AIDS salgını travması

´ALPHA´ Julia Ducournau´nun en kişisel filmi

Viktor APALAÇİ Sanat
9 Temmuz 2025 Çarşamba

Önceki iki filmi gibi body horror türüne sadık kalan Ducournau, çılgın tempolu mizansen eşliğinde seyircisini rahatsız etmeyi sürdürüyor. Bu psikolojik korku filmi, AİDS salgınının toplumda yarattığı korku ve dalgalanmayı konu alıyor. Film, iki kayıp ruhla uğraşmak ve çözüm bulmak zorunda olan bir hastane çalışanının dramını anlatıyor.

Julia Ducournau 2021’in Altın Palmiye Ödüllü ‘Titane’dan sonra üçüncü uzun metrajlı filmi ‘Alpha’ ile Cannes ana yarışmasına döndü. Bir sinema sanatçısı olarak takıntılarını inkâr etmeden, Ducournau yine bir psikolojik gerilim ve korku, ama daha samimi olan ‘Alpha’ ile toplumsal rolleri sorgulamayı sürdürüyor. Önceki filmleri ‘Mezar / Grave’ ve ‘Titane’daki vücut dehşetinden uzaklaşırken, Fransız yönetmen baş döndürücü, çılgın tempolu mizanseni eşliğinde izleyicisini rahatsız etmeyi sürdürüyor. Hassas yapılı izleyicilerin ‘Alpha’dan uzak durmalarını önerirken, ‘Titane’ın ‘Alpha’nın yanında çocuk temsili gibi kaldığını söylemekle yetineyim. Filmin ana karakteri, annesiyle yalnız yaşayan 13 yaşındaki huzursuz kız Alpha.

Cesur, provokatif bir gerilim                                                                  

Önceki iki filmi gibi body horror (vücut korkusu) türüne sadık kalan Ducournau, bu kez en kişisel ve derinlikli çalışmasına imza atıyor. 1980’lerde, AİDS’in ortaya çıktığı dönemde geçen konusuyla film gençlik, hastalık ve toplumsal dışlanma temalarını işliyor. Abartılı, çizgi dışı ve sürreel bir sinema dili aracılığıyla yine özgün bir konuyla dikkatleri çeken Ducournau, iki kayıp ruhla uğraşmak ve çözüm üretmek zorunda olan bir hastane çalışanının dramını anlatıyor. Sıkıntılı ergenlik problemleri yaşayan Alpha (Mélissa Boros) bir partiden kolunda bir dövmeyle geldiğinde, görünüşte zararsız görünen dövme evde şok dalgalarına yol açar ve genç kızın dünyası yıkılır. Annesi (Golshifteh Farahani) kızının yeni, kan yoluyla bulaşan ölümcül bir hastalığa yakalanma riskini taşıdığına inanır. İğnenin önce başkası tarafından kullanıldığı korkusuyla, çalıştığı hastanede kızına tahlil yaptırır.

AİDS salgınının toplumda yarattığı korku ve dalgalanmayı konu alan film, hastalığın adını açıkça telaffuz etmese de AİDS döneminin sosyal ve ahlaki korkularını Amerikalı deneme yazarı Susan Sontag ve Fransız filozof Michel Foucault’nun analizlerine atıfta bulunarak işliyor. Beden korkusu türüyle, bireysel travmalar ve toplumsal baskılar üzerine Ducournau derinlemesine bir anlatı sunuyor. Film, özellikle ergenlik dönemi, hastalık korkusu ve sosyal temalarını işleyerek, izleyiciyi rahatsız edici ama düşündürücü bir yolculuğa çıkarıyor. Filmin AİDS salgınına dair metaforik anlatımı ve beden korkusu ögeleri, izleyicilerde farklı duygular uyandırırken, Ducournau’nun cesur ve kişisel yaklaşımı takdir topladı.

Julia Ducournau, ‘Alpha’yı en kişisel, en dokümantif işi olarak tanımlıyor; içindeki korku ve damgalanma duygusunu, çocukluğundaki AİDS salgınını yaşadığı dönemden ilham aldığını söylüyor. Filmde işlenen temalar: anne-kız ilişkisi, hastalık, damgalanma korkusu, eroin bağımlılığı, ölüm ve dönüşüm. Julia Ducournau, Leos Carax’ın ‘Kötü Kan / Mauvais Sang’ (1986) filmini akla getiren, AİDS’i açıkça çağrıştıran bir virüs ihtimaliyle, filminde kurgusal bir salgına kapılarını açıyor. AİDS’in çıktığı dönemde çocuk olan yönetmen şunları hatırlıyor: “Bulaşıcı bir korku hali, toplumun bir kesiminin utancı ve bu toplumsal sorunun hepimizi ilgilendirdiğini kabullenmeyi reddetmesi.” Vanity Fair ile yaptığı bir söyleşinde Fransız yönetmen filmini, “Bu korkunun nasıl bulaştığı ve jenerasyonum üzerindeki etkisinin bir yansıması” olarak tanımladı.

Alpha, sabah okuluna kolunda bir dövmeyle gittiğinde arkadaşları tarafından yeni bir hastalığa yakalandığına dair yayılan söylenti nedeniyle dışlanır. Bu olay genç kızın hayatında önemli bir dönüm noktası olur. Filmin önemli bir karakteri var: Virüse yılar önce yakalanan Alpha’nın amcası Amin (Tahar Rahim). Bir geriye dönüş sahnesiyle, Alpha’nın 5 yaşındayken bir gün bir motelde Amin’in yeğeni yanındayken damarına iğneyle uyuşturucu zikrettiğini görürüz. Ama Alpha o sahneyi hatırlamaz. Yıllarca tek başına yaşayan Amin kız kardeşine sığınınca, anne-kızın evinde zoraki bir misafir olur. Senaryo 6-7 yıldır AİDS’le boğuşan Amin ile kız kardeşi arasındaki bağı işlerken, şüpheli bir iğneyle koluna dövme yaptıran Alpha’nın hastalığı kapıp kapmadığı üzerinde hiç durmuyor. Film AİDS salgınını kıyamet atmosferi içinde anlatmakla yetiniyor.

 

Alpha’ eleştirmenleri ikiye böldü

‘Alpha’, savruk senaryosu yüzünden ‘Titane’ kadar etkileyici olamıyor. Ducournau’nun kahramanı genç kızın gördüğü bazı fantastik rüya sahneleriyle izleyicisini şaşırtıp ürkütmeye çalışması yeterli olmuyor. Merak uyandıran cesur bir sinemasal deneyim olan film, hastalık ve toplumsal dalgalanma ekseninde güçlü ve deneysel bir dram. Ancak film, eleştirmenleri ikiye böldü. Bazıları filmi karışık ve fazla yüklü, akışı tutarsız ve abartılı bulurken, bazıları duygusal derinliğini, cesur ve samimi anlatımını övdü.

Hastanede yatan ölümcül AİDS mahkûmlarının bedenlerinin mermerleşmesi gibi simgesel unsurlar aşırı abartılı ve hikâyenin akıcılığı bakımından yetersiz bulundu. Sanatsal niyetine rağmen, hikâyenin bütünlüğü ve anlatım kopukluğu eleştirildi. Görselliği takdir edilse de filmdeki yetersiz gelişmiş temaların ‘Alpha’ya zarar verdiği ileri sürüldü.

Filmin beden dönüşümünü ‘mermerleşme’ metaforuyla duygusal gerçekçi şekilde sunmayı başardığını, filmin cesur, provokatif, görsel olarak çarpıcı olduğunu yazanlar da oldu, senaryosunun gereksiz yere karmaşık olduğunu bulanlar da. Filmin ‘toksik aile sevgisi’, aile ve salgın temasını ilginç bulanlar da oldu, ancak dağınık ve sembolik olarak gerçeklikten uzaklaştığını yazanlar da. Senaryoya fazla ‘tematik yük’ yüklendiği, anlatıda tutarsızlıkların bulunduğu ve fazla iddialı filmin beklentileri karşılamadığını yazan eleştirmenler de oldu. Ancak tüm eleştirmenlerin birleştiği noktalar, oyuncu kadrosunun çok başarılı olduğu, Julia Ducournau’nun özgün sinemasal yolculuğunu ısrarla sürdürmekte kararlılığı idi.

Filmin açılış ve final bölümlerinde aynı çöl fırtınası var. Alpha’nın kolundaki dövmeyle okula gittiği ilk gün, bir sınıf arkadaşı ders sırasında İngilizce öğretmenine (Finnegan Oldfield) “Sizin eşcinsel olduğunuzu tahmin ediyorum” der. Alpha iki ders arası tuvalette flörtüyle öpüşürken cinsel ilişkiye kendini hazır hissettiğini söyler. Eve döndüğünde, tanıyamadığı, bir deri bir kemik kalmış amcası Amin’i görünce korkuya kapılır. Annesi artık bakımını üstlendiği kardeşinin onlarla yaşayacağını söyler. Bir gün baygınlık geçiren Amin’i kalp masajı ve kaburgalarının arasına hızla sapladığı iğneyle hayata döndürür. Alpha okulda voleybol oynarken kolundaki yarası kanadığında veya havuzda yüzerken başını duvara çarpıp suya kan bulaştırdığında, arkadaşları kendisinden vebalı gibi uzaklaşır. Sınıf arkadaşlarının ebeveynleri dehşet içinde okul idaresine Alpha’dan şikâyetçi olur. Alpha terminal safhadaki amcasının her gece yatağında acıyla umutsuzca debelenmesine artık alışmıştır. Amin’e “Sen intihar meyillisisin; ancak cesaretin yok” der. Annesinin çalıştığı hastanede yaşanan bazı sahneler zombi filmlerindekilerden daha korkunçtur.

Oyuncuları yönetmedeki ve onlardan verim almadaki becerisini bu filmde de sürdüren Ducournau’nun dışında, filmin casting’deki müthiş başarısı da övgüyü hak ediyor. Alpha’yı canlandıran 13 yaşındaki Mélissa Boros müthiş bir keşif. Performansı, özellikle içsel çatışmaları ve karakterinin yaşadığı korkuyu yansıtması konusundaki yeteneği övgüye değer. ‘Titane’ı Altın Palmiye ile taçlandıran Spike Lee başkanlığındaki jürinin üyelerinden Tahar Rahim’in, Ducournau’nun bir sonraki filminde yer alması hoş bir rastlantı. ‘Alpha’da, ‘Titane’daki vücut yapısıyla Vincent Lindon’a tezat teşkil eden Tahar Rahim’in radikal fiziksel dönüşümünü hayranlıkla izledik. Film için 20 kilo veren, kaburgaları sayılan, canlandırdığı Amin karakterinin fiziksel çöküntüsünü hissettiren 44 yaşındaki Rahim (‘Monsieur Aznavour’dan sonra), orta kuşak Fransız aktörleri arasında en yeteneklilerinden olduğunu kanıtlıyor. Juliette Binoche başkanlığındaki jürinin, En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü Rahim yerine, performansında bir özellik olmayan Brezilyalı Wagner Maura’ya vermesi şaşkınlık yarattı. Tahran doğumlu, sürgünde yaşayan Golshifteh Farahani (42) mükemmel Fransızcasının yanında filmde Arapçayı şivesiz kullanmadaki başarısıyla şaşırtıyor.

Julia Ducournau, 1993’te ‘The Piano Lessons’la Altın Palmiye Ödülü kazanan Jane Campion’dan sonra bu ödüle ulaşan ikinci kadın yönetmen olmuştu. ‘Alpha’ için Cannes Film Festivali Direktörü Thierry Frémaux, “Julia Ducournau boş durmuyor. Türün tüm yönetmenleri gibi, onu alıp kişisel bir sinemaya, bir mizansen sinemasına, bir oyuncular sinemasına dönüştüren bir yönetmen. Golshifteh Farahani’nin yanında, Tahar Rahim’i çok çarpıcı bir yardımcı rolde olduğu için tanımakta zorlanacaksınız” dedi. ‘Alpha’nın final bölümünde, genç kızın bir kum fırtınasında kirlenen hüzünlü ve unutulmaz yüzü tüm perdeyi kaplar. Ducournau da filmini, François Truffaut’nun ‘400 Darbe / Les 400 Coups’sunu akla getiren planla bitirir. Otobiyografik ‘400 Darbe’nin kahramanı Antoine Doinel’ini canlandıran çocuk yaştaki Jean-Pierre Léaud, hapishaneden kaçıp deniz kıyısında koşarken geriye dönüyor ve yürekleri parçalayan bir ifadeyle izleyiciye bakıyordu.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün