Kökleri ve kültürleri birbirinden farklı müzisyenler nasıl olur da birbirlerini müzikal ruh tamamlayıcıları olarak görebilir? Kimi zaman yalın, kimi zaman daha karmaşık ama abartısız, kişinin yüreğine doğrudan hitap eden sahici ve içten müzikleri birlikte üretmeyi başarabilmelerinin sırrı ne olabilir? Son 20 yılda ortaya çıkardıkları albümlerle caz müziğin önde gelen sanatçıları arasında sayılan, her defasında yeni tatlar keşfederek dinlediğim müziğin üç kahramanına kısaca değinelim.
Kontrbas ve çello çalan, piyano ve gitarıyla beste ve düzenlemeler hazırlayarak çok yönlü caz müzisyeni İsveçli Lars Danielsson’dan önceki yazılarımda bahsetmiştim. ‘Liberetto’ başlığı altında önderlik ettiği müzisyenlerle çıkardığı dört albüm, İtalyan trompetçi Paolo Fresu ile birlikte yaptığı diğer bir albüm ve birçok caz sanatçısına eşlikçi olarak değerli katkılar verdiği sayısız albüm, müziğinin derinlik ve kalitesini fazlasıyla gösteriyor.
Göteborg Konservatuarında klasik çello üzerine müzik okuyan Danielsson, bu sırada dönemin trendine uygun olarak rock müziği dinler, en çok da Jimi Hendrix, Cream ve Santana. Ancak tesadüfen bir gün TV’de izleyeceği bir konser, müzikte gideceği yönü belirler. Efsane caz piyanisti Oscar Peterson’un önceki neslin kontrbas ustası Danimarkalı Nils-Henning Orsted Pedersen ile birlikte yaptığı müzikten etkilenmesiyle, sanatçının tercihi kontrbas olur.
Danielsson ve Mozdzer 2007 yılında “Pasodoble” albümünü yayınladıklarında
Polonyalı caz piyanisti Leszek Mozdzer ise üstün yetenekli bir caz piyanisti ve bestecisi. Henüz beş yaşında piyano çalmaya başlayan ve klasik müziğe odaklanan Mozdzer, 18 yaşına geldiğinde caz müziğe ilgi duymuş, klasik ile cazı birleştirmeye merak salmış. Polonyalı ünlü klasik müzik bestecisi ve piyano virtüözü Frederic Chopin’in eserleri üzerine düzenlemeler ve doğaçlamalar yapmış. Ülkesinde sayısız ödüle layık görülen sanatçı, Krzystof Komeda, Tomasz Stanko ve Zbigniew Preisner sonrası neslin Polonya cazını dünyaya tanıtan en önemli temsilcisi.
Leszek Mozdzer
Zohar Fresco ise, İsrailli bir perküsyon ustası ve besteci. Kendine özgü çalma teknikleri geliştiren müzisyen, en çok bendir (frame drum) çalıyor. Bir dönem farklı kültür, köken ve dinden gelen müzisyenlerden oluşan ‘Bustan Abraham’ (İbrahim’in Bostanı/Bahçesi) adlı, dünya müziğinde ses getiren topluluğun kurucularından. Hazreti İbrahim’in hem Yahudi, hem İslam dininde ortak peygamber olmasına atıfla, dinler arasındaki birleştiriciliği göstermek üzere topluluğa bu ad verilmiş. Dolaylı da olsa yeri gelmişken, bu topluluğun ilk döneminde saz çalarak ve besteleriyle yer alan Yuda Siliki abimize selam yollayalım.
Zohar Fresco perküsyonları ile iş başında
Danielsson ve Mozdzer ilk 2004 yılında Varşova’da birlikte çalmışlar. Öylesine bir uyum yakalamışlar ki, aralarında ilk bakışta müzikal aşk oluşmuş. Fresco’yu da aralarına alarak iki başarılı albüm yayınlamışlar. 2005 tarihli ‘The Time’ albümündeki Mozdzer bestesi ‘Incognitor’ favorim, solo piyano olarak çaldığı canlı konser kaydını sıkılmadan defalarca dinleyebilirim. Ayrıca, Danielsson bestesi ‘Suffering’ üst seviyede.
Nihayet konser turneleri sonrası Danielsson ve Mozdzer ikilisi 2007’de, yazının başlığını oluşturan, klasik ve cazın harmanlandığı, enfes melodi ve armoniler içeren ‘Pasodoble’ albümünü çıkardılar. Özellikle Mozdzer’in piyanosunun uçuşan tiz notalarıyla, Danielsson’un kontrbasının ve çellosunun pes seslerinin yakaladığı tezat, müziğe çarpıcı bir lirizm ve duygu katıyor. Albüm on dört kısa sayılabilecek parça içeriyor. İsveç geleneksel halk şarkısının düzenlemesi olan biri hariç, hepsi bu iki müzisyenin bestesi. Bu başucu albümümde öne çıkardıklarımı ve her birinin uyandırdığı hisleri sıralayacak olursam, ‘Praying’ dingin akıcılığı, iki enstrümanın armonisiyle sakin ve içten iyilikler dilemeyi ve şükretmeyi çağrıştırıyor. Albüme adını veren ‘Pasodoble’ piyanonun adeta kararlı ve ısrarlı konuşmasıyla başlıyor, kontrbas ise heyecanlı ve geveze bir kişinin tonuyla onu cevaplıyor. Favori üç parçam ise şunlar: ‘Fellow’ ilk dakikadaki giriş sonrası piyanonun tizden pes seslere enfes gidiş gelişi, Danielsson’un yaylı tınıları ve sonrasında kontrbasıyla takip ve cevabı üst düzey. Burada 2:40-3:40 arası piyanonun anlattıkları ise tam bir müzik yolculuğu. Kısa ama çarpıcı ‘Berlin’ çellonun hüzünlü ve akıcı atmosferik notalarıyla başlıyor, piyano az fakat ahenkli notalarla takip ediyor, giderek katılımını arttırıyor. Çello söyleyeceklerini bitirdiğinde, piyanonun tılsımlı notaları 1:50’de devreye giriyor, ancak lafı fazla uzatmıyor, nihai keskin bir notayla ansızın sonlandırıyor. ‘Distances’, sanki bir bebeğe söylenen ninni misali sihirli piyano notalarıyla başlıyor, bas ve ardından çello önce ağır, sonra hızlanan ve sertleşen yürüyüşlerle eşlik ediyor, piyano benzer tempo ve sertlik içinde cevap verdikten sonra tekrar usulca sakinleşiyor.
Sanatçılar albüm içeriğinde, yakaladıkları uyumdan aldıkları hazzı vurguluyor. Danielsson, “Biz, müzik olarak aynı gezegenden geliyoruz, Leszek ile birlikte çalmak benim için bir rüya gibi” diyor, Mozdzer ise “Lars ile çaldığımda, müzik düşünmeme gerek kalmıyor, müziği hissetmem yetiyor, onunla birlikte çok daha iyi işler çıkarıyorum” diyerek karşılık veriyor.
İkili 2007 yılında farklı bir oluşumla, bu kez gitar, trompet ve davulu katarak daha orkestral bir düzenle, ‘Tarantella’ adlı albümleriyle müzikseverlerin karşısına çıktılar. Yine klasik, caz ve İskandinav tınılarını sentezleyen bir anlayışla ve doğaçlamalarla samimi müzik diyalogları ürettiler. Özellikle, Norveçli Mathias Eick’in duygulu kuzey tınılı trompetiyle müziğe verdiği katkı kendini gösteriyor. Albümdeki favori parçam ‘The Madonna’. Burada, 1:45-3:00 arasında Mozdzer’in piyanosu ve 4:00’da başlayan ve iki dakikayı aşkın süren Eick’in trompetiyle dillendirdikleri, enstrümantal müziğin sözden daha güçlü bir anlatımcı olabileceğinin mükemmel bir örneği.
Bir parantez açarak, Mozdzer’in ‘Komeda’ adlı solo piyano albümüne değinmek istiyorum. Sanatçı bu albümde, özellikle Roman Polanski ve Ingmar Bergman’ın filmlerine bestelediği müziklerle tanınan ve Avrupa cazının öncülerinden olan Krzysztof Komeda’nın eserlerini yorumluyor. Olağanüstü derinlikli ve özgün bulduğum ‘The Law and the Fist’ adlı 11 dakikalık parçada doğaçlama maharetlerini sergiliyor.
2013 yılına geldiğimizde Mozdzer ve Danielsson ikilisi, Zohar Fresco ile tekrar bir araya gelerek ‘Polska’ albümünü çıkardılar. Albümdeki iki Fresco bestesi ‘Chai Peimot / Canlı Ritimler’ ve ‘Weeks, Shavuot / Haftalar’ barışçı meditatif tonda. Doğu ezgilerinin hâkim olduğu bu eserlerde, Fresco’nun vokal ve perküsyonlarına diğer iki usta müzisyenin istisnai katkılarıyla kendilerine has bir müzik yaratıyor.
Üçlünün 2014 yazında Cemal Reşit Rey’de verdikleri konser, hafızamda etkileyici bir anı olarak yer aldı.
Son olarak, mart ayında aynı üçlü ‘Beamo’ adında yeni bir albüm çıkardı. Bu denli yeni bir albümü yorumlamayı gedikli caz eleştirmenlerine bırakarak, hazırladığım seçkiden keyif almanızı umuyorum!
KAYNAKÇA: