GEÇEN MEVSİMİN EN İYİ OYUNLARI - VII

Erdoğan MİTRANİ Sanat
6 Ağustos 2025 Çarşamba

Labiratuvar ‘Leonce ile Lena’

1813’te doğan, 24 yaşındayken tifüsten ölen biyolog, anatomist, devrimci, ateist Karl Georg Büchner, yazmasına karşın, çağını fazlasıyla aşan dehasıyla, Modern Alman Tiyatrosunun kurucusu ve absürt tiyatronun öncüsü olarak görülür. 1834’te kaleme aldığı, halkı mutlak monarşiye karşı kışkırtan ‘Hessenli Köy Postacısı’ bildirisi dağıtılmadan yasaklanınca ülkeyi terk etmek zorunda kalan Büchner, 1836’da yazdığı dışavurumcu ve absürt çizgiler içeren ‘Leonce ile Lena’nın aslında bildirinin tematiğiyle müthiş uyumlu hınzır toplumsal eleştirisini, egemen güçlerin zor fark edeceği incelikli bir çizgide aktarır.

Büchner’in ince bir mizahla örülü, neredeyse iki yüzyıl önce yazılmasına karşın tazeliğini ve güncelliğini koruyan hınzır politik hicvi, tüm kurucu ekibiyle sahnede olan Labiratuvar’ın yorumunda müthiş enerjik, çok eğlenceli, epey de düşündürücü bir seyirliğe dönüşmüş.

 

Duru Tiyatro

‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’

Özlem Saraç Özcan’ın yazdığı, genç yaşına karşın oyuncu ve yönetmen olarak çok etkileyici işler yapmış, ödüller kazanmış Yarkın Ünsal’ın yönettiği, kaçıncı evlilik yıldönümlerini kutladıkları konusunda kafası  karışık bir çiftin her kutlamada gittikleri restoranda geçen ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’, otomatiğe bağladıklarımızın, konuşamadıklarımızın sadece bizi değil toplumu da nasıl etkilediğini, hınzır mizah anlayışıyla kurulmuş gerçeküstü bir dünyada anlatan, aslında son derece sert, bir o kadar da komik bir oyun.

Tiyatroda absürdün anlamsız ya da saçma olarak değil, inancın yitirildiği, belirsizliğin hâkim olduğu tekinsiz bir atmosferde, yaşamın saçma bir varoluş biçemiyle çarpıtılmış, yine de gerçekçi bir yansıması olarak algılanması gerektiğini iyi bilen Ünsal, absürt duygusunu izleyiciye salona girer girmez duyumsatıyor; çarpık, stilize ve gerçeküstü kostümler bu duyguyu daha da pekiştiriyor.

Metnin diyalogları, kendi içlerinde tutarlı olsalar da, hiçbir şey anlatmıyor ama, bölük pörçük konuşmalar bir yama işi gibi birleşerek, kadınla erkeğin paranoyak öldürülme korkularını, dünyaya çocuk getirme arzusunu ve endişesini, kendilerini sıkışmış hissetmelerini ve tabii ki alttan alta sırıtan o belirgin faşizan kişiliklerini ustalıkla yansıtıyor. Ekonomik baskının insan olmaktan uzaklaştırdığı garson kızın her anlamda kendini ‘azınlık’ ve ‘öteki’ hissedişi daha da belirginleşiyor.

Absürt tiyatronun etkileyici, çok iyi anlaşılmış, bir o kadar da iyi anlatılmış usta işi bir örneği.

‘Tevâkuf’
Şâmil Yılmaz’ın yazdığı, Cevriye Demir’in yönettiği Mek’an yapımı ‘Tevâfuk’, popüler kültürde, özellikle bir dönemin Yeşilçam sinemasında rastladığımız, ‘Vesikalı Yarim’ ya da ‘Pretty Women’ gibi kadın-erkek arasında geçen hikâyenin bu sefer iki erkek arasında geçen çeşitlemesi. Melodram geleneğini politize eden oyunun asıl meselesi denklemdeki bu cinsel kayma değil, sınıf farklarının katı gerçeği. Toplumsal sınıfların ve gelir farklarının sert gerçekliğini oyunla izleyen seyirci eşcinsellik hakkında değil, aşk ve aşkı imkânsızlaştıran oluşumlar hakkında bir hikâye izliyor. Sağlam metin, özellikle homofobik ve önyargılı seyircinin bile karakterlerle duygusal empati kurmasını ve tanık olduğu aşka sahip çıkmasını amaçlıyor.

Erdinç Kılıç ve Mehmet Berkay Baygın müthiş doğal bir yorumla öykünün seyirciye geçmesini sağlıyorlar. Kılıç’ın Halit rahatladıkça güçlenmesi, Baygın’ın, bir gecelik “iş” olarak giriştiği durumun giderek farklı bir boyuta geçişini sadece yüz ifadeleri ve beden diliyle yansıtması çok etkileyici.

 

2383 tyapım

‘Aşk Bize Masal Olur’

Kerem Pilavcı’nın yazdığı, Gülhan Kadim’in yönettiği ‘Aşk Bize Masal Olur’ oyununda ergenliğinden kırklı yaşlarına kadar yaşadığı aşkları masallarla süsleyen, yaşadığı masalsı aşkları İstanbul’un karmaşasında, dar sokaklarında ve hep denize açılan rüzgârlı yokuşlarında arayan Aslı, yürüdüğü bu büyülü ve çetrefilli yolda her tökezlediğinde devam edebilmenin gücünü seyirciyle paylaşıyor.

Kerem Pilavcı’nın hem çok eğlenceli hem çok düşündürücü şiirsel metnini benzersiz bir doğallık ve samimiyetle Gülçin Kültür Şahin aktarıyor. Oyuncusunun etkili performansı kadar, Gülhan Kadim’in birkaç yastık ya da bir bitki gibi dekor aksesuarıyla oyunun tüm diğer karakterlerine can vermesi heyecan verici.

‘Ben Ayşe Şan’t

Mîrza Metin’in yazdığı ve konseptini tasarladığı ‘Ez Ayşe Şan / Ben Ayşe Şan’ 1938’de Diyarbakır’da Kürt bir baba ve Ermeni bir annenin kızı olarak doğan, kadife yumuşaklığında, yanık ve kor gibi sesiyle, sözlerini yazıp bestelediği şarkılarıyla, ses ve müziğin iz sürücülüğünü yapmış efsanevi Kürt sanatçı Ayşe Şan’ın yaşamını, müzikal mirasın, bir tutunma ve direniş öyküsü olarak anlatıyor.

Benzersiz oyunculuğu, billur gibi sesiyle Berfin Zenderlioğlu’nun sanatçıyı sahnede var ettiği, şarkılarının çoğunu ‘a capella’ ağıtlar olarak içimize akıttığı performans, çevirisini Süleyman Akkuş’un yaptığı üst yazılarla Kürtçe sahneleniyor.

Sanatsal getirisinin yanında ‘Ben Ayşa Şan’ın önemli bir toplumsal ve siyasi işlevi var: Sağlam metninin bu usta işi yorumu vesilesiyle, anlamsız baskılar yüzünden varlığını yeni öğrendiğimiz büyük bir sanatçıyı, zorlu yaşamı ve müthiş etkileyici müziğiyle keşfetmiş oluyoruz. Önümüzdeki sezonda tiyatrolarda olacak. Kaçırmayın.

 

Tiyatro Boyalı Kuş

‘Godot’yu Beklemezken’    

Absürt tiyatronun başyapıtlarından, 70 yılı aşkın süredir taptaze kalmış, günümüze dek sahnelenmeyi sürdürmüş ‘Godot’yu Beklerken’, özgün metinden yola çıkan birçok yeni ve farklı oyunun da esin kaynağı olmuştur. Jale Karabekir’in yazdığı ve yönettiği ‘Godot’yu Beklemezken’ sanki farklı bir paralel evrende geçen özgün ve yepyeni bir yorum.

Bu en azından bizimki kadar absürt paralel evrende, feminist öğeler de içeren hınzır mizahı aracılığıyla bir saat boyunca gülümseyerek izlenen çok keyifli bir öykü anlatıyor. Tiyatronun özünü inceleyen, teatral anlatımı irdeleyen bu çok sağlam, hem sert ve ciddi hem de müthiş eğlenceli çalışmanın oyuncu yönetimi de çok başarılı.

Absürdü ve özgün Godot metnini bilen seyirci için çok çok keyifli. Bilmeyende ise Becket’i ve oyunlarını tanıma arzusu uyandıracak kadar çekici.

Fiziksel Tiyatro Araştırmaları

‘Kalabalık Fasıl’

Volkan Çıkıntoğlu’nun özgün metinden yola çıkan yönetmen Güray Dinçol, gerçek ile fantastiği ayıran incecik çizgide, yergi ile methiyenin, sevgi ile nefretin içi içe geçtiği İstanbul’a, müthiş bir aşk mektubu olan ‘Kalabalık Duası’nda anlatısını meddah ve tek kişilik oyun yaklaşımları, resim, plastik sanatlar, fotoğraf, çağdaş dans, geleneksel tiyatro, clown, hikaye anlatıcılığı gibi fiziksel ve disiplinler arası farklı olanakların peşine düşerek oluşturmuştu. Tolga İskit’in nefes kesici performansının da etkisiyle seyircilerin ve eleştirmenlerin büyük beğenisi kazanarak çok sayıda ödül alan oyun 2020’den bu yana sahnelenmeyi sürdürüyor.

Mayıs 2025’te ‘Kalabalık Fasıl’ adıyla yapılan iki özel gösterimde Tolga İskit’in yıllardır sahnede yankılanan sesi, bu kez notalara karışmış, ‘Kalabalık Duası’, sadece kelimelerin değil, seslerin, ezgilerin, susuşların oyununa dönüşmüştü.
Anlatıcı öyküsünü izleyicilere aktarırken ona ara ara eşlik eden, Çağlar FidanNikos Papageorgiou ve Erhan Bayram’dan oluşan müthiş başarılı fasıl heyeti, her makamı, her nağmeyi sahnede dolaşan sözlere katarak metnin kalbinden geçen duygularla buluşuyor, her susuşları, anlatıcının sesiyle yeniden doğuyordu.

Bildiğim, çok severek izlediğim hikâyeye bu kez benzersiz düzeyde bir musikinin içinden geçerek ulaşmak, anlatıyı bambaşka bir perdeden tanımak çok keyif verici bir deneyim oldu.
Oyun bittiğindeki müthiş tezahürat sonrası, sadece çok sevdiğim yazarıyla oyuncusunu değil, klasik makamlarımıza böylesine ustalıkla girebilen üç gencecik delikanlıyı da uzun uzun tebrik ettik. Böylesine beğenilen bir işin özel gösterimle sona erdirilmemesini, en azından bir sezon daha seyirci karşısına çıkarılması gerektiğini belirttiğimde onların da bu yeni biçemden müthiş keyif aldıklarını önümüzdeki sezon sürdürmeyi istediklerini anladım. Sezonun olmazsa olmaz gösterisi olacak. Kaçırmayın.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün