Doğa yanarken vicdan da kül olmasın
Geçtiğimiz hafta İzmir'in çeşitli bölgelerinde meydana gelen orman yangınları, yalnızca binlerce hektarlık alanı değil, aynı zamanda toplumu da derinden etkiledi. Ne yazık ki, Türkiye'nin yangın geçmişi uzun süren acı tecrübelerle doludur. Ancak her felaketten sonra, önce şok, ardından kısa bir toplumsal tepki ve ardından sessizlik, doğal alanların korunmasında ciddi bir politika eksikliğini göstermektedir.
Nur Şaul Barakas
İzmir'in Menderes, Selçuk ve Buca ilçelerinde meydana gelen yangınlar kısa sürede geniş alanlara yayıldı, köylere yaklaştı ve yerleşim yerlerini tehdit etti. Kontrol altına alınmaları uzun sürdü. Çok sayıda hayvan, ağaç ve mikroekosistem yok oldu, hem havadan hem de karadan yapılan yoğun müdahalelere rağmen. Bu tür durumlarda en çok zarar görenler sesi çıkmayanlar: doğa ve onun sakinleri.
Yangınlardan korunmak için ne yapmalıyız?
Orman yangınları genellikle insanların sorumluluğundadır. Ormanlarımızın en büyük tehditleri, özellikle yaz aylarında piknik ateşleri, sigara izmaritleri, anız yangınları ve kasıtlı çıkarılan yangınlardır. Bu durumda, hem bireysel hem de kurumsal olarak sorumluluk alınması gerekir.
1. Farkındalık ve eğitim çalışmaları
İnsanların ormanlık alanlara girerken dikkatli olmalarını sağlamak için sürekli farkındalık kampanyaları yürütülmeli. Yerel yönetim duyuruları, kamu spotları ve sosyal medya kampanyaları, yangın sezonu başlamadan kamuoyunu bilgilendirmeli.
2. Cezai yaptırımlar ve denetim
İzinsiz ateş yakmak veya mangal yapmak gibi ormanlık alanlara yasa dışı girişler kesin olarak denetlenmeli ve caydırıcı cezalar uygulanmalı. Bu tür ihlaller özellikle tatil bölgelerinde oldukça yaygın.
3. Önleyici tedbirler
Dronelar, yangın erken uyarı sistemleri, yangın gözetleme kuleleri ve uydu sistemleri daha iyi kullanılmalı. Her dakika yangına ilk müdahalede hayati önem taşıdığından, bu süre en aza indirilmeli.
4. Yerel yönetimlerle işbirliği yapmak
Muhtarlıklar, köy birlikleri ve yerel sivil toplum kuruluşları ile daha fazla iletişim kurmalı ve birlikte çalışmalıdır. Yangın riski taşıyan bölgelerde, çalıların ve orman altı örtüsünün temizlenmesi gibi önleyici önlemler alınmalıdır.
Yangın sonrası yeniden yeşermek: Doğanın zamanı oysa doğa, kendi hızında iyileşmek ister. Yangından zarar gören alanların yeniden ormana dönüşmesi, bazen yirmi ila otuz yıl, hatta bazen daha uzun sürebilir. Maki ve kızılçam gibi türler özellikle kendi kendine toparlanabilir. Ancak bu süreçte dışarıdan yapılan bilinçsiz müdahaleler, ekosistemin dengesini daha da bozabilir.
Doğal rejenerasyon: Yangın bölgelerinde doğa kendini yenilemelidir. Bu süreç boyunca, orman mühendisleri ve bilim insanları tarafından yapılan gözlemlerle hangi alanlarda dikim yapılması ve hangi alanların doğal sürece bırakılması gerektiği belirlenmeli. Aksi takdirde yangın tehlikesi doğar.
Yangın alanlarının imara açılması: Kamu vicdanını yakan asıl tehlike… Yangın alanlarının bir süre sonra otel, villa, yol veya konut projelerine açılması, belki de en çok tartışılması gereken konu. Ne yazık ki, Türkiye geçmişte benzer yangınlardan sonra imar planlarında değişiklik yaparak bu alanların ranta açıldığını gördü. Bir kez daha, doğa sermaye karşısında savunmasız bırakılmakta ve bu durum, kamuoyunun tepkisine yol açsa da çoğu zaman hukuki süreçleri etkisiz bırakmakta.
Anayasa'nın 169. maddesi, "Yanan orman alanları yeniden ağaçlandırılır; başka bir amaçla kullanılamaz" diyor. Bununla birlikte, mevzuatın açık hükmüne rağmen, bu alanların imara açılması için çeşitli yöntemler kullanıldığı bilinmektedir. Hukukun olduğu yerde kamu yararı niçin işlememekte?
Art niyetli işletmeler ve yapı manipülasyonları
Basında ve kamuoyunda, bazı inşaat şirketlerinin orman yangınlarını fırsata çevirmeye çalıştığı iddiaları sıklıkla görüyoruz. Doğal afetler nedeniyle boşalan arazileri imara açmak için bu tür şirketler lobi faaliyetleri ve planlama süreçlerini kullanır. Bu nedenle, yangının doğrudan değilse de dolaylı olarak bir ‘planlı’ eylem olduğu şüphesi ortaya çıkıyor.
Şeffaflık ve kontrol
Bu noktada, devletin ilgili kurumları sorumluluk almalıdır. Yangın sonucunda zarar gören bölgelerin tapu, kadastro ve imar planları halkla paylaşılmalıdır. Ayrıca, bu bölgelerin en az otuz yıl süreyle özel denetime tabi tutulması gerekir. Gerekirse, bağımsız bir çevre denetleme kurulunun kurulması gerekir.
Sonuç olarak bir orman yanar, bin vicdan küle döner. İzmir'deki yangınlar bize bir kez daha sadece doğayı değil, geleceğimizi de kaybettiğimizi gösterdi. Her yanan ağaç, bir kuşun yuvasını, gelecekteki bir çocuğu ve bir toplumu yok ediyor. Yangınları sadece bir doğal olay olarak görmek çok yanlış. Bu sorunların kaynağı denetimsizlik, bilinçsizlik ve çoğu zaman çıkar odaklı politikalardır.
Doğayı sadece bir kaynak olarak değil, bir yaşam alanı olarak görmeliyiz ve toplum olarak onunla olan ilişkimizi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Aksi halde bugün İzmir, yarın başka bir şehir, öbür gün ise tüm ülke kül olabilir.
Bir ağacın büyümesi yıllar alır, ama onu kaybetmek sadece birkaç dakika sürer. Bu nedenle ormanlarımızı korumak herkesin sorumluluğudur yalnız devletin değil. Doğaya karşı işlenen herhangi bir suç, insanlığa karşı işlenen herhangi bir suçtur.