Ancak Filistin’i tanımak demek işgal altındaki Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te 1967 sınırları içinde bir Filistin’in kabulü demek. Bu da İsrail’in işgalinin uluslararası hukuka aykırı olduğunun bir kez daha teyidi anlamına gelecek.
1967’den beri özellikle Batı Şeria’da sürekli yerleşim birimleri kurarak Filistin’i çevreleyen ve toprak bütünlüğünü bozan İsrail’e yönelik kınama kararları ve mesajları durumu değiştirmemişti.
Bununla birlikte, Filistin'i tanıyan ülkeler, İsrail’e karşı yeni yaptırımlar uygulayabilir. Bu da tanımanın sadece sembolik olmaktan çıkarak somut adıma dönüşmesini sağlayabilir.
https://www.fayn.press/bir-vicdan-yikama-girisimi-filistini-tanimak/?ref=fayn-newsletter
Artık rahatlıkla aşırı sağ olarak tanımlayabileceğimiz İsrail Başbakanı Netanyahu, savaşı sona erdirecek bir belgeye imza atmamak için müzakerelerden kaçıyor. Çünkü bir anlaşmanın tamamlanmasının “savaş sonrası” tartışmalarını yeniden gündeme getirebileceğini ve bu durumun kendisine yönelik açılan davaların yeniden gündeme gelmesiyle sonuçlanacağını biliyor. Hamas’a taviz olarak görülebilecek herhangi bir anlaşma, onun politik hattına göre, aşırı sağın baskısıyla hükümeti çökertebilir. Netanyahu bu nedenle, gerilimi tırmandırmayı ve olabildiğince zaman kazanmayı siyasi olarak daha az maliyetli ve kolay görmekte.
Öte yandan savaşın çözümsüz devam etmesi, erken seçim çağrılarını dondurmakta ve Netanyahu’ya kartları yeniden karıştırmak için zaman kazandırmakta. Netanyahu, Hamas’ın yönetimini devirmeden ve “zafer görüntüsü” sağlamadan yapılacak bir anlaşmanın yenilgi anlamına geleceğine inandığından yüzden, müzakerelerde kullanılabilecek bir güç kartı elde etmek için çatışmayı yükseltmeyi tercih etmekte.
Maalesef Gazze’de yaşanan insanlık dışı vahşete tepki göstermek Türkiye’de bazı tarikatların kontrolündeki radikal İslamcı çevrelerin tekeline bırakılmış. Yandaş medya savunma sanayi alanında kaydedilen gelişmeleri öne çıkararak Hükümeti pohpohlamakla, muhalif kesim ise ana muhalefetin tutuklu Belediye Başkanlarını cezaevinden kurtarmakla meşgul.
Hükûmetin de saman alevi gibi parlayıp sönen öfkesi haricinde İsrail’e ciddi bir tepki gösterdiği yok.15-16 Temmuz tarihlerinde Bogota/Kolombiya’da İsrail’in soykırımına karşı çıkan ülkeleri bir araya getiren “Lahey Grubu” toplantısı sonunda ortaya çıkan eylem planını Türkiye’nin neden imzalamadığını anlamak zor. Dışişleri Bakanlığı gelen tepkiler üzerine vaziyeti kurtarmak için bir hafta içerisinde iki kez üst üste açıklama yapmak zorunda kaldı. Her ikisinde de serdedilen mazeretler inandırıcı değil. Gerekçelerden biri olarak öne sürüldüğü gibi, Türkiye esasen İsrail’e eylem planında kayıtlı önlemlerden daha ileri yaptırımlar uyguluyorsa, Bogota’da eylem planına imza atmakta ne sakınca vardı? Bir başka neden olarak dile getirilen Türkiye’nin taraf olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ilk defa karşımıza çıkmıyor. Ayrıca uluslararası hukukta sık sık atıfta bulunulan taraf olmadığımız çok sayıda başka anlaşmalar var. Çok taraflı diplomaside bu tür durumlarda pozisyonunuza halel getirmeden bir belgeyi imzalayabilmek için çekince koymak, yorum beyanı yapmak, ad-hoc imzalamak gibi türlü çeşitli yöntemler vardır.Dışişleri Bakanlığının üst yönetim kadrolarında hâlâ çok taraflı diplomasiyi çok iyi bilen diplomatlar var. Mutlaka yol gösterici telkinlerde bulunmuşlardır.
https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-gogus/filistin-i-tanimak,50963
İsrail askerlerini Gazze Şeridi'nde "savaş suçu" teşkil eden saldırılarını durdurmaya ve insani değerlerden vazgeçmemeye çağırıyorlardı...
Haberin kaynağı, The Times of Israel adlı gazeteydi. Sanatçılar ayrıca, Netanyahu hükümetine Gazze'de tutulan esirlerin serbest kalması karşılığında saldırıları sona erdirme çağrısında bulunuyorlardı.
Şimdi insan merak ediyor, Netanyahu yönetimi bu çağrıya nasıl bir karşılık verecek, imzacıların halkı askerlikten soğutmaktan tutun, daha kimbilir net tür ihanet suçlamalarıyla sabaha karşı evlerinden derdest edilmesi dahil hayatı onlara zından etmenin hangi örneklerini sergileyecek.
Yazının buraya kadar olan kısmını 4 Ağustos Pazartesi günü yazmıştım. Şu an 5 Ağustos Salı günündeyiz ve yeni haber, “Netanyahu, Gazze’nin tamamını işgal etme kararı aldı!” şeklinde. Netanyahu ile “güvenlik kurumları” arasında “görüş ayrılıkları”ndan da söz ediyor gazeteler. Ve kabinenin bu plana onay vermek için yine bu 5 Ağustos Salı günü toplanacağını bildiriyorlar.
Karar onaylanır ve Netanyahu dediğini yaparsa, onun haritası da girişte söz ettiğim videodaki gibi bir “tek bayrak” haritası olacak demektir. Silme Filistin bayrağına karşı, silme İsrail bayrağı.
Durum bu mu olacak? Araplık gibi Yahudilik de zaten çoktan paramparça değil mi? Güzelce çeşitlenmek değil ne yazık ki bu. Canavarca parça parça olmak.
https://t24.com.tr/yazarlar/necmiye-alpay/filistin-ve-israil,51027
ABD’de sokakların İsrail’in Gazze’deki zalimliğine karşı yükselen tepkisinin Beyaz Saray ve Kongre’de yankı bulmamasının dört büyük nedeni var:
• ABD’nin ekonomik ve mali gücü üzerinde İsrail lobisinin etkisi.
• Muhalefetteki Demokratların iktidardaki Cumhuriyetçilerle İsrail’i dizginlemek değil desteklemek için siyasi rekabet içinde olması.
• Evanjelik fanatizmin ideolojik olarak Siyonizmi Hristiyanlığın parçası sayması.
• İsrail’in Hamas, Hizbullah, DEAŞ gibi örgütlerle savaşma potansiyeline inanılması.
Kendisini hâlâ özgürlükler diyarı olarak sunan ABD’de Harvard, Columbia, Berkeley gibi dünya sıralamasının başındaki üniversiteler, bir daha İsrail’in kınanmasına izin vermeyecekleri yeminleri ve yüz milyonlarca fidye vererek Trump yönetiminden bilimsel araştırma bütçesi almaya çalışıyor. (*) Diğer yandan Amerikan paralı askerleri Gazze’de İsrail’in hizmetinde.
Artık İngiltere, Fransa ve şimdi Almanya gibi Avrupalı müttefiklerinin de homurdanmaya başladığı bu durum ABD ve Trump yönetimi için dahi sürdürülebilir değil. Ama ABD, İsrail’i bırakmayacağına göre, geriye tek seçenek kalıyor. ABD’deki radikal Siyonist sermayedarları Netanyahu zulmünün artık İsrail’in de ABD’nin de çıkarlarına zarar verdiğine ikna etmek.
İsrail, kısa vadede Trump’ın onayıyla istediğini elde edecek ve dini bir radikalizm ile kurguladığı soykırımın ilhak ve tehcir aşamasına geçecek gibi duruyor. İsrail’i durdurabilecek olan tek güç, şimdilik Trump, ama anketlere göre giderek İsrail’e tepki gösteren Cumhuriyetçi taban ve Tucker Carlson benzeri kanaat önderlerine rağmen Trump, kendisine yapılan bağışların karşılığını veriyor ve İsrail lobisine borcunu ödüyor. Fakat İsrail uzun vadede ilk kez Batı’daki meşruiyetini, desteğini bu denli kaybetmiş durumda, her düzenlenen yeni seçimde bir mevzi kaybediyor. İsrail’i desteklemek eskiden bir seçim gündemi bile değilken, şimdi seçim kaybetme sebebi. Yıllar geçtikçe bu durum daha da artacak, çünkü genç seçmenlerde İsrail’e destek rekor seviyelerde düşük. 50 yaş altı Cumhuriyetçi seçmendeki İsrail’e destek oranı bile giderek düşüyor. İsrail’i açıkça desteklemek oldukça marjinal ve tedirgin edici bir imaj.
Hind Rajab gibi insan hakları dernekleri, İsrail ordusunda görev almış İsraillileri çıktıkları tatillerde ihbar ederek gözaltına alınmalarını, sorgulanmalarını sağlıyor, uluslararası yargı yetkisi mekanizması sayesinde Brezilya ve Belçika’da hükümetlerden bağımsız olarak sivil toplum ve yargı İsrail’in soykırımına ortak olanların tatilini sabah otel kapısına dayanan polislerle bölüyor.
Gelinen noktada artık İsrail’in Filistin davasını bitirmek için sadece Gazze’yi değil; Londra’yı, Paris’i, New York’u da bombalası gerek.
İsrail’in savaşı Lübnan’a, Suriye’ye, İran’a yayma çabasının sebebi de bu. Uzun vadede arkasını yasladığı ittifak, demir kubbe ve dokunulmazlık zırhı parçalanıyor. Bu nedenle halihazırda Trump gibi biri iktidardayken yapabildiği ne varsa yapmaya çalışıyor, belki uzun sürecek kalıcı varoluş bir savaşına girerek kendisine verilen desteği sürdürmek istiyor.
İsrail’i hırçınlaştıran bu insanlık ittifakının Netanyahu’yu durdurması içinse devletler nezdinde küresel bir ortaklık, Trump’ın önüne sunulanabilecek bir barış planı lazım. Fakat Filistin’i önemsediğini söyleyen tüm bölge ülkeleri Trump ile teker teker masaya oturup kendi meselelerini çözüme kavuşturmanın derdinde. Mısır’ın İsrail ile tarihi bir enerji işbirliği anlaşmasını tam da bugünlerde rahatça onaylaması ise korkunç bir eşik.
İlhak kararının siyasi amacı nedir?
Birkaç noktaya değinmek zorundayım:
Bu şartlar altında Fransa'nın bazı Avrupa ülkeleriyle birlikte İsrail'in yanında bir Filistin devletini tanıyacağına dair beyanı, vicdani-insani-siyasi bakımdan olumlu karşılanmakla birlikte aşırı sağcı Siyonistlerin bu öneriyi benimsemesi veya ABD'nin buna İsrail'e çıkması, şimdilik uzak bir ihtimaldir.
Yine de bir umut sayılabilir.
Tarih laboratuvarındaki gerçekliğe baktığımızda, Asya-Afrika ile Kızıldeniz-Akdeniz geçişinin yani Sina-Süveyş Kilitmekanı'nın Asya tarafında bulunun coğrafyada yaşamak isteyen Yahudiler, büyük veya küresel güçlerin birine dayanarak bir devlet kurmuş, yaşamış veya karşı geldikleri büyük bir güç tarafından yıkılmıştır.
Günümüzde İsrail ve bazı Yahudiler, ya askeri olarak tek güç olan ABD ile ya da ABD karşıtlarının desteğiyle yeni küresel güç olmak için harekete geçen Çin Halk Cumhuriyeti arasında bir tercih yapmak zorundadır. Bu İsrail devleti için hayati bir problem haline gelmiştir.
Mahalli Siyonistler küresel Siyonistler tarafından durdurulmazsa, ABD taraftarlığı daha doğrusu ABD stratejisinin bir aygıtı olmasından dolayı, ABD karşıtı güçlerin de katkısıyla İsrail devleti var olma zeminini kaybedecektir.
Eğer İsrail, ABD karşıtı bir güce dayanmaya kalkarsa o vakit te ABD tarafından imha edilecektir. İsrail'in bu problemi aşaması hiç te kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.
İsrail'in devamı için belki de en kolay yol, küresel güçlerin bir aleti olmak değil, Hz. Musa ve Hz. Davut'un mirasına ittiba ederek bölge insanlarıyla tevhidi ahlakla dostça yaşama anlayışını uygulamaya geçirmesi ile mümkün olacaktır.
Elhasıl İsrail yaşamak istiyorsa, ya küresel güçlerden birini tercih ederek bir kumar oynayacak ya da doğru bir stratejik tercih yaparak bölgedekilerle beraber yaşama iradesini ortaya koyarak devamını sağlayacaktır.
Peki, Hamas Gazze'deki bu savaşı sağ atlatabilir mi?
Bir Filistin devleti kurulur ve Hamas sözünü tutarsa, silahlı güç kullanımını bırakması gerekecek.
Ancak şu andaki İsrail hükümeti tutumunu değiştirmezse, Filistin devletinin kurulması yakın gelecekte mümkün görünmüyor.
Kurulsa bile bu Hamas'ın artık var olmayacağı anlamına da gelmiyor.
Yossi Meckelberg örgütün hala bir kendini yenileme ve Filistin siyasi sahnesinde kalmaya devam etme şansı olabileceği görüşünde.
Birçok şey de İsrail'in potansiyel bir Filistin devleti konusundaki tavrı ve Gazzelilerin şu an yaşadığı felaket dönemin ardından Hamas'ın halk arasında ne kadar popüler kalacağına da bağlı.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cr5r8760d06o
Gazze'de işleyen bir bankacılık sistemi olmadığı için maaş almak karmaşık ve bazen tehlikeli bir işe dönüşüyor.
İsrail, Hamas'ın yönetim kapasitesine zarar vermek için düzenli olarak örgütün para dağıtımından sorumlu yetkililerini hedef alıyor.
Peki maaş dağıtımı nasıl yapılabiliyor?
Polislerden, vergi görevlilerine kadar memurların ya da eşlerinin telefonlarına şifreli bir mesaj geliyor.
Mesajda belli bir yerde, belli bir zamanda "bir arkadaşla çay içmesi" söyleniyor.
Buluşma noktasında kamu çalışanına bir erkek ya da bazen bir kadın yaklaşıp, gizlice içinde para olan kapalı bir zarfı veriyor. Başka bir temas olmadan dağıtımı yapan kişi ortadan kayboluyor.
…
Çok sayıda Gazzeli Hamas'ı sadece destekçilerine yardım dağıtmakla ve nüfusun geri kalanını dışlamakla suçluyor.
İsrail de Hamas'ı geçtiğimiz aylardaki ateşkes sırasında bölgeye giren yardımları çalmakla suçladı. Hamas ise bunu reddetti. Ancak Gazze'deki BBC kaynakları, bu sırada önemli miktarlarda yardımın Hamas tarafından alındığını söyledi.
Eşinin beş yıl önce kanserden ölmesiyle dul kalan Nesrin Halid BBC'ye yaptığı açıklamada, "Çocuklarım sadece açlıktan değil Hamas bağlantılı komşularımızın gıda yardımları ve un çuvallarını aldığını gördükleri için de ağlıyor" diyor ve ekliyor:
"Çektiğimiz acıların sebebi onlar değil mi? Niye 7 Ekim macerasına atılmadan önce gıda, su ve ilaç stoklamadılar?"
https://www.bbc.com/turkce/articles/cjey730gx8no
Doğu Akdeniz’de Leviathan sahasında 620 milyar m³, Tamar’da 300 milyar m³ kanıtlanmış rezerv bulunuyor. Hala nihai istikametini bulamamış bu gazın (Socar’ın da müdahil olmasıyla) Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesi:
• Rusya’ya enerji bağımlılığını yüzde 15 azaltabilir.
• Türkiye’ye yılda 2–2,5 milyar $ ek gelir yaratabilir.
• Enerji yatırımlarını tetikleyerek teknoloji transferini hızlandırabilir.
Fakat iş birliği, siyasi dosyalarla, güvenlik kaygılarıyla ve de Filistinlilere yönelik insani mülahazalarla gölgeleniyor. Suriye’de Ankara ve Tel Aviv’in öncelikleri de çakışmıyor; Gazze’de işgalin sürmesi ve insani dram, kamuoyunda tepkiyi artırıyor, doğrudan görüşmeleri riskli kılıyor. Buna rağmen iki başkent, kapalı kapılar ardında özel temsilciler ve istihbarat kanalları üzerinden iletişimi sürdürüyor. Çünkü bölgenin gelecek enerji ve güvenlik mimarisi, Ortadoğu’nun bu başat iki ülkesi için de stratejik zorunluluk.
https://yetkinreport.com/2025/08/10/washington-destekli-yeni-eksen-kafkasyadan-dogu-akdenize/amp/
İsrail'de bu pazar seçim olsa, Netanyahu iktidarı açık ara kaybediyor..
Bennett liderliğinde çerçevelenecek muhalif siyasi blok 61 MV kazanırken, Netanyahu hükümet koalisyonu partileri 49'da kalıyor.
Arap partileri 10 MV çıkarabiliyor
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1951570784360567177
İsrail CB Herzog; "hükümet ateşe benzin dökmememeli. Ulusca parçalanma riski olan bu günlerde, hükümetin Başsavcı Gali Baharav-Miara'nın görevden alınması yönündeki çabalarına karşıyım"
Kuvvetler ayrılığını oldukça zedeleyecek ve çok güçlü hükümet (idare) oluşturacak yargı reformu İsrail'de demokrasi kalmayacak mı sorusunu gündeme taşıyor.
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1951512610014364025
Bu ziyaretimi yazmayacaktım.
Çünkü orayı ziyaret etmekten bile utanmıştım.
Ama dün sabah uyandığımda Netanyahu hükümetinin Gazze’nin tamamını işgal kararı aldığını öğrendiğim an, aklıma işte bu lanetli ev geldi.
Çünkü İsrail hükümeti de bunu “Gazze sorunun çözümü için nihai çözüm” olarak sunuyordu kendi halkına ve dünyaya.
Gazze’de tek Filistinli bırakmama kararıydı bu…
Kendi kendime “Acaba tanıdığım Yahudi arkadaşlarım bu konuda he hissediyor, ne düşünüyordur” dedim.
https://serbestiyet.com/featured/netanyahunun-ustadinin-yolu-istanbula-nasil-dusmustu-214834/
Gösteride onlarca Yahudi eylemciyle de tanıştım. Ortodoks Yahudiler her zaman olduğu gibi gösteriye destek verdiler. Yahudi Sosyalist Grup da pankartlarıyla katılmıştı yürüyüşe. İnsanlığın etnik kimliğinin olmadığının iyi bir örneğiydi bu.
Binlerce insanın doldurduğu sokaklardaki hareketliliği, atılan sloganları, pankartlarda dile getirilen talepleri görmedi BBC. Katılımcı 200 binden fazla kişiyi görmezden gelen kurum, Palestine Action’la birlikte yürüyen 100 “terörist”in gözaltına alınışını birinci haber olarak duyurdu.
https://halktv.com.tr/makale/filistin-mucadelesi-ne-durumda-sloganlari-takip-edin-anlarsiniz-962154
https://www.bolgearastirmalari.com/_files/ugd/24bb87_64feebf1b3f84d93b079ba53118c285a.pdf
https://www.bolgearastirmalari.com/_files/ugd/24bb87_286035c0f41f4e54974e66957e500dcc.pdf
Faşizmi “Roma günlerine dönüş” olarak okuyup onun ideolojik ve kültürel anlamda inşasında en önemli rollerden birini oynayan Margerita için bu çok ağır bir darbe olmuştur. Mussolini ve faşist elit sınıfıyla yakın ilişkilerine rağmen Margerita bu yasalardan muaf tutulmadı. Kendisi yazıp çizmeye devam etti ama pek çok akrabası önce işlerini kaybetti ardından tecrit edildiler. Uzun ilişkilerine rağmen Mussolini, Margerita’yı tamamen “unuttu.”
Sonunda Mussolini’nin kaleme aldığı 1272 mektubu da yanına alıp yalnız başına önce İsviçre’ye ardından Arjantin ve Uruguay’a gitti. İki çocuğu ve ailesi İtalya’da kalmıştı. Çocukları hayatlarını kurtarmıştı ama kız kardeşi ve ailesi Auschwitz’e doğru götürülürken yolda hayatlarını kaybetmişlerdi.
https://www.gazetepencere.com/yazarlar/fasizmin-ilham-perisi-margarita-sarfatti-667314h
“Yurtdışında Kendinizi Nasıl Korursunuz?”
Bu, İsrail'in en popüler ücretli gazetesi @itamareichner @YediotAhronot’da
yazdığı makalenin başlığı ve yurtdışına seyahat etmek isteyen ancak güvenlikleri konusunda endişe duyan birçok İsraillinin endişe düzeyine dair rahatsız edici bir fikir veriyor.
Öneriler arasında şunlar yer alıyor:
- İsrail kimliğinizi belli etmeyin.
- İbranice yazılı gömlekler giymeyin ve kippa veya tsitsit (dindar erkeklerin giydiği giysi) ile dolaşırken iki kere düşünün.
- Yabancılara İsrailli veya Yahudi olduğunuzu söylemeyin.
- Seyahat planlarınızı sosyal medyada paylaşmayın veya seyahatinizle ilgili bilgileri/fotoğrafları gerçek zamanlı olarak paylaşmayın.
Sizleri tek bir soruyla baş başa bırakacağım: Yurt dışına seyahat ederken vatandaşlarını kimliklerini gizlemeleri konusunda uyarması gereken başka bir ülke var mı?
📷 : @EylonALevy
https://x.com/AmitSegal/status/1953463280711659600
https://www.birgun.net/makale/dachau-toplama-kampi-uzerinden-sinema-hafiza-ve-mekan-644642
“Ahrida ve Yanbol sinagogları, İstanbul’daki Yahudi mirasının bugüne ulaşan iki önemli tanığı. Hâlâ aktif olarak ibadetin sürdüğü bu yapılar, geçmişin heybetli yaşamına tanıklık eder. Müzecilikte sıklıkla karşılaştığımız, “Bu objelerin menşei neresi?” sorusuna bu sergi özelinde ihtiyaç duymuyoruz. Zira burada sergilenen tüm parçaların, zamanla Balat’taki kapanan sinagoglardan toplanarak Ahrida çatısı altında korunan bir koleksiyonun parçaları olduğunu biliyoruz. Romaniyot ve Sefarad topluluklarının geçmişini taşıyan bu mekâna katkıda bulunmak bizim için hem anlamlı hem de sorumluluk gerektiren bir işti.” Nisya İşman Allovi