Cihangir Atölye Sahnesi ‘Kâtip Bartleby’
Wall Street'te bir avukatın yeni işe aldığı, yazıhaneye herkesten önce gelip herkesten sonra çıkan çalışkan kâtip Bartleby’nin tek bir sorunu vardır: kendisine verilen bazı işleri ‘yapmamayı’ tercih eder.
Herman Melville’in 1853’te yayımlanan ‘Bartleby, the Scrivener: A Story of Wall-Street’ adlı öyküsü, günümüze dek psikoanalitik, tarihsel, felsefi, ekonomi politik yorumlarla ele alınmış, hâlâ çağının ötesinde bir metindir.
Muhammet Uzuner, öyküyü ‘Kâtip Bartleby’ adıyla sahneye uyarlayıp yönetirken, son derece ilginç edebi metni, heyecanla izlenen dört dörtlük bir tiyatro oyununa dönüştürmüş. Öyküye teatral karşılık oluştururken, Bartleby dışında, her birini sistemin bir öğesi olarak gördüğü hiçbir karaktere isim vermemiş. Kusursuz beden dili, mimiksiz yüz ifadesi ve defalarca tekrarladığı tek repliğiyle Kerem Aktı’nın ustalıkla yorumladığı Bartleby bile bir karakter değil, bir düşüncenin simgesi; vicdanlı avukat da tam olarak bir kişilik değil, tüm iyi niyetine karşın kapitalist zihniyetin ürünü bir tip.
Cihangir Atölye Sahnesi ‘Ayak Bacak Fabrikası’
Araştırmacı yazar, kuramcı ve uygulamacı tiyatro insanı Sermet Çağan’ın (1929-1970) gerçek bir olaydan, Anadolu'da bir köy halkının açlık nedeniyle, kendilerine tohumluk olarak verilmiş ilaçlı buğdayı yiyerek köyce sakat kalmalarından yola çıkarak 1962’de yazdığı ‘Ayak Bacak Fabrikası’, orta oyununun yabancılaştırmasını çağcıllaştıran, köy seyirlik oyunlarının soyutlama ögeleriyle grotesk ve kara mizahı başarıyla iç içe geçiren, şarkılı türkülü, izleyiciyle birebir iletişim kuran, gelenekseli güncelleştiren biçemi ve toplumcu gerçekçi konusuyla, çağcıl tiyatromuzun temel taşlarından biri, Türk epik tiyatrosunun da öncülüdür.
Oyunu farklı ve güncel bir yorumla yöneten Muhammet Uzuner’in dur durak bilmeyen, izleyeni de nefessiz bırakan yalın, anlaşılır, metni özüne indirgeyen 65 dakikalık yorumu 60 yıldır sık sık sahnelenmiş oyunun tüm mesajını seyirciye başarıyla aktaran, sanırım ki en etkileyici sahnelemelerinden biri.
Proje Kronotop ‘Kral Ölüyor’
Absürt tiyatronun babası Eugène Ionesco, yaşamın en anlamsız oluşumu, reddettiğimiz, görmezden geldiğimiz, hazırlıksız yakalandığımız, ama hep var olan o kaçınılmaz sonla, hınzırca dalga geçen ‘Le roi se meurt / Kral Ölüyor’ oyununda, ölüm geldiğinde yaşama doyamayışımızı, can çekişen Kral Béranger’nin inkârdan isyana ve kabullenmeye geçişini çok kısa bir zamana sığdırarak trajikomik dil ve biçimle yansıtır.
Proje Kronotop’un ilk oyunu Ionesco’nun 1962’de yazdığı ‘Kral Ölüyor’, insanın merkeziyetini sorgulayan Posthümanist bir dramaturgi ile bilim kurgu tiyatrosu dinamiklerini harmanlayan farklı ve yenilikçi bir bakışla ele alıyor. Yönetmen Ülkü Şahin’in doktora çalışmasından yola çıktığı oyun, kralın ölümünü yalnızca bireysel bir son olarak değil, insan-merkezli bir dünyanın sonu ve insan-sonrası bir varoluşun başlangıcı olarak ele alıyor.
Yaşamın aynası olarak kabul ettiğimiz tiyatroya bitki, hayvan, insan, artık hayatımıza girmiş robotlarla siborg ve yapay zekâyı ilk kez dâhil eden bu ilginç çalışma neredeyse birebir korunmuş metni benzersiz bir ‘oyuncu’ kadrosuna emanet ediyor:
Oyunun tek gerçek insanı, sonunun geldiğini kabullenmeyen Béranger’nin korkularını, şaşkınlıktan kızgınlığa ve kabullenmeye geçişini, çok inandırıcı ve müthiş komik bir tonlamayla yansıtan Erdal Devrim Aydın. Krala yolculuğunun sonuna dek eşlik eden, mantığın, gerçekçiliğin ve sağduyunun sembolü, belki de yapay zeka tarafından yeniden yaratılmış soğuk ilk eşi Kraliçe Marguerite’i Derya Alabora’nın her tür duygudan arınmış dış sesi, İkinci Kraliçe Marie’yi Cemre Buğra Ün’ün ekrandan gelen komutlara mekanik bir beden diliyle uyan gelişmiş androidi, Marguerite’in tek desteği hekimi, anlayamadığımız müziğinin dediklerini ekrandaki açıklamalardan takip ettiğimiz bir bitki, orduyu ve krallığın gücünü simgeleyen muhafızıysa dünya tatlısı, zeki ve sevimli köpek Gölge canlandırıyor.
Tiyatronun gelecek evriminin de parçası, sadece sezonun değil, son zamanların en ayrıksı ve ilginç çalışmalarından...
İstanbul Devlet Tiyatroları ‘Işıltılı Haşerat’
1964 doğumlu çok yönlü İngiliz sanatçı Philip Ridley’in 2015’te yazdığı, hayallerindeki evi elde etmek için genç bir çiftin ödemesi gereken bedel üzerinden konut krizini ve tüketim çılgınlığını ironik bir bakış açısıyla ele alan, vahşi kapitalizm alegorisi ‘Radiant Vermin / Işıltılı Haşerat’ kapkaranlık, müthiş de komik bir güldürüdür. Oyun izleyicilere rüya evlerini nasıl elde ettiklerini anlatma çabasıyla başlar.
Emre Basalak, ‘in-yer face / yüzüne tiyatro’ akımı içinde yazmaya başlayan, metinlerine oyuncuyla seyirciyi birebir ilişkilendiren interaktif bir boyut katan Ridley’in interaktif tadını öne çıkaran sahnelemesinde, hikâye anlatıcılığıyla fiziksel tiyatroyu ustaca harmanlayarak bu aykırı, ayrıksı ve hınzır çağcıl yazara parlak bir yorum getiriyor. Oyuncu yönetimi de dört dörtlük.
Echoes Sahne & Ma Platform ortak yapımı ‘Khôra’
Salih Usta’nın yönettiği ‘Khôra’, bu dünyanın, özellikle bu coğrafyanın sanatçılarının, güncel meseleleri ve reel politiği, bireysel ve sanatçı sorunlarını da odağa alarak, “biz şimdi bu koşullar altında nerede duruyoruz?” sorusunu beden, ses ve metin üzerinden sormaya çalıştıkları, tiyatroyu, müziği, dans tiyatrosunu ustalıkla harmanlayan disiplinler arası bir çalışma.
Anlatılması çok güç, izlenmesi müthiş zevkli ve keyifli bir performans. Berfu Aydoğan, Ferhat Akgün, Nilsen Arıbaş, Tanıl Yöntem’in dur durak bilmez devinimleri, Berfu’nun muhteşem sesi, uyumlu şarkıları, dört dörtlük oyunculuklarıyla çok etkileyici bir gösteri.
Olmadı Kaçarız Yapım ‘Havuz (Su Yok)’
Mark Ravenhill’in 2006’da yazdığı, arkadaşlık kavramını artıları ve eksileriyle didik didik eden, bununla da yetinmeyerek başkalarının yaşadıklarını bir sanat projesine dönüştürmenin etik boyutunu irdeleyen oyunu ‘Pool (No Water) / Havuz (Su Yok)’ ötekinin başarısının var ettiği ikiyüzlülüğe, içgüdüsel kıskançlığa ve hınca odaklanarak kirli gerçekleri ve konuşulamayanları konuşabilmesiyle müthiş sağlam ve çarpıcı bir oyun.
Evine davet edildikleri arkadaşlarının sanatsal ve parasal başarısından mutluluk duyduklarını söyleseler de, onun başarıp kendilerinin başaramadıklarına hasetleri hissedilen dört başarısız sanatçı arkadaş beşinciyle yıllar sonra buluştuklarında, yanlışlıkla boş havuza atlayan ev sahibesi ciddi bir kaza geçirir. ‘Arkadaşları’, ambülans çağırıp hastaneye birlikte gitmek, doktorlarla görüşmek, uyanıp uyanamayacağı komadan çıkmasını beklemek için evine fiilen yerleşmek dâhil, onun için her şeyi yapar. Komada yatarken resimlerini çekmeye başlayan dörtlü bunu bir sanat projesi olarak görse de maddi bir getirisi olacağının farkındadır. Kadın uyanıp iyileşme sürecine girdiğinde kızacağına, tüm düzelme safhalarını resimlemeye devam etmelerini ister. Bir türlü ulaşamayacakları şöhreti ve parayı getirebilecek proje giderek dört arkadaşın elinden çıkmaya, iyileştikçe kontrolü eline alan beşincinin malı olmaya başlar…
Mark Ravenhill’in sağlam metninin yöneten Mert Öner’in yaratıcı, yetişmiş olduğu DOT’un en iyi işlerinin tadını anımsatan sahnelemesi usta işi. Adları bile belirlenmemiş dört karaktere derinlikli birer kişilik, birer ruh üflemiş. Yaşamla ölüm, başarıyla fiyasko, sevgiyle nefret konularını rahatlıkla tartışan, kendilerini sorgulayan, kimi zaman kendini haklı çıkarırken kimi zaman kıyasıya yargılayan, dur durak bilmeyen beden kullanımları ve tükenmeyen enerjileriyle sahnede adeta fırtına gibi esen dört aktörün ekip oyunculuğu doğal, rahat ve müthiş inandırıcı. Kendisinden sadece söz edilse de oyunun asıl başkarakteri olan beşinciyi, birkaç manken parçasıyla, bir el, bir kafa, bir yarım gövde, bir kol ve bir tek ayakla var ederek oyuna dâhil etmesi müthiş etkileyici.