•7 Ekim 2023´te Hamas´ın İsrail´e düzenlediği saldırı ve ardından başlayan Gazze Savaşı, seküler solcular arasında karmaşık tepkilere yol açtı. Bir yandan, saldırı güvenlik kaygılarını artırarak ulusal birlik duygusunu güçlendirdi; diğer yandan, İsrail´in Gazze´deki yoğun askeri operasyonları ve sivil kayıplar, seküler solcuların evrenselci ve ahlaki değerleriyle çelişti. Seküler solcular, devletin orantısız güç kullanımını ve insani krizi eleştirirken, Tevrat´taki “vaat edilmiş toprak” söyleminin yerleşimci hareketi tarafından kullanılmaya devam etmesini, barış sürecinin önündeki bir engel olarak gördü. Sosyolojik olarak, savaş, seküler-dindar kutuplaşmasını derinleştirdi. oİsrail´in kimlik bunalımı - Ayfer Feriha Nujen – www.t24.com.tr
ABD, "rejim değişikliği" meselesine İran halkına bırakmış görünürken, İsrail aynı fikirde değil; Hem Ortadoğu'da güvenli hissedebilmek, hem de şimdilerde yüzde 50'nin üstüne çıktığı ölçülen halk desteğini kaybetmemek için İsrail Başbakanı Netanyahu'nun fırsatı bulur bulmaz yeniden İran'a saldıracağı kesin gibi.
Tabi bir de, ABD'nin İran nükleer tesislerine yönelik saldırısının yeterince etkili olmadığına işaret eden Amerikan istihbarat birimleri raporları var ortada. İran'ın biraz soluklanıp, nükleer programa dönmesi an meselesi. Yani İsrail'in "saldırı bahanesi" de hazır.
Savaş sırasında ortaya bir başka unsur ise, başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı cephesinin İsrail etrafında kenetlenmesine karşılık, İran'ın yapayalnız kalmış olması. İran'ın "müttefik" dediği Rusya ya da Çin'den Tahran yönetimine destek, birkaç kuru diplomatik açıklamayı pek geçmedi. Bu küresel yalnızlık da İsrail'i yeniden saldırmasını teşvik edici nitelikte.
https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ateskesin-asil-nedeni/826638
13 Haziran’da başlayan İran’a yönelik geniş İsrail saldırılarının zamanlama ve sebep-sonuç düzleminde üç ana boyutu bulunuyor:
a) Trump’ın göreve gelmesiyle birlikte İran’ı “sıfır uranyum zenginleştirme” hedefiyle masaya oturtmaya çalışan ABD, Umman’daki görüşmelerde istediğini elde edemedi ve müzakereler zora girdi. Bu esnada İran üzerindeki baskıyı arttırmak için önce 12 Haziran’da Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA), İran’ın nükleer silahların yayılmasının önlenmesine yönelik yükümlülüklerini ihlal ettiğini bildirdi ki bu durum yirmi yıl sonra ilk kez yaşanıyordu. IAEA’nın son raporunda, İran’ın %60 saflıkta zenginleştirilmiş 400 kilogramdan fazla uranyum
biriktirdiği ve bununla dokuz adet nükleer bomba üretilebileceği tespiti de yer alıyordu. İsrail’in saldırısı tam da bu kararın birkaç saat sonrasına denk geldi. Bu açıdan ABD’nin İran’la nükleer dosyaya dair pazarlıkları, IAEA’nın yükümlülükleri ihlal kararı ve İsrail’in saldırısı arasında doğrudan bir ilişki var. İran’ın masaya oturtulup ABD’nin şartlarına boyun eğmesi için İsrail’in Tahran’a saldırtıldığına dair yorumlar daha ağırlık kazanıyor. Burada ABD ile İsrail arasında iyi polis – kötü polis görev ayrımı yapıldığı da ABD’nin 22 Haziran’da doğrudan bombardımana katılmasıyla iyice ortaya çıkmış oldu.
b) Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sonrası oluşan yeni konjonktürde, Ortadoğu’da İran etkisini daha da azaltmak için yapılan hamleler, bir süre sonra Tahran’ın kendi çeperlerine çekilmesini ve orada doğrudan vurulmasını getirecekti. Bu beklenen bir süreçti. Daha önce savunmasını kendi sınırlarının ötesinde kurgulayan İran artık bu sefer doğrudan kendi topraklarında vurulacaktı bu sürecin sonunda ki bu durum hem ABD hem İsrail tarafından uzun zamandır dillendirilmekteydi. Böylece Tahran’ın 2023 öncesine dönülemeyeceği mesajını iyice alması hedeflenmekteydi. Bir yandan da nükleer ve balistik füze programlarının ve askeri/stratejik kapasitesinin vurularak imha edilmesi öncelik haline getirilmişti.
c) İran halkı çoğunluk itibariyle muhafazakâr olmakla ve Velayet-i Fakih rejimine destek vermekle birlikte, seküler ve Batı’ya açık kitleleri de içinde barındırıyor. Her ne kadar azınlık durumunda olsalar da bu seküler ve eleştirel kesimler zaman zaman kitlesel protestolara katılıyor, rejim de 2009 yazındaki cumhurbaşkanlığı
seçimleri ve Eylül 2021’deki Mehsa Emini’nin ölümü sonrasındaki protestolar gibi toplumsal olaylarda sokağa sertçe müdahale edebiliyor. Benzer şekilde geçmişten beri periferide yaşayan etnik ve mezhepsel topluluklar arasında da hem silahlı gruplar hem de politik/kültürel haklar aktivistleri faaliyet gösteriyor. ABD ve İsrail’de bazı çevrelerde (hatta doğrudan Başbakan Netanyahu’nun söyleminde de) İran rejiminin devrilmesi ve “İran halkının molla boyunduruğundan kurtulmasına yardım” söylemi sıklıkla kendine yer bulabiliyor. İsrail’den son dönemde bu yönde gelen mesajların sıklığı ve yoğunluğu düşünülünce, İran’da bir taşla birkaç kuş vurulmak istendiğine dair yorumlar artmış durumda. Ancak bunun sahadaki karşılığı –Batı’da sanıldığı kadar- güçlü ve örgütlü değil.
https://www.karar.com/gorusler/iran-israil-savasi-ve-ortadogunun-gelecegi-1971239
https://medyascope.tv/2025/06/25/iran-israil-savasinin-dinamikleri-video/
İsrail ve Türkiye dışında, masaya ağırlık koyabilen başka bir başkent yok artık. Ortadoğu’da dengeleyici, dönüştürücü ve geleceği kurgulayıcı başka bir aktör kalmadı.
Türkiye’nin gücü doğrudan değil, dolaylı.
Ama tam da bu nedenle daha sürdürülebilir.
• Askerî üstünlük yerine ilişkisel diplomasi.
• Zorlama yerine kolaylaştırıcılık.
• Tek eksenli çıkarlar yerine bölgesel uyum ve akıl birliği.
Türkiye hem Batı hem Doğu ile konuşabilen, hem Çin hem AB ile ilişki kurabilen nadir ülkelerden.
Aynı masaya Suudi Arabistan’ı, Mısır’ı, Katar’ı ve şu an görülmese de İsrail’i çekebilecek bir kapasiteye sahip.
Bu yönüyle yalnızca bir bölge gücü değil; bölgenin aklı olabilir.
İsrail, sahayı neredeyse bütünüyle askeri müdahalelerle açtı. Ama bu, sahayı kalıcı biçimde yönetebileceği anlamına gelmez.
Çünkü boşlukları askeri güçle doldurmak mümkündür; fakat gelecek yalnızca fikirle, ortaklıkla ve meşruiyetle inşa edilir.
Ortadoğu’nun geleceği, yeni bir militarist düzene mi yaslanacak? Yoksa kalkınma, eğitim, dijital dönüşüm ve bölgesel işbirliği mi öncelik kazanacak?
Bu soruların cevabı büyük ölçüde Türkiye’nin pozisyon alışına bağlı.
Klasik savaş devri kapanıyor.
Ortadoğu artık yeni ve daha incelikli bir mücadelenin sahnesi olacak:
• Füze değil, veri savaşları
• Tanklar değil, algılar
• İşgaller değil, bağlantısallık
• Sınırlar değil, zihinler yeni dönemin anahtarları olacak.
Bu dili konuşabilecek bölgesel aktör sayısı sınırlı.
Türkiye, bu alanda hem tarihsel birikimiyle hem de jeopolitik yetenekleriyle öne çıkıyor.
Yeter ki içeride siyasal-toplumsal dengesini ve demokratik meşruiyetini koruyabilsin.
21 Haziran saldırısı boşlukta gerçekleşmedi. Öncesinde İsrail, İran’ın bölgedeki vekil aktörlerine yönelik yoğun bir yıpratma kampanyası yürüttü. Hizbullah’ın güney Lübnan’daki altyapısı ağır bombardımanlarla hedef alındı, lider kadrosu kayıplar verdi. Irak’taki Haşdi Şabi milisleri, hem ABD hem İsrail’in hava saldırılarıyla zayıflatıldı. Yemen’deki Husiler ise Kızıldeniz’deki saldırılar nedeniyle ABD'nin doğrudan hedefi haline geldi ve ciddi askeri kayıplar yaşadı.
Tüm bu müdahaleler, İran’ın vekil güçlerinin operasyonel kapasitesini kısıtladı. Ancak bu yapıların tamamen etkisiz hale geldiğini söylemek için henüz erken. Hizbullah, sınırlı da olsa saldırı kabiliyetini koruyor; Husiler ise halen balistik füze ve insansız hava araçlarıyla bölgesel tehdit oluşturabilecek durumda. Haşdi Şabi gibi yapıların ise yeniden mobilize olma kapasitesi, İran’ın vereceği stratejik kararlara bağlı olarak değişebilir.
Bu tablo, bölgedeki istikrarsızlık riskinin ortadan kalkmadığını, yalnızca şekil değiştirdiğini gösteriyor. Hürmüz Boğazı gibi stratejik enerji geçiş yolları yeniden hedef haline gelebilir; Lübnan, Suriye ve Irak gibi kırılgan devletler vekil çatışmaların yeniden canlandığı cephelere dönüşebilir. Aynı şekilde ABD’nin Körfez’deki üsleri ve müttefiklerine yönelik asimetrik saldırılar, yalnızca bölgesel değil küresel enerji güvenliğini de tehdit eder hale gelebilir.
Kısacası, İsrail İran’ın vekil ağlarını zayıflattı, İran’ın gücüne darbe vurdu ama tümüyle ortadan kaldırmadı. 21 Haziran saldırısı bu aktörlerin yeniden devreye girmesi için gerekçe ve zemin yaratırken, bölgeyi daha da öngörülemez bir güvenlik denklemine sürüklüyor.
https://t24.com.tr/yazarlar/evren-balta/21-haziran-saldirisindan-sonra-neler-degisti,50436
İran-İsrail ateşkesinin sürmesini ve Gazze Şeridi’ne de yayılmasını iki sebepten dolayı çok istiyorum. Her şeyden önce bütün bu kıyımın sona ermesi için. İkincisi, savaşın bitişiyle İran, İsrail ve Filistin toplumlarının çok ihtiyaç duydukları bazı tartışmaları başlatması için.
Söz konusu tartışmalar silahların sustuğu, her bir ülke liderinin bir şekilde kendini muzaffer ilan etmeye çalıştığı günün sabahında gerçekleşmeyecek. Ama içten içe hissediyorum. Ertesi sabahın ertesi sabahı, yani iç siyasetin ağırlığı kendini hissettirmeye başlayınca birden alevlenecekler.
Gazze’deki Filistinliler mağlup Hamas liderlerine şöyle diyecek: “7 Ekim 2023’te aklınızdan ne geçiyordu? Askeri açıdan sizden çok daha üstün bir düşman olan İsrail’e karşı, yıkımdan başka bir nihai amacı olmayan, Yahudilerin de yıkımdan başka amacı olmayan bir misilleme yapmasına yol açacak bir savaş başlattınız. Yeni neslin gönlünü kazanmak uğruna on binlerce canı feda ettiniz. Ama artık Gazze diye bir yer yok.”
İsrail’de ise toplumun büyük ölçüde seküler unsurları, yani Hamas, Hizbullah ve İran’ı mağlup eden gerçek aktörler olan hava kuvvetleri pilotları, siber savaşçılar, teknoloji uzmanları, bilim insanları, silah geliştiriciler ve Mossad ajanları ülkedeki radikal dinci-milliyetçi hükümete şöyle diyecek: “Bizi nereye sürüklüyorsunuz? Savaşı bizim sayemizde kazandınız. Bu zaferi bir sonraki seçimde koz olarak kullanıp Yüksek Mahkeme’yi ezip geçmenize, Batı Şeria’yı ilhak etmenize ve çocuklarımızın yaşamak istemeyeceği, parya haline gelmiş bir İsrail yaratmanıza izin vermeyeceğiz.”
İranlılar ise dini liderlere ve yolsuzluğa bulaşmış Devrim Muhafızları’na şöyle seslenecek: “İsrail’i tehdit etmek ve Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’i uzaktan kontrol etmek uğruna nükleer bomba geliştirmek için milyarlarca dolar harcadınız. Ama sonunda savaş kendi topraklarımıza kadar geldi. Ailelerimiz Tahran’dan kaçmak zorunda kaldı, generallerimiz sıcak yataklarında İsrail İHA’ları tarafından öldürüldü. Bütün yaptığınız İsrail’deki birkaç binayı yıkmak ve birkaç sivili öldürmek oldu. Üstelik Donald Trump üç kilit nükleer tesisimize saldırınca Katar’daki Amerikan hava üssündeki zararsız ses ve ışık gösterisinden fazlasını yapamadınız. Teknolojiyi sadece kendi halkını bastırmak için kullanmayı bilen kağıttan kaplanlar olduğunuz ortaya çıktı. Bu arada büyük Pers medeniyetimiz çaresiz, parasız ve dünyanın fersah fersah gerisinde.”
Netanyahu'nun 2009-2021 arasındaki uzun iktidarı, laik-dindar ayrımını derinleştirdi. 2018 Ulus-Devlet Yasası, İsrail'i "Yahudi halkının ulus-devleti" ilan ederken, demokratik vurguyu bilinçli olarak çıkardı. 2023'teki yargı reformu girişimi ise sekülerler için son darbe oldu. Yüksek Mahkeme'nin yetkilerini kısıtlamayı hedefleyen reform, kitlesel protestolara yol açtı. Günümüzde, 2023 sonrası İsrail-Filistin çatışmasının alevlenmesi, seküler solcuların rahatsızlığını yeni bir boyuta taşıdı. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırı ve ardından başlayan Gazze Savaşı, seküler solcular arasında karmaşık tepkilere yol açtı. Bir yandan, saldırı güvenlik kaygılarını artırarak ulusal birlik duygusunu güçlendirdi; diğer yandan, İsrail’in Gazze’deki yoğun askeri operasyonları ve sivil kayıplar, seküler solcuların evrenselci ve ahlaki değerleriyle çelişti. Seküler solcular, devletin orantısız güç kullanımını ve insani krizi eleştirirken, Tevrat’taki “vaat edilmiş toprak” söyleminin yerleşimci hareketi tarafından kullanılmaya devam etmesini, barış sürecinin önündeki bir engel olarak gördü. Sosyolojik olarak, savaş, seküler-dindar kutuplaşmasını derinleştirdi; Tel Aviv’deki seküler solcular, militarist ve dindar söylemler karşısında marjinalleşti. Breaking the Silence gibi solcu örgütler, ordunun savaş sırasındaki uygulamalarını ve işgal politikalarını ifşa etmeye devam etti. Edebiyatta, bu dönemin yansımaları henüz tam kristalleşmemiş olsa da, birçok edebiyatçı eserlerinde bu kristalleşmenin keskin hatlarını olabilecek en ser biçimde keskin hatlara ulaştırmayı başardı. Birçok edebiyatçı gibi Ayelet Gundar-Goshen de “Uyanan Aslan" (“Aslanları Uyandırmak”) romanında savaşın ve işgalin ahlaki ikilemlerini önceden ele aldı. Bu eserler, Yahudiliğin evrensel değerlerinin, Tevrat’ın siyasi bir araç olarak kullanılmasıyla gölgelendiğini savundu. Seküler İsrailliler de bölünmeye ve artık kendi ülkelerinde "yabancı" hissetmeye başladı. 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı ve sonrasındaki savaşla birlikte bu bölünme daha da keskin bir hale geldi. Sekülerler ve seküler solcular bir yandan güvenlik endişesiyle ordunun yanında dururken, diğer yandan Gazze'deki sivil kayıplar konusunda ahlaki rahatsızlık duymaya da başladılar. Hem de her zamankinden çok daha fazla... Dini milliyetçiler ise savaşı "vaat edilmiş toprakların kurtarılması" olarak algılanmaktalar hala, Oysa “Öldürmeyeceksin” diyen bir kitaba dayanarak soykırım yeminleri eden ordu mensuplarına olan inançları bir Tanrı’ya duydukları inançtan çok daha fazla bir yanılsamının ürünü. Breaking the Silence gibi örgütlerin ordunun ihlallerini belgelemesi, bu ikilemi daha görünür kılsa da, savaş ganimetlerinden faydalanacak olmak düşünceleri ilkel çağlardaki gibi baş döndürücü olmalı.
Bugün İsrail nüfusunun yüzde 45'i kendini seküler, yüzde 25'i dindar Siyonist, yüzde 12'si Ultra-Ortodoks olarak tanımlıyor. Ancak demografik eğilimler, dini grupların lehine işliyor. 2040'ta Haredilerin nüfusun yüzde 20'sini oluşturması bekleniyor. Bu durumda İsrail'in hem Yahudi hem demokratik kalması mümkün mü? Amos Oz'un dediği gibi: "Yahudilik bir dindir, milliyet değil. Onu milliyete dönüştürmeye çalışmak, hem Yahudiliğe hem de milliyete ihanettir." Bu sözler, İsrail'in kuruluşundaki paradoksu özetliyor belki de....
https://t24.com.tr/yazarlar/ayfer-feriha-nujen/israil-in-kimlik-bunalimi,50487
Filistin meselesi, 1948’de İsrail kurulmadan önce başlayan ve zaman zaman
patlayıp çevresine zarar veren bir volkan gibidir. Son patlama 7 Ekim 2023’te
Gazze’de iktidarı elinde tutan Hamas (İslami Direniş Hareketi) askerlerinin,
Güney İsrail’de bir kasabayı basıp, 1200 kişiyi öldürüp 250 kişiyi rehin alarak
mevzilerine çekilmesiyle başladı. Sarsıntılar genişleyerek devam ediyor. Maalesef
lavlar bizim kapımıza kadar geldi. 1979’da İran’da “İnkılabı İslami” oluncaya
kadar Filistin ihtilafı, Araplarla Yahudiler arasındaydı. Devrilen Şah Rıza Pehlevi
İsrail’in ve onun hamisi ABD’nin dostuydu. İmam Humeyni’nin ülkesinden
sürülmesinin bir sebebi de Şah’ın bu tutumuna karşı çıkmasıydı. Humeyni İran’a
hakim olunca “Siyonist İsrail’i haritadan sileceğiz” dedi ve ABD’yi “Büyük
Şeytan” ilan etti. Filistin’i Yahudilerden temizleme görevini üstlendi. Adeta Arap
devletlerine işten el çektirdi. Dış politikasını ve askeri yapılanmasını bu amaca
göre yeniledi. Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Yemen’deki Şii’leri, İsrail’e karşı
savaşmaları için eğitti ve donattı. Pek tabii İsrail bunları yakından izledi ve o da
kendi savunma sistemini geliştirdi. ABD de hem kendi çıkarlarını (petrol diye
okuyun) korumak hem de İsrail’e uzun vadeli yararlı olmak için, kapsamlı bir
Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirdi. Türkiye bu süreçte “ABD-İsrail
Yanlısı” gibi davrandı. Müslüman Gazellilere de maddi manevi destek oldu.
https://www.sozcu.com.tr/ofke-baldan-tatlidir-p187822
https://www.biracemiyolcu.com/post/i-srail-in-hayat-kurtaran-odalar%C4%B1-mamad
https://kisadalga.net/yazar/israil-devletinde-zorunlu-askerlik-128558
Demir Kubbe, savaş alanında kendi başına karar verebilen en gelişmiş sistemlerden biri. Gelen bir füzenin tehdit oluşturup oluşturmadığına saniyeler içinde karar veriyor. Ve çoğu zaman doğru ve başarılı bir şekilde çalışıyor.
Ama burada ciddi bir soru ortaya çıkıyor:
Bir hedefin vurulup vurulmamasına bir yapay zekâ mı karar vermeli?
İsrailli Uzman Tal Lev Ram’ın da dediği gibi, “Demir Kubbe’ye fazlasıyla bağımlı hale geldik. Oysa %100 koruma diye bir şey yok.” Ne kadar gelişmiş olursa olsun, hiçbir algoritma mutlak doğruluğa sahip değil.
Ya bir gün algoritmalar yalnızca roket atmakla kalmaz, savaşı yönetmeye başlarsa?
https://www.muhalif.com.tr/kose-yazisi/4386/demir-kubbe-sistemini-yazilim-penceresinden-incelemek