Osmanlı´nın 14. yüzyıldan günümüze kadar izlerini görebileceğimiz Balkanlar uzun süredir merak ettiğim bir bölgeydi. Beş ülkeyi içeren Balkan turuna mayıs ayında çıktık. Turumuzu özetlersek, müthiş bir coğrafya, her yer yemyeşil, nehirler, göller, denizler iç içe…
Sabiha Gökçen Havalimanından bir saat 15 dakikalık rahat bir uçuş sonrası Kuzey Makedonya’nın Üsküp şehrine indik. Öncelikle Balkan ne demek, onu anlatayım. Balkan, ormanlık ve sarp sıra dağların bir arada olduğu coğrafi yapıdır. Bu bölgeyi içeren dağlara Balkan Dağları ve bu bölgedeki ülkelere Balkan ülkeleri denir. Bu kısa bilgi sonrası, turumuza başlayalım.
ÜSKÜP
Havalimanına varış sonrası Üsküp şehir merkezine panoramik tur yapmak için yol aldık. Şehre Makedon Kapısından Zafer Takının içinden geçerek girdik. Makedonların büyük kahramanı İskender Bey Heykeli bizi Makedonya Meydanında karşıladı. Maria Teresa’nın evi, Yahudi Mahallesinde Holokost Müzesi ile sinagogun bulunduğu bina, adım başı devasa boyutlardaki heykellerin de bulunduğu Üsküp şehri ile tanıştık. Şehri ikiye bölen Vardar Nehri üzerinde yapımı 1469 yılında tamamlanan Taş Köprü ya da bilinen adıyla Fatih Sultan Mehmet Köprüsü üzerinden turumuza devam ettik. Yol üstünde Üsküp Kalesi, Yahya Paşa Cami, Mustafa Paşa Cami, Kaptan Han, Davut Paşa Hamamı hakkında rehberimiz bilgiler verdi.
İnsanların lehçeleri kulağımıza o kadar hoş geliyordu ki adeta ‘Elveda Rumeli’ dizisinin film platosunda gibiydik. Panoramik tur sonrası, tekrar Makedonya Meydanına yürüdük. Rehberimizden ve izlediğim vloglardan aldığım bilgi üzerine eski şehirdeki Rigara Pastanesinde kaymaklı acıbadem ile Trileçe tatlısı yiyip yaban mersini suyu içtik. Her biri damak çatlatan cinstendi.
Buluşma saatinde toplanıp otelimize geldik. Akşam yemeği sonrası tekrar yürüme mesafesindeki eski şehri gezmeye çıktık. Barların olduğu sokakta beğendiğimiz, canlı müzik yapan bir barda oturup yerel biralarının tadına baktık. Turumuzun ilk günü çok keyifli geçmişti.
Ertesi sabah erken uyandık. Eşimle sabah yürüyüşü yapıp şehrin sabah sessizliğini dinlemek, halkın işe gidişlerini gözlemlemek için gezinmeye başladık. Balkanların meşhur böreğini tatmak için yolumuzun üstündeki börekçiden ufak bir çeşit yapıp arkadaşlarla birlikte yemek için otele getirdik. Otelde kahvaltı büfesinde klasikler dışında birkaç Balkan spesiyalitesi de vardı. Mesela acı dolmalık biber yoğurt ve kaymakla yapılan Soka, kırmızı acı biber salçasıyla yapılan Lutenitza masanın farklı kahvaltılıkları idi.
ATATÜRK’ÜN ASKERİ LİSEYİ OKUDUĞU ŞEHİR
Kahvaltı sonrası Manastır'a doğru yola çıktık. Farklı bir heyecan vardı içimde. Atatürk’ün askeri liseyi okuduğu şehri ve okulunu görecektik. Manastır’ı panoramik gezimiz sırasında; Türk Çarşısı, Osmanlı’dan kalma Bedesten, İshak Camii, Yeni Cami gibi eserleri gördük. Manastır kentinin kalbi konumundaki, günlük hayatın aktığı, kafe, restoran ve şık binalarıyla şehrin turistik ve trafiğe kapalı alanı Şirok Caddesini gezerken Atatürk'ün gençlik yıllarında yaşadığı ilginç hikâyeleri rehberimizden dinledik. Caddenin sonunda karşımıza çıkan meydanda günümüzde müze olarak faaliyette bulunan Atatürk’ün eğitim gördüğü Askeri İdadiye’yi gezdik. Bahçesini gezerken kalbim kıpır kıpırdı; yıllar önce bu bahçede arkadaşları ile vakit geçirdiğini düşünmek bile heyecanlanmak için yeterli sebepti benim için. Öğlenden sonra K.Makedonya’nın bir başka cennet köşesi Ohrid’e doğru yol aldık. Yolumuz üzerinde bulunan, elma bahçeleriyle ünlü Resne'de, İttihat ve Terakki’nin ünlü simalarından, Türk-Yunan Savaşı'ndaki faydalarıyla üne kavuşan Resneli Niyazi’nin sarayını bahçesinden fotoğrafladık. Kısa foto molasından sonra Ohrid Gölü manzaralı otelimize geldik. Odamızın balkonundan göl adeta bir kartpostal görüntüsü veriyordu. Göl 358 kilometrekare, en derin yeri ise 288 metre olup sanki küçük bir deniz gibiydi. Otelde yediğimiz akşam yemeği sonrası lobideki barda geceyi sonlandırdık.
Aziz Naum Manastırı
Ertesi sabah, kahvaltı sonrası Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Ohrid’in bir başka bölgesindeki, 16. yüzyılda yapılan Aziz Naum Manastırını ziyarete gittik. Ohrid’i tepeden gören kilisenin bahçesinde tavus kuşları geziniyor. Hafif puslu ve çiseleyen bir havada buradan ayrıldık. Ohrid Gölü turunu bu kez tekneyle yapacaktık. Hafif yağmurlu da olsa çok keyifli bir tur oldu. Tekne turu sonrası şehir merkezine geldik. Yürüyerek yaptığımız panoramik turumuzda, günümüzde hâlâ konser ve festivallerde kullanılan Ayasofya Kilisesi, Roma döneminden kalma amfitiyatro, Osmanlı’dan kalma Halveti Tekkesi, Safranbolu evlerini anımsatan eski yapılar ve Çınar Meydanı gibi yerleri gezip gördük. İlk defa kâğıt müzesine girip kâğıdın nasıl üretilip eski zamanlarda üstüne baskının nasıl yapıldığını gördük. Ardından, trafiğe kapalı alanda Ohrid İncisi olarak bilinen hediyelik eşyaların satıldığı caddeye geldik. Mağazalardaki satıcılar adeta şov yapar gibi ürünlerini tanıtırken bize sepetler içinde yeşil elmalar ikram ettiler.
Arnavutluk şehir meydanı
ARNAVUTLUK
Balkanlardaki 4. günümüzde Arnavutluk sınırına doğru yol aldık. Yol üzerinde Kara Drim Nehri'ni takip ederek ilerledik. Mola verdiğimiz yerde sallar üzerine kurulan kafelerde kahve keyfi yaptık. Mola sonrası Arnavutluk sınır kapısına hareket ettik. Pasaport ve gümrük işlemlerimizin ardından eşsiz doğa manzaralı yollardan Arnavutluk'un başkenti Tiran'a ulaştık. Önce yürüyerek panoramik tura başladık. Yaklaşık 500 yıl Osmanlı idaresinde kalmış şehirde; Ethem Bey Cami, Saat Kulesi, İskender Bey Heykeli ve Meydanı, Opera Binasını gezip fotoğraf molaları verdik. Şehir turumuzun ardından öğlen yemeği için eski şehir kalesi içindeki La Gioia Restoranda spagetti ve biradan oluşan harika bir yemek yedik. Ardından Plaz'Oro isimli İtalyan pastanede Trileçe yedik. O nasıl bir lezzet. Trileçeyi kaşıklarken, damağımızda lezzet patlamaları yaşadık. Buluşma saati toplanıp İşkodra'ya otelimize geldik. Yemek sonrası otelin karşısındaki kafenin terasında oturup bir şeyler içtikten sonra yatmaya gittik. Ertesi sabah, çok önyargılı gittiğim Tiran’dan çok mutlu ayrıldım. Çok modern ve güzel bulmuştuk bu şehri.
DÜNYANIN EN GENÇ DEVLETLERINDEN: KARADAĞ
Arnavutluk’tan dünyanın en genç devletlerinden biri olan Karadağ'a geçtik. Karadağ'daki ilk noktamız Budva'ya varmadan önce bir zamanlar balıkçıların yerleşim alanı olan bir adanın kamulaştırılması ve günümüzde Singapurlu bir otel zincirine kiralanmasyla turizme kazandırılan St. Stefan Adasını panoramik olarak gördükten sonra surlarla çevrili Budva’nın eski şehrinde yaptığımız kısa bir yürüyüşle adeta geçmişe doğru yolculuğa çıktık. Buradan direksiyonumuzu Kotor'a kırdık.
Kotor eski şehrindeki turumuz sırasında St. Trifon Katedrali, Oruzja Meydanı, saat kulesi, St.Luke ve St.Nikola Kiliselerini, St.Mary Kilisesi'nin kapısında yer alan rölyefleri hayranlıkla izleyip fotoğrafladık. Buluşma saatine kadar etrafı dolaşarak geçirdik. Yolumuzun üstünde Senso Pastanesinde Krem Pita diye bir pasta yedik. Pastanenin en sevilen pastasıymış. Milföy pastasına benziyor ama bana göre milföyün büyükbabası. Karadağlılar ile ilgili işittiğimiz birkaç bilgiyle bu şehirden ayrılalım isterseniz. Dünyanın en tembel halkı Karadağlılar imiş. Bu tembellikleri ile ilgili ‘10 Emir’leri bile varmış. Ancak eşsiz güzellikte bir coğrafyası olduğu gibi müthiş korunaklı bir körfezi var. Her gün neredeyse 2-3 Cruise gemisi bu limana turist ve yolcu indiriyor.
Daha sonra Kotor’dan Bosna Hersek'e doğru yola çıktık. Trebinje şehrine varışımızla birlikte otelimize yerleştik. Akşam yemeğine çok geç girdiğimizden yemek sonrası hepimiz yorgun bir şekilde odalarımıza çekildik.
Bosna Hersek
Cumartesi sabah dinlenmiş vaziyette kahvaltıya indik. Kahvaltı sonrası Mostar'a doğru yola çıktık. İlk olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırdaki karakol köyü konumundaki Poçitel'i ziyaret ettik. UNESCO Dünya Mirasları Listesinde yer alan Poçitel, 1471 yılında Osmanlı’ya geçmiş ve elden çıktığı 1878’e kadar stratejik önemini korumuş. Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan köyde çok güzel fotoğraflar çektik. Burada Adem’in yerindeki kahve molasında kahvelerimizin yanında güllü lokum ikram ettiler. Daha sonra köylülerin tezgâhlarından hatıra eşyaları alıp Mostar'a doğru hareket ettik.
MOSTAR
Öğlene doğru Mostar'a varışımızla birlikte panoramik şehir turumuza başladık. Tüm vloglarda ve turistik görsellerde karşımıza çıkan Mostar Köprüsünü görünce heyecanlanmadım desem yalan olur. Şehrin kalbinden geçen Neretva Nehrine Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında 456 kalıp taşla inşa edilen Mostar Köprüsü şehre de adını verecek kadar önemli bir Osmanlı şaheseri. Köprü, 1993’ün kasım ayında Hırvat topçularının günlerce süren ateşi sonucunda yıkıldı. Türkiye başta olmak üzere, UNESCO ve Dünya Bankası'nın da desteğiyle bir Türk firması tarafından, nehirden çıkan orijinal taşlar da kullanılarak yeniden inşa edilen köprü 2004 yılında tekrar açıldı. Şehrinin Arnavut kaldırımlı dar sokaklarından yürüyerek Mostar Köprüsünün altına gelip köprüden para karşılığı atlayan gençleri fotoğrafladık.
Mostar Köprüsü
Daha sonra Bosna Hersek’in başşehri Saray Bosna’ya doğru yol aldık. Şehre varışımızda Merkez Kütüphane’nin hikâyesini dinleyip, tam karşısında bulunan, inadın zaferini simgeleyen İnat Kuca Evinin önünde fotoğraflar çektik. Eski şehre doğru yürüyerek giderken, Osmanlı döneminde inşa edilmiş Latin Köprüsü ve I.Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden olan Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand’nın vurulması olayının yaşandığı noktayı gördükten sonra şehrin kalbi Baş Çarşı’ya yürüdük. Burada yerel rehberle panoramik turumuza başladık. Kurşunlu Medresesi, Morica Han, Gazi Hüsrev Bey Camisi ve Saat Kulesini görüp fotoğrafladık. Burası adeta Ortaköy ve Kuzguncuk semtlerimiz gibi; cami, sinagog, kilise yan yana. Şehrin en popüler caddesi Ferhadija'da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönem mimarisini yansıtan binaları, Katolik Katedralini, Markale Pazarını, kapalı pazarı gezdik. Caddenin bitiminde II.Dünya Savaşı kurbanları anısına yapılan Sönmeyen Ateş Anıtı önünde fotoğraflar çektik. Saray Bosna’ya gelip de meşhur böreğinden yenmez mi deyip meşhur Saç Böreği isimli fırınından ıspanaklı, peynirli börek aldık. İstanbul’daki börekçilerden farklı olarak tabağa harika bir yoğurt koyup öyle servis ettiler. Boşuna Boşnak böreğini bu kadar anlatmıyorlar. Şehir merkezinden kalacağımız Hollywood Oteli’ne akşam geldik. Otelin büyüklüğünü anlatamam. Beş ayrı bloktan on ayrı asansörle odalara çıkılıyordu. O akşam iki farklı düğün vardı otelde; güzel bir şıklık rüzgârı esiyordu. Akşam yemeği sonrası hava biraz soğuk olduğundan otelin barında bir şeyler içip daha sonra da yatmaya gittik.
BELGRAD
Sabah Belgrad’a gitmek üzere saat yola çıktık. Sırbistan’ın başşehri Belgrad’da şehir turumuzu yine yürüyerek yaptık. Şehre Belgrad Kalesinden giriş yaptık. Bir hayli büyük bir kale. İçindeki parklar adeta botanik bahçe görüntüsündeydi. Heykeller, cami, askeri silahlar sanki bir açık hava müzesi gibiydi. Manzara derseniz doyumsuz. Buradan şehrin kalbi sayılan Knez Mihajlova Caddesi'nde geldik. 800 metre uzunluğunda İstiklal Caddesi gibi trafiğe kapalı, hediyelik eşya dükkânları ile kafe ve restoranların bulunduğu keyifli bir cadde.
Caddenin sonunda rehberimizin tavsiyesiyle Moskova Oteli’ne gittik. Dünyaca tanınmış kişilerin kaldığı bu otelin pastanesine girip hatıra defterine grubumuzun mesajını yazdık. Akşam otele giriş yaptık. Mütevazı ancak yeterli çeşidi olan açık büfe yemeğinden sonra, caddede yürüyüşe çıktık. Son sabahı ilk defa saat kurmadan kalktık. Çünkü kahvaltı sonrası serbest vakit geçirip 11.30’da havaalanına gidecektik. Keyifle yaptığımız kahvaltı sonrası caddede biraz yürüyüşe çıktık, marketten birkaç ihtiyacımızı aldıktan sonra, havaalanına yollandık.
Balkanlar turumuzu özetlersek, müthiş bir coğrafya, her yer yemyeşil, nehirler, göller, denizler iç içe. İlginç ve ders alınacak bir tarih, uyumla hareket eden 40 kişi, donanımlı ve çok tecrübeli bir rehber, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ, Bosna Hersek ve Sırbistan’dan oluşan beş ülke, 15’ten fazla şehir, otobüsle kat edilen toplam 1.600 kilometre. Osmanlı, Müslüman, Bektaşi, Yahudi, Hristiyan Ortodoks ve Katoliklerin birlikte yaşadıkları bu coğrafya yaptığımız harika bir kültür turu. Bir Tutkudur Seyahat…