Günümüzün sanat eleştirisine biraz felsefi bakış

Rubi ASA Sanat
13 Ağustos 2025 Çarşamba

Sanat yapıtının kökeni üzerine okuduğum kitaplardan biri Heidegger’in, ‘Sanat Eserinin Kökeni’ adlı yapıtıydı. Heidegger sanatın özünü; yapıtın üzerinden okumaya çalıştığı varlık ve gerçek kavramları üzerinden açıklar. Sanatın yalnızca kültürlerdeki gerçeklik unsurunun dışa vurumu olmadığını aynı zamanda onu yaratmanın da zaten var ‘olan’ın ortaya çıkarılabileceği bir sıçrama tahtası sağlamanın bir aracı olduğunu savunur.

Sanat eserleri, yalnızca şeylerin var olma biçiminin temsilleri değil, aynı zamanda bir toplumun ortak anlayışını da üretir. Herhangi bir kültüre yeni bir sanat eseri eklendiğinde, var olmanın anlamı doğası gereği değişir.

Heidegger, yapıtına bir sanat eserinin kaynağının ne olduğu sorusuyla başlar. Sanat eseri ile sanatçının, her birinin diğerinin sağlayıcısı gibi göründüğü bir dinamikte var olduğunu açıklar. "İkisi de diğerinden bağımsız değildir.”

Tam da buradan yola çıkarak Walter Benjamin “Hikaye Anlatıcısı, Flaneur ve Paçavracı” kavramlarıyla günümüz sanatçılarının bir portresini ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Sanatçıyı betimlemesi aynı zamanda sanat eserinin de kökenine ve nedenselliğine açık bir alan sağlar. Bu kavramlar Benjamin’in ‘Pasajlar’ isimli yapıtında ayrıntılarıyla ele alınır.

Edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısı, Yahudi asıllı Alman düşünür Walter Benedix Schönflies Benjamin (1892 – 1940) Freiburg ve Berlin’de felsefe, Alman dili ve edebiyatı ve sanat tarihi eğitimi aldı. 1933’te Nazilerin baskısı sonucu Paris’e sürgüne giden Benjamin, Almanların Fransa’yı işgal etmesi üzerine Portbou kentine kaçtı; burada polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceğini öğrenince sınır geçişine yakın gecelediği bir otelde aşırı derecede morfin alarak intihar etti.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Adorno ve Scholem, Benjamin’in yazdıklarını büyük oranda yeniden edit ettiler. 1970-1989 arasında, geniş kapsamlı olarak yayımlattıkları Gesammelten Schriften ‘Toplu Yazılar’, Benjamin’in yaşadığı yıllarda dikkate almayıp ancak ölümünden sonra yapıtları, sosyologların ve toplum bilimcilerin başvurduğu önemli birer kaynak olarak tazeliğini korumakta… (http:// tr.wikipedia.org/wiki/Walter_Benjamin).

Pasajlar Kitabından Hikaye Anlatıcısını okuduğumda Heidegger’in sanat eseri ve sanatçı ilişkisinin diyalektiğinin Benjamin’de ne şekilde alan yaratmış olduğunu anlamak istemiştim.

Benjamin’in Flaneur kavramı üzerinde yoğunlaşmak ve modern sanatın üretim biçimlerinin insan doğasından bağımsız olmadığını yaşadığı şehrin karmaşasında varoluş çabasını aramasıyla üretilebildiği üzerine değineceğim.

W. Benjamin’in ‘Pasajlar’ yapıtı 1927 yılında Paris’te yazmaya başlayıp hayatının son yıllarına dek üzerinde çalışıp bitiremediği başyapıtıdır.

Toplumsal işler üreten sanatçı, yapıtı için ilham ararken, yaşadığı toplumun nabzını tutmak ve gözlemler yapmak için bir Flaneur gibi şehrin kalabalığı içinde gezinirken, yapıları, sokakları, sesleri duyumsar ve deneyimler onun için topladığı görseller, sesler, imgeler ve objelerin bir arada soyutlanması ile ortaya çıkan hikaye sanat eserinin yaratım sürecinin kültürel nüvesini olur.

Flaneur duygu ve davranışı metropollerin oluşmasıyla üretim alanı olarak gördüğü çevresinde genişlemesiyle sanatçıyı bir kent gezginine dönüştürür. Gözlemci sanatçı şehri, sokakları, ulaşılması zor köşelerine kadar dolaşılır izler, savrulur. Oysa amaçsızca dolaştığı düşünülse de o iç sesinin takipçisi olur, değişen yaşamın bütün görünümlerini gözlemler, hafızasının arşivine kaydeder. Bu süreçte algı ve tutkusunun, bilinçle bilinçaltı arasında izlediği yolu takip eder.

Şehrin gürültüsü, kaotik yapısı ve kalabalıkları bu eylem biçimi için adeta ona kucak açar, orada nefes alır verirken üretimini düşler. Kimse onu fark etmez; o ise her yeri ve herkesi fark eder. Modern hayatın kahramanlarını o seçer her birine zihninin hücrelerinde yer açarken algıladığı çevrenin ve ortak yaşamın aynı zamanda paydaşı olur.

Edward Said, sürgünde yaşamak zorunda kalan entelektüel için şu tanımı kullanır: “Evi artık yazılarıdır” ifadesine uygun Flaneur tanımını şu şekilde betimleyebiliriz.

Onun evi kendini var edebildiği şehrin sokakları, doğası, sesleri, kokusu ve kendine yer açtığı fakat şehrinde kucakladığı ortak yaşamıdır.

Benjamin, kenti, kendine ev edinen Flaneur’ün gözüyle şöyle betimler:

“Onun gözünde emaye kaplı parlak firma tabelaları, aşağı yukarı bir burjuva salonundaki yağlıboya tablo gibi bir duvar süsüdür; duvarlar, not defterini dayadığı yazı masasıdır; gazete kulübeleri kitaplıklarıdır; cafélerin balkonları da, işi bitirdikten sonra eğilip sokağa baktığı ve sokağa seslendiği cumbalardır.” (Benjamin, 2011, Hikaye Anlatıcısı, Metis)

O günden günümüze kent halen sanatın kaynağı ve hayatıdır. Sanat yapıtı orada yeşermektedir. Gezgini, şairi, maceracısı, sosyoloğu, antropoloğu oldukça Flaneur potansiyel sanatçıdır, Baudelaire’in izinde sokakları arşınlamakta ve sanatını icra etmektedir (Pinkney).

Benjamin döneminde Flaneur sanatçılarının ilham aradığı kamusal alanlar, günümüzde internet dünyasının ve AI desteğinin yazılım ortamına, yani Sanal Kamusal Alanlara dönüşmüş olup günümüz sanatçılarının da bu kamusal alanlarda da dolaşıp sanat eserinin üretilip sergilenmesinde kendilerine alan yaratmışlardır.

Bugün günümüz sanatçısı Flaneur, bu bilgi çöplüğüne dönüşen internet ortamından, istenen bilgi paçavralarını ayıklayarak bunu yararlı bilgiye ulaşmaya açık toplayan ve kendi hikayesini oldukça hızlı bir biçimde sanal ortamda ses, yazı ve görsel olarak paylaşabilmektedir.

W.Benjamin’in felsefesine kattığı Hikaye Anlatıcısı, Flaneur, Paçavracı kavramlarıyla aslında dönemin sanat anlayışı ve sanat yapıtına bakışı günümüz sanatçılarının farklı düzlemlerde iş gören portresi olarak ortaya çıkmış olup benzer kavramlar Benjamin’in ‘Pasajlar’ isimli yapıtında ayrıntılarıyla betimlenmiştir.

Günümüzde sanatın meta ilişkisine de Metaverse deyip kendimizi ne kadar avuttuğumuz tartışılabilir…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün