•Usta gazeteci Seymour Hersh, ABD´nin İran´a yönelik hava saldırısının medyanın iddia ettiğinin aksine başarılı olduğunu ve nükleer programı yıllarca gerilettiğini yazdı. Hersh´e göre, saldırının başarısız gösterilmesinin ardında Trump karşıtlığı ve siyasi amaçlarla sızdırılan eksik bir rapor bulunuyor. Gazeteci, asıl hedefin Fordo değil, bombanın kritik aşaması için gerekli olan İsfahan tesisi olduğunu belirtti. www.harici.com.tr
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Usta gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin İran’a yönelik hava saldırısının medyanın iddia ettiğinin aksine başarılı olduğunu ve nükleer programı yıllarca gerilettiğini yazdı. Hersh’e göre, saldırının başarısız gösterilmesinin ardında Trump karşıtlığı ve siyasi amaçlarla sızdırılan eksik bir rapor bulunuyor. Gazeteci, asıl hedefin Fordo değil, bombanın kritik aşaması için gerekli olan İsfahan tesisi olduğunu belirtti.
https://harici.com.tr/gazeteci-seymour-hersh-abdnin-iran-saldirisi-medyada-yanlis-yansitildi/
Saldırılar İran’ın bazı nükleer tesislerini imha etmiş ya da ağır hasar vermiş olabilir. Bu da İran’ın kısa sürede yeni nükleer yakıt üretmesini veya bunu silaha dönüştürmesini zorlaştırıyor. Ancak İran’ın vurulmamış gizli tesislere sahip olabileceği ve saldırılardan önce neredeyse nükleer silah seviyesine ulaşmış uranyum stoklarını farklı noktalara dağıtmış olabileceği değerlendiriliyor.
Bazı uzmanlara göre, İran teknolojik engellere rağmen hâlâ bazı nükleer hedeflerine ulaşabilir. Basit bir nükleer cihazın test edilmesi bile, başka ülkeleri caydırma işlevi görebilir.
On İki Gün Savaşı, Orta Doğu'daki nükleer sorunu çözmedi. İran hem ABD'ye hem de Birleşmiş Milletler'in Atom Ajansı'na (UAEA) güvenmiyor. Suudi Arabistan ve Türkiye gibi diğer bölgesel güçler de nükleer strateji seçeneğinin cazibesine kapılabilir.
Bu savaşın şu an için kazananı yok. Neden mi? Çünkü savaş bitmedi. Belki yarın, belki bir hafta, belki bir ay, belki bir yıl sonra aynı manzaralarla karşılaşabiliriz.
İran ve İsrail bölgede üstünlük temelli bir politika izledikleri müddetçe birbirlerine ihtiyaçları olacak. Keza her iki ülkedeki yönetimlerin iç ve dış politikada izledikleri stratejiler birbirlerinin varlığına ihtiyaç duyuyor.
Diğer yandan Çin ve Rusya’nın ABD-İsrail politikaları karşısındaki çaresizliği de bir dengenin oluşmamasında temel etken. Yıllardır Çin üzerine çalışmış bir kişi olarak temel iddiam Çin’in kısa ve orta vadede “süper güç” olamayacağıydı. Uzak vade ise çok uzak. Her soruna “ekonomi” temelli yaklaşarak süper güç hayali kuramazsınız. Diğer yandan Rusya, Ukrayna kriziyle boğuşuyor ve Batıyı meşgul eden her çatışmayı kendisi için zaman kazanma olarak görüyor.
Sonuç mu? Savaş devam ediyor, yalnızca devre arasındayız…
https://www.dunya.com/kose-yazisi/israil-iran-savasi-bitti-mi/783451
12 gün savaşı arkasında cevaplanamayan başlıca temel iki soru bıraktı. Bu sorulardan birincisi İran’ın nükleer tesislerinin tamamen yok edilebilip edilemediği, nükleer silah yapma olasılığının görünür bir gelecek için ortadan kalkıp kalkmadığı. İkincisi ise, İsrail saldırıları başlamazdan önce %60 oranınında zenginleştirildiği ve 400 kilogram civarında olduğu tahmin edilen uranyumun bir başka yere taşınıp taşınmadığı.
ABD’nin İran’ın üç nükleer tesisini vurduğu 22 Haziran’dan bir gün sonra basına sızdırılan bir istihbarat raporunda, Başkan Trump’ın beyanlarının aksine Fordo’ya verilen zararın sınırlı kaldığının belirtildiği görülünce televizyon sunuculuğundan bozma Savunma Bakanı Hegseth ile Genelkurmay başkanı General Dan Caine apar topar düzenledikleri ortak basın toplantısında Trump’ı güçlü ifadelerle desteklediler.
Ancak, bu konudaki tartışmalara Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi koydu. İran’ın sıradan bir devlet olmadığını söyleyen Grossi, İran’ın uranyum zenginleştirilmesi konusunda gerekli bilgi birikimine ve endüstriyel mühendislik donanımına sahip olduğunu, yeniden nükleer silah geliştirme programına başlamasının ay meselesi olduğunu açıkladı.
Nükleer tesislerde zenginleştirildiği düşünülen 400 kg uranyumun akibeti ise tespit edilemiyor.
Uluslararası hukukta devletlerin iki istisnasıyla güç kullanmaları yasaklanmıştır. Bu istisnalardan birincisi Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde vücut bulan meşru müdafaa hakkı. İkincisi ise BM Güvenlik Konseyi onayı ile yapılan askeri harekatlar.
12 gün savaşında güç kullanılırken bu koşullardan hiçbirine uyulmadı. Olsa olsa sadece İran’ın kendisini savunma hakkından söz edilebilir. ”İran’ın ileride nükleer silah yapabilmek yeteneğine sahip olmasından korkuyorum öyleyse vurma hakkım vardır” diye bir kuralı kitap yazmıyor. Benimle iyi geçinmeyen rejimleri güç kullanarak değiştirmeye kalkışmanın da amiyane tabiriyle “ya benimlesin, ya da kara toprağın” demekten bir farkı yok.
İran bundan böyle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansıyla (UAEA) iş birliği yapmama kararı alarak ajansın denetçilerini ülke dışına gönderdi. Parlamentonun bu kararı hafta içerisinde Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan tarafından da imzalanarak yürürlüğe girdi.
Acaba İsrail şimdi UAEA denetiminden çıkmış mollaların iktidarını sürdürmeye devam ettiği böyle bir İran’la kendisini daha mı güvende hissedecek?
https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-gogus/12-gun-savasinin-ardindan,50573
Gallup’un son anketine göre, Amerikalıların sadece yüzde 46’sı İsrail’e destek veriyor. Bu oran son 25 yılın en düşük seviyesi. Filistinlilerle empati duyanların oranı ise 2003’te yüzde 13 iken bugün yüzde 33.
Protestolar çoğunlukla barışçıl olsa da, bazı yerlerde Hamas’a övgü ya da Yahudilere yönelik şiddet içeren eylemler görüldü.
Washington DC’de İsrail Büyükelçiliği çalışanı iki kişi, Filistin adına hareket ettiğini söyleyen biri tarafından öldürüldü. Colorado’da ise bir kişi İsrailli rehineler için yürüyen grubu molotofla hedef aldı; bir kadın hayatını kaybetti.
İslamofobik saldırılar da yaşandı. Chicago’da bir kişi, 6 yaşındaki Filistinli Amerikalı çocuğu Müslüman nefretiyle öldürdü.
ABD üniversitelerinde protestolar sık sık polis müdahalesiyle sonuçlanıyor. Columbia Üniversitesi’nde 2024’teki “Gazze Dayanışma Kampı”nda 100’den fazla kişi tutuklandı.
Glastonbury Müzik Festivali’nde punk rap ikilisi Bob Vylan, “IDF’ye ölüm” sloganı attı; ABD yetkilileri grubun vize başvurusunu reddetti.
7 Ekim 2024’te Columbia Üniversitesi’ndeki öğrenci hareketi, “her türlü direnişle özgürleşme” çağrısı yaptı. Bu görüşler çoğu öğrenciyi yansıtmıyor, ancak İsrail’e yönelik bakış açısındaki değişimi gözler önüne seriyor.
Pek çok Yahudi öğrenci dışlandığını hissederken, Yahudi olmayan öğrenciler Filistinlilere sempatiyle yaklaşıyor.
Trump yönetimi, üniversitelerde antisemitizmin yaygınlaştığını savunarak kurumları hedef alıyor. Sağlık Bakanlığı, Columbia Üniversitesi’ni Yahudi öğrencilere yönelik tacizlere “kasıtlı kayıtsızlıkla” suçladı.
Demokrat senatörler ise Trump’ı, antisemitizmi siyasi bir koz olarak kullanmakla suçladı.
İsrail, 7 Ekim’den çok önce uluslararası eleştirilerin hedefinde bir ülkeydi. BM onlarca kınama kararı aldı. Ancak savaşın ardından bu kınamalar şiddetlendi. İspanya, Norveç ve İrlanda Filistin devletini resmen tanıdı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un da aynı adımı atması bekleniyor.
Bu hamleler Netanyahu’nun hükümetini öfkelendirdi. Macron, “Yahudi devletine karşı haçlı seferi” düzenlemekle suçlandı.
Ama emekli General Amidror gibi isimler, bu eleştirileri önemsemiyor:
Amidror “İsrail’in kendini savunma ve düşmanlarından kurtulma yeteneği, uluslararası toplumun İsrail hakkındaki görüşünden çok, çok, çok daha önemli” ifadelerini kullandı.
Bu çatışmalarda İran’ın İsrail topraklarını yoğun bir füze ateşine tabi tutması olağanüstü bir başarıdır; çünkü kurulduğu 1948 yılından bu yana İsrail yerleşim alanları hiçbir devlet tarafından kapsamlı bir şekilde bombalanamamıştı. Bağımsızlık ilanının hemen ardından başlayan 1948-49 savaşında İsrail üç Arap devletine (Mısır, Suriye, Ürdün) karşı savaşmış; buna karşılık Altı Gün Savaş’ında bu üç devlete aniden saldırarak üçünü birden feci bir yenilgiye uğratmış; 1973 Savaşı’nda ise kendisi baskına uğramış ama hiçbirinde toprakları, yerleşim yerleri savaştığı ülkelerin hava kuvvetleri tarafından doğru dürüst hava akınlarına uğramamıştı.
Oysa bu savaşların son ikisinde – ilkinde hava kuvvetleri pek yaygın kullanılmamıştı – İsrail, Mısır, Suriye ve Ürdün’ün başta başkentleri olmak üzere önemli merkezlerini yoğun hava bombardımanı altına almıştı. İran ile çatışmalarda da hava kuvvetleri açısından İsrail’in üstünlüğü açık olmakla birlikte İran’ın füzeler konusundaki tartışmasız üstünlüğü İsrail topraklarının her karışını hedef haline getirdi. Bunun kısa ve orta vadede İsrail halkı üzerinde yaratacağı etki ciddiye alınmalıdır. Büyük bir çoğunluğunun çifte pasaport sahibi olduğu İsrail vatandaşları için hükümetin çatışmalar sırasında güvenlik gerekçesiyle ülkeyi terk etmelerine izin vermemesi bu tezi güçlendiriyor.
Çatışmaların ardından ilk soru bu ateşkesin kalıcı olup olmayacağıyla ilgilidir. İsrail bugüne kadar devletlerle giriştiği savaşların ardından imzalanan ateşkes süreçlerine büyük ölçüde uymuş olmakla birlikte Hamas ve benzeri aktörlere – Hizbullah kısmen istisna- karşı aynı şekilde davranmamıştır. İran gibi bir devlet aktörüne karşı tavrının ne olacağı önemli bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. Öte yandan ateşkes kalıcı olsa bile İsrail ve Amerika’nın rejim değiştirme fikrinden vazgeçmiş olduğunu düşünmek fazla iyimserlik olur.
İran’ın dünya kamuoyunda ciddi bir sempati kazandığı İsrail’in ise Gazze soykırımın ardından saldırganlığını sürdüren ülke görüntüsü vermesinin somut olarak mücadele alanına nasıl yansıyacağını şu anda tahmin etmek pek kolay olmasa gerektir. Trump’ın İsrail için yapabileceklerinin sınırları olduğunun açıkça görüldüğü bu dönemde İsrail’in çok kutupluluğu bir veri kabul ederek dış politikasını ve güvenlik politikalarını değiştirmesi pek güçlü bir ihtimal olarak karşımıza çıkmıyor.
https://harici.com.tr/alti-gun-savasindan-on-iki-gun-savasina/
Çin’in çatışmaya verdiği ilk yanıt ise dışişleri bakanlığı düzeyinde şiddetin tırmanmasını muğlak bir şekilde kınayan, İsrail-İran anlaşmazlığının barışçıl bir yollarla çözülmesi çağrısıyla sınırlı kaldı. Açıkçası dünyanın herhangi bir yerinde bir kriz patlak verdiğinde aşağı yukarı bütün ülkeler benzer genel-geçer diplomatik bir açıklama yapar. Sonrasında krizin gidişatına göre pozisyonlarını belirginleştirirler. Bölgesel ve küresel aktörlerin birçoğu İsrail’e yönelik eleştirilerini netleştirirken Pekin’in tutumunu -elinde bulundurduğu ve temsil ettiği diplomatik, askeri, ekonomik güçle orantılı olarak- belirginleştiremediği ve kararsız kaldığı görülüyor.
Ayrıca, İsrail’in İran’a saldırısı öncesinde Moskova-Pekin-Tahran üçlü toplantılarla İran’ın nükleer meselesini barışçıl yollarla çözülebilmesi için alternatif görüşmelerde bulunuyorlardı. İsrail’in bu görüşmeleri ve süreci dikkate almadan İran’a saldırmasının hem Rusya’da hem de Çin’de hayal kırıklığına ve kızgınlığa neden olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.
İsrail medyasında Çin’in İran’a kargo uçaklarıyla füze yapımında kullanılabilecek malzeme yardımı yaptığı iddia edilse de şimdiye kadar Pekin, tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak İran’a doğrudan somut bir destek sunmaktan büyük ölçüde kaçındı. Çin’in, İran’a güçlü ve somut bir destek vermeyerek kendisini krizin dışında tutmaya çalıştığını ve dolaylı yoldan Tahran’a krizi tırmandırmama baskısı yaptığını söyleyebiliriz. Özetle Pekin krizin nasıl evrileceğini görmek üzere temkinli bir bekleyiş içinde…
https://fikirturu.com/jeo-politika/israil-iran-savasi-cinin-tutumu-nasil/
"Trump'ın Ortadoğu Planı ve bunun içinde Gazze'nin geleceği"
Bu hafta bunun cevabını bulmaya çalışacağız
Trump, Ortadoğu'da bir "istikrar iklimi" oluşturmaya çalışıyor. Bu Netanyahu'nun ufkunun ötesinde. Ve Trump, "Gazze'nin geleceğini" bu istikrar iklimi içinde bir yere konumlandırmak istiyor.
Netanyahu'nun politik hayatını bitirecek acı karar: "Filistin Devletinin kurulmasına onay vermesi" olur. Ama doğrusu olur. İsrail toplumunun menfaatine uygunu da olur.
İsrail CB'ı Herzog, Netanyahu'ya "acı kararları almaktan çekinme" dedi, O'nu ABD'ye uğurlarken.
İsrail; Trump'ın "istikrarlı Ortadoğu Planı içinde" kabul görebilecek, faydalar elde edebilecek, kendi merkezli faydalar değil.
Neler olabilir?
1. HAMAS'ın; siyasi veya askeri konfigürasyonlar içinde olmaması, neredeyse uzlaşılmış konu. Türkiye ve İran itiraz edebilir, ama sonuç değişmez.
2. HAMAS'ı desteklesin desteklemesin, Filistin meselesi ile ilgili her ülke, Netanyahu'nun "Filistin Devleti için bir vizyon benimsemesini" talep ediyor. Küresel bir uzlaşı var bu konuda. Bu olmadan da, meseleye ılımlı pencereden bakan hiçbir devlet, İsrail'in aksi yöndeki adımlarına ve Trump'ın "istikrarlı ortadoğu planına" onay vermeyecektir. Bu, Netanyahu'nun alacağı "acı karar" olacaktır. Ama gelecek nesiller açısından makul karar olacaktır.
3. Gazze'den sürgün olmayacak. Ama Gazze savaşın değil, barış ve işbirliğinin coğrafyası olması için, muhtemelen bazı tedbirler, Trump tarafından da kabul edilecek. Mesela, HAMAS'ın; Lübnan'daki Hizbullah gibi, "sivil hükümetten çekilelim ama silahları bırakmayalım" talebi veya "silahları bırakalım ama sivil hükümet ve bürokraside adamlarımız olsun" talebi, kabul görmeyecek, HAMAS'ın silahlı ve silahsız tasfiyesi benimsenecektir.
4. Gazze'ye insani yardımların; bütün güçlüklere rağmen, ABD'nin "Gazze İnsani Yardım Vakfınca" gerçekleştirilmesinde ısrar edilecek.
5. Yeni Gazze yönetimi için karma bir model bulunabilir. FKÖ ve Gazzeli yerel Kabileler ve teknokratlardan oluşan bir kombinasyon benimsenebilir. Netanyahu FKÖ'yü istemese bile Arap devletlerinin baskısı galip gelir kanısındayım.
6. İsrail ordusu 5 Tümenle, Gazze'de kalmaya devam eder. Gazze'deki mülteci kamplarına odaklanır. İnsani yardımların güvenle akışında rol alır ve İsrail Gazze sınırında geniş bir tampon bölge ile Filedelfiya koridorunu tutar. Sivil hükümetin otorite tesis etmesine pararlel çekilir.
Netanyahu; bu plana evet dediğinde, kendi siyasi geleceği ve aşırı sağcılarla kurduğu hükümeti de eleştirilerin odağı olacaktır.
Siyasete yeniden dönen eski İsrail BB'ı Bennett; "sürecin yıprattığı siyasetin ortasında" yeni bir lider olarak ortaya çıkacaktır.
"İstikrarlı Ortadoğu istemeyenler", silahlı mücadeleden, olan bitene rağmen, medet umanlar, elbette bu "oyunu" bozmak için, ellerinden geleni yapmaya çalışacaktır.
"Filistin Devltinin kurulmasını" siyasi geleceğinin sonu gibi gören "sağcı Netanyahu" için, zor bir görüşme olacak.
Trump boşuna demedi "O bir kahraman mahkemeleri bitirin".
Netanyahu, "kahramanlara yakışır şekilde" uğurlanabilir.
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1942147545473417590
Netanyahu; düngece yapılan "Güvenlik Kabinesi Toplantısında", hem koalisyon ortaklarından hem de askerlerden "direnişle" karşılaştı
Aşırı sağcı koalisyon ortakları BenGvir ve Smotrich (ikisi de bakan ve parti lideri); "tam işgal, gazzelilere yapılan insani yardımın kesilmesi ve Gazze'den göçün teşviki" yönünde görüşleri var ve Netanyahu'nun politikalarını desteklemiyorlar.
Genelkurmay başkanı Zamir ise; "İnsani yardımların ordu üzerine getirdiği yükten" rahatsız gözüküyor. İnsani yardımla ordunun meşgul olmasını, zayiat getiren yorucu bir iş olarak görüyor.
Netanyahu; insani yardımların HAMAS'ın eline geçmemesi için, ABD'li Gaza Humanitarian Foundation (GHF) üzerinden, İsrail ordusu ile işbirliğinde yardımların dağıtılmasını, Gazze politikasının bir enstrümanı haline getirdi. Ve bunda ısrar ediyor.
Netanyahu; HAMAS'ın insani yardımları ele geçirip, para ile sattığı ve kendisini bunun üzerinden finanse ettiği veya en azından prestij sağladığı kanaati taşıyor. Ve bu nedenle, İsrail ordusunun bunu önlemesini istiyor.
Netanyahu; hem güney Gazze'de hem de kuzey Gazze'de "İnsani yardım şehirleri" kurulmasını istiyor.
Bu ordu için, "savaştan dikkatlerin uzaklaşması ve zayiat verilmesi" anlamı taşıyor.
Dün geceki kabine toplantısında, Netanyahu, hem koalisyon ortaklarını hem de ordu yönetimini aştı ve "insani yardımları tüm Gazze'ye yaygınlaştırma kararı" çıkardı.
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1941783889401266510
Gazze’de insani yardım almak isteyen sivillere ateş açma emri aldıklarını söyleyen İsrail askerlerinin açıklamalarına yer veren Haaretz gazetesinin haberi tüm dünyada yankı uyandırdı. Yüzlerce Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan bu saldırıların ardından askerî savcılık inceleme başlatırken Netanyahu ve Katz iddiaları reddederek “iftira” olarak nitelendirdi.
https://fikirturu.com/dunya/israil-ordusunun-olum-tarlalari/
Teknik ve askeri değerlendirmelerin ötesinde, İran'ın iddiasını doğrulamasının en inanılır yolu, gövdedeki görünür bir seri numarasının da yer aldığı bir enkaz görüntüsü yayınlamak olurdu. Ancak şu ana dek hiç böyle bir kanıt ortaya konmadı. Bunun yerine, farklı uçak enkazlarının fotoğrafları kullanılarak, yapay zekayla üretilmiş fotoğraflar ya da Ukrayna'da düşürülen Rus jetlerine ait fotoğraflar dolaşıma sokuldu. Bunların hiç biri bağımsız medya ya da güvenilir askeri uzmanlarca kanıt olarak görülmedi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cvg633j3ydxo
https://www.bbc.com/turkce/articles/c3vd1x0wggwo
https://www.bolgearastirmalari.com/_files/ugd/3ce997_5c5d03ebfda94ac5af254714f8cd9eae.pdf
İspanya'nın farklı tutumunun kökenlerini araştırdığımızda 800 yıllık Endülüs mirası öne çıkıyor. Endülüs (711-1492), İber Yarımadası'nda Arapların etkisi altında bulunan bölgelere verilen isim. Müslümanların İber Yarımadası'ndaki varlığı en son Moriskoların 1609 yılında İspanya'dan Müslümanlığı bırakmadıkları için göçe zorlanarak sınır dışı edilmesiyle son buldu.
1492'de Gırnata'nın (Granada) düşmesi üzerine İspanya'da müslüman hâkimiyetinin tamamen son bulmasının arkasından yarımadanın Katolik çerçevede bütünleşmesi hedeflendi. Bu politikanın tabii sonucu olarak önce ülkedeki yahudi toplulukları bir kısmı zorla hıristiyanlaştırılmak, bir kısmı ise sürgüne gönderilmek suretiyle tasfiye edildi.
İspanya'nın bu tarihsel tecrübesi, günümüzde Gazze'deki soykırım iddialarına karşı daha duyarlı olmasında etkili olduğu değerlendiriliyor. İspanyolca'da hâlâ kullanılmakta olan Guadalajara, Guadalquivir gibi nehir ve vadi isimleri; Medinaceli, Albacete, Calatayud gibi şehir ve kale isimleri; İspanyolca'daki toplam Arapça kelime sayısı 4000'in üzerinde ve Endülüs medeniyetinden bugüne uzanan canlı kökler olarak önem taşıyor.
Uzmanlara göre İspanya’nın bu tavrı sadece dış politika değil, aynı zamanda iç politik strateji. Sosyalist hükümetin tabanı, Filistin yanlısı duyarlılıklarla şekillenmiş durumda. Ayrıca, İspanya'nın tarihsel olarak sömürgecilik karşıtı çizgisi, İsrail’e yönelik eleştirileri daha cesur bir zeminde dile getirmesine neden oluyor.
Sonuç olarak da Madrid yönetimi, Avrupa'da tek başına kalma riskine rağmen bu politikasını sürdürme kararlılığında görünüyor.
BOB MARLEY'İN TORUNLARI İSRAİL'DE YAŞIYOR.
Evet, Bob Marley'nin İsrail'de yaşayan ve Yahudi olarak yetiştirilen torunları var. Bob Marley'nin oğullarından biri olan Ziggy Marley, Orly Agai adında bir İsrailli kadınla evlendi ve çocuklarını Yahudi inancına göre yetiştiriyorlar. Oğullarından biri olan Abraham Marley, yakın zamanda İsrail'de Bar Mitzvah'ını kutladı.
https://x.com/Toni_Airaksinen/status/1940887131708170647
Dün Fauda 💪🏻🤩🙏🏻🎗️ setinde geri dönen rehinelerden beşini ağırlamaktan onur duyduk.
https://x.com/FaudaOfficial/status/1940361920189764020