Geçen mevsimin en iyi oyunları - V

Sanat
23 Temmuz 2025 Çarşamba

H6 ACT & Ara Sahne

‘Çoğunlukla Bazen’

Kuşağının en iyi oyuncularından, son yıllarda başarıyla yönetmenliğe geçen Barış Gönenen, Avustralyalı Kendall Feaver’in 2018 tarihli ödüllü oyunu ‘The Almighty Sometimes’ı, ‘Çoğunlukla Bazen’ adıyla yönetiyor. Oyun, ruhsal sorunlar yaşamış küçük bir kızın zorlu yaşamı ekseninde psikiyatrinin önemli açmazını, ruhsal rahatsızlık durumunda bu işleyişi kontrol altına almayı, düzene sokmayı ve sakinleştirmeyi sorguluyor: İlaçlar, terapiler bizi biz olmaktan çıkarır mı? Beynimiz uyuştuğunda, acılardan uzaklaştığımızda yaratıcılığımızı nasıl koruruz? Ağır bir psikiyatrik bunalımda ve kendimize zarar verdiğimizde gerçekliğimizi mi yaşarız? Başka bir yol var mıdır? Bu acıların sevgiyle dinmesi mümkün müdür?

Kendall Feaver, sorunun önemseme ya da şefkat eksikliğinden değil, kontrol edilmesi müthiş zor bir durumdan kaynaklandığı, her kişinin haklı olduğu, bu karmaşık zor ilişkiyi ustaca ve sevecenlikle yansıtıyor. Başarıyla sahnelenmiş, ustalıkla oynanmış, seyirciyi, bilinç dediğimiz gizemin anlaşılması güç, ikircikli yollarında kaybolarak gezdiren, dokunaklı ve heyecan verici bir yolculuk.

Boa Sahne – ‘Elektrikli Sandalye İçin Elektrik Yok’

Bulgar oyun yazarı şair Alexandar Sekulov’un ‘Elektrikli Sandalye İçin Elektrik Yok’ adlı iki kişilik oyunu herhangi bir şehrin, herhangi bir hapishanesinin ses geçirmez infaz odasında, sistemi temsil eden infaz memuru ile, düşünen insanı temsil eden ‘ölüm cezasına çarptırılan’ üzerinden ironik ve alaycı bir tavırla özgürlük kavramını irdeliyor. Dış dünyada gerçekleşen patlama ve yangınların sonrasında elektrikler kesilmiş, odanın dışıyla tüm bağlantı yok olmuştur. Belki ikili dünyada sağ kalan son iki insandır… Mahkûm infazcıyı kendisini serbest bırakmaya ikna etmeye çalışırken, memur inatla, ‘prosedürü’ her halükârda yerine getirmeye niyetlidir.

Bu karamsar ve distopik oyunda, infazcı ile kurban, suçlu ile suçsuz, mahkûm ile cellat, ölüm ile yaşam arasındaki diyalogda roller sık sık değişir. Değişmeyen, elektrikli sandalyeye bağlı mahkûmun hareketsizliğiyle, kararsızlığı beden diline yansıyan infazcının dur durak bilmeyen devinimleridir. Yönetmen Bilge Emin, bu durmaksızın değişen Yin ile Yang oyununu, Boa Sahne’nin tüm alanını bir meydan sahnesine çevirerek aktarıyor ve seyircileri de infaz odasının klostrofobik ortamına dâhil ediyor.

Felsefi ve toplumsal derinlikleri olan, hınzır bir mizah duygusu ile ürkünç bir ölüm –kalım ikilemini başarıyla iç içe geçiren sağlam bir metnin usta işi yönetilmiş, çok iyi oynanmış sahnelenmesi.

‘His’

İskoç yazar Frances Poet’in izleyiciyi ebeveynliğin karanlık dehlizlerinde yolculuğa çıkardığı, belirsizliğin annede oluşturabileceği yıkımı ve mantığını kemirmesini anlatan, güven, korku ve paranoya kavramlarını tartışmaya açan oyunu ‘His’i Uğur Kanbay’ın rejisiyle sahneliyor. Poet, ebeveyn olmanın getirdiği belirsizliklerle içsel korkuları derinlemesine sorgulayan oyununda, çocuk istismarı gibi hassas bir konuyu, doğrudan gözler önüne sermek yerine, gerilim dolu bir psikolojik drama olarak işliyor.

Evlilik yıldönümlerinde oğullarını büyükannesine bırakıp tatile çıkan karı-koca döndüklerinde büyükanne ile torunun keyifli ve sorunsuz zaman geçirdiklerini öğrenirler. Ancak, büyükanne süpermarkette kasa kuyruğundayken çişi gelen oğlanı, yardımcı olmak isteyen nazik bir adama teslim ettiğini, yabancının da çocuğu tuvalete götürüp kısa bir süre sonra geri getirdiğini anlatınca çift çocuğun başına bir şey gelmiş olabileceğinden şüphelenerek tedirgin oluyor. Aşırı korumacı anne dünyadaki pedofili vakalarının bilinciyle, giderek önsezi ve yargı yeteneğini kaybediyor, hislerini kontrol edemez hâle geliyor ve oğlunu tehlikelerden koruyabilmek amacıyla akıl almaz bir yönteme başvuruyor…

Babayı canlandıran Uğur Kanbay, temponun hiç düşmediği usta işi sahnelemesinde, parlak oyunculukların da desteğiyle, 100 dakikayı aşan oyunu izleyiciye soluk soluğa izletiyor. Yılın en önemli oyunlarından, müthiş etkileyici bir metnin çok başarılı yorumu.

Strandom Art House

‘Apsolit’

 Onur Yalçınkaya’nın yönettiği, İbrahim Barulay’ın yazdığı ve oynadığı ‘Apsolit’, sınır köylerden birinde yaşayan ailenin ele avuca sığmaz, hayat dolu oğlu İsmail’in doğudan büyükşehrin sokaklarına uzanan hikâyesini ele alıyor. Ana teması çocukların özgürce yaşama ve düşünme hakkı olan ‘Apsolit’ İsmail’in çocuk ve yetişkin dünyasında iç içe gezinirken, göç, toplumsal eşitsizlik, kentsel dönüşüm, adalet ve dil konularına değiniyor Barulay’ın bu siyasi ve toplumsal olgulara çocuk gözünden bakan usta işi metni, slogancı ve didaktik bir eleştiriden uzak durmayı başarıyor.  

Bildik ‘köyden gelmiş eğitimsiz aile tarafından hayalleri yıkılan yetenekli çocuk’ tematiğini, elinde gitarı, arada şarkı da söyleyerek İsmail’i yaşayan/yaşatan Barulay’ın samimi ve inandırıcı interaktif oyunculuğu her türlü klişeden kurtarıyor. Konusuna derinlikli ve etkileyici bir bakışla yaklaşan etkileyici bir performans.

Tatlı Ekşi Tiyatro & Biletinial

‘Kutsal’

 

İngiliz oyun yazarı, senarist Morgan Llyod Malcolm’un lohusalığının ilk dönemlerinden esinlenerek yazdığı, yeni anne olmuş, sevgi, kaygı, şefkat, endişe, annelikle ilgili beklenti ve gerçekler arasında sıkışmış Nina’nın, bebeğinin devamlı ağlamasının sebep olduğu uykusuzluk ve yorgunluğunu, yabancılaşmasını, yalnızlaşmasını, tutkuyla bağlı olduğu oğlu Ben’in başına bir şey gelebilmesi korkularını anlattığı ‘Kutsal’ı Tuğrul Tülek yönetiyor.

‘Kutsal’ olarak tanımlanan anneliğin katmanlı, karışık, zor bir dönüşüm olduğunun altını çizen, arada ustaca doğum sonrası depresyonuna değinen ‘Kutsal’, sadece anne olmakla ilgili değil, çocuk olmakla, nesiller arası aktarılan öğretilerle de ilgili bir yapım.

Tülek bu kadın oyununu büyük duyarlılıkla, seyirciyi de duygusal olarak metnin içine alarak başarıyla yorumluyor. Oyunculuktan gelmiş birçok yönetmen gibi oyuncu yönetimi kusursuz. Ümmü Putgül ve Neriman Uğur gerçekten çok iyiler ama, oyun boyunca sahneden ayrılmadan Nina’yı yaşayan ve yaşatan, tüm duygusal çalkantılarını seyircinin içine akıtan kuşağının çok iyi oyuncularından Seda Türkmen’in yorumu, başarılı kariyerinde bugüne dek yapmış olduklarını fazlasıyla aşan, yılın en iyilerinden, olağanüstü bir performans.

Craft Tiyatro

‘Yeter’      

Kusursuz üniformaları, yüksek topukları, makyajları, çekicilikleri, samimi ve sevecen olmaya çalışan az biraz yapay gülümsemeleriyle, mesleğe aynı anda başlamış kırklı yaşlarında uçuş hostesleri Jane (Esra Ruşan) ve Toni (Gizem Erdem) birer kadeh atıp erkek arkadaşlardan ya da yenilenecek mutfağın boya renklerinden söz ettiklerinde, önemli mahrem konuları paylaşmayan iş arkadaşları gibidirler. Ancak oyun geliştikçe, kendilerinden de gizledikleri gerçekler ortaya çıkmaya başlar, kadınlığa dair yaralarının çok benzer olduğunu, aslında sorunları farklı da olsa yaşamlarında aynı paydada birleştiklerini fark etmeye başlarlar. İyi bir eş ve üç çocuklu mutlu bir anne görünümünü özenle işleyen Jane’in aslında kendinden nefret ettiği, Toni’nin heyecan verici ve koşulsuz ilişkisinin, onu cinsel olarak taciz eden hatta şiddet gösteren bir erkekte umutsuzca sevecenlik arayışı olduğu anlaşılır.   

İskoç yazar Steff Smith, Jane ve Toni’yi kadınların eş, anne, her şeyi düşünmek zorunda örgütleyici ve olmazsa olmaz, istekli ve daima hazır sevgili olmanın metaforu olarak ele aldığı, duygulu ve kara mizah tonlamalı oyunu ‘enough / yeter’de, istediği kadın olamamanın traji komik boyutunu ustalıkla yansıtıyor.

Son derece ciddi ve karamsar metni izleyiciye ustalıkla, güldürerek, eğlendirerek içiren Gonca Küçükardalı ilk profesyonel yönetmenlik denemesinde çok başarılı. Başarısında oyunu soluk soluğa müthiş uyumlu ve etkileyici bir ikili oluşturan götüren iki has DOT oyuncusunun, Esra Ruşan’la, bir tık öne çıkan Gizem Erdem’in heyecan verici performansının etkisi büyük.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün