Son yıllarda iklim değişikliği, kuraklık, artan sıcaklıklar ve ihmalkâr insan davranışlarının da etkisiyle Türkiye´nin özellikle Ege Bölgesi başta olmak üzere birçok yerinde büyük çaplı orman yangınları yaşandı. Bu yangınlar yalnızca ağaçları değil, aynı zamanda biyolojik çeşitliliği, yerel ekosistemleri, hayvan yaşamını ve toprak dengesini de yok etti.
Yaşanılan büyük çaplı yangınlar sonrası ortaya çıkan en ciddi tehlikelerden biri ise çölleşme. Özellikle Ege’de, Akdeniz ikliminin sağladığı yeşil örtünün yok olmasıyla birlikte bu alanlar, hızla su tutma kapasitesini kaybeden, kurak ve yaşamsal üretkenliği azalan alanlara dönüşme riskiyle karşı karşıya kaldı.
Çölleşme nedir ve neden tehlikeli?
Çölleşme, bir alanın verimli ve canlı tutan toprağını kaybetmesi ve zamanla biyolojik üretkenliğinin düşmesi anlamına gelir. Bu, doğal yollarla da olabilir; ancak Türkiye özelinde insan etkisi en büyük nedenlerden biridir. Yangınlar sonrasında toprak üzerindeki organik tabaka ve bitki örtüsü yok olduğunda, toprak rüzgar ve yağmur erozyonuna açık hale gelir. Özellikle eğimli arazilerde bu durum çok hızlı ilerleyebilir. Toprak suyu tutamaz, içinde canlı yaşamı kalmaz ve alan zamanla ‘ölü toprağa’ dönüşür.
Ege Bölgesi’nin pek çok noktasında – özellikle Muğla, Aydın ve İzmir’in bazı ilçelerinde – bu risk şimdiden gözlemleniyor. 2021 yılında çıkan büyük yangınların ardından toprak analizlerinde nem oranının hızla düştüğü, toprağın mikroorganizma dengesinin bozulduğu ve fidelerin tutunma oranının düştüğü belirlendi. Bu gelişmeler, sadece çevresel değil; tarımsal ve ekonomik açıdan da büyük tehdit oluşturuyor.
Yangın sonrası yeniden yeşillendirme çalışmaları
Türkiye genelinde Tarım ve Orman Bakanlığı, yerel belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler tarafından yürütülen birçok yeniden ağaçlandırma ve rehabilitasyon projesi bulunuyor. Fakat bu çalışmalar, yalnızca fidan dikmekle sınırlı değil; çünkü çölleşme riskiyle mücadele daha karmaşık bir süreç.
1. Toprak Analizi ve Islahı:
Yangın sonrası en önemli adım toprağın bilimsel olarak incelenmesi. Hangi bölgede hangi bitki türlerinin tutunabileceği, toprağın yeniden canlı hale gelmesi için ne tür gübreleme veya doğal destekler gerektiği belirleniyor. Özellikle mikrobiyal gübreler ve humus desteği, toprağın yeniden nefes almasını sağlamak için kullanılıyor.
2. Doğal Dengeye Uygun Tür Seçimi:
Sadece hızlı büyüyen fidanlar değil, bölgenin doğal ekosistemine ait maki, çalı, bodur ağaç türleri ve yangına dayanıklı bitkiler tercih ediliyor. Bu, hem yerel hayvan türlerinin yaşam alanlarını geri kazanmasını sağlıyor hem de yeni bir yangın çıkma durumunda alanın dirençli kalmasını sağlıyor.
3. Erozyon Önleyici Önlemler:
Fidan dikimi yapılmadan önce erozyona karşı setler kuruluyor. Doğal taşlarla teraslama yapılması, dere yataklarına engeller konması gibi uygulamalar toprağın yerinde kalmasına yardımcı oluyor.
4. Gönüllü ve Yerel Katılım:
Giderek artan sayıda sivil toplum kuruluşu bu çalışmalarda aktif rol alıyor. TEMA Vakfı, Ege Orman Vakfı gibi kurumlar hem fidan dikimi yapıyor hem de halkı bilinçlendiriyor. Köylerde yerel halkın sürece katılması, alanların korunmasında sürdürülebilirlik sağlıyor.
Uzun vadede ne yapılmalı?
Yangınlar sonrası sadece bir ‘tekrar yeşillendirme’ değil, aynı zamanda bilinçli bir koruma politikası oluşturmak gerekiyor. Bu bağlamda:
Kamuoyunda bazı alanların yangın sonrası imara açılmasıyla ilgili ciddi endişeler var. Bu alanların yapılaşmaya açılması yalnızca doğayı değil, hukuku ve kamu vicdanını da yaralıyor.
Ormanların anayasal güvence altında olduğu unutulmamalı ve yeniden yeşermesi gereken toprakların ranta değil, doğaya hizmet etmesi sağlanmalıdır.