Geçen mevsimin en iyi oyunları -I

Her tiyatro mevsimi sonunda arşiv çalışması olarak sezon boyunca izlediğim en iyi oyunlara kısaca değindiğim yazılara, sezonun hâlâ devam etmesi sebebiyle ancak sıra geliyor. Aslında sırada hâlâ prömiyer yapacak oyunlar olduğuna göre sezon aralıksız devam edecek gibi görünüyor. Bu yeni çalışmalara ait izlenimlerimi aktarmayı yaz sonuna erteleyerek geçen sezonun en iyilerine odaklanacağız. Her sene olduğu gibi 28. İstanbul Tiyatro Festivali ile başlıyoruz.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
25 Haziran 2025 Çarşamba

Comédie Française İstanbul’da

‘Hekabe, değil Hekabe’     

Comédie Française’in İstanbul çıkarması ‘Hécube, non Hécube / Hekabe, değil Hekabe’, 28.İstanbul Tiyatro Festivalinin yıllarca söz edilecek en müthiş en etkileyici olayı oldu.

Tiyatro ile farklı gerçeklikler arasındaki sınırları zorlayan, izleyicinin toplumsal ve tarihsel olayları algılayışını sorgulayan Portekizli oyuncu, yazar, yönetmen Tiago Rodrigues’in yazıp yönettiği, Comédie Française ile bu ilk ortak çalışması, Euripides’in ‘Hekabe’ oyununu sahneleyecek topluluğun çalışmaları aracılığıyla, bir tragedyanın satır aralarından doğan bir ikinci tragedyada, antik çağdaki bir Truvalı kadının trajedisiyle, günümüzün anne ve  

oyuncusu bir kadının çektiği benzer acıları harmanlayan bir başyapıt.  

Olağanüstü oyuncu Elsa Lepoivre, biri çocuğu katledildiğinden, diğeriyse çocuğu 50 sözcükle sınırlı dağarcığı yüzünden derdini anlatamadığından, çocuklarının adına adalet isteyen bu iki kızgın ve acılı anneyi, Hekabe ile onu sahnede canlandıracak Nadia’yı hem ayrı ayrı hem de birbirinin içinde var eder. Kurmaca trajediyle, oyucunun mahrem trajedisi iç içe geçmeye başlamıştır ve insanı insanlığından çıkaran acımasız bürokratik mekanizmaların karşısında Nadia artık Hekabe’dir, Hekabe de Nadia.

Rodrigues, Comédie Française topluluğunu usta bir orkestra şefi gibi yöneterek ekipten hem birey hem topluluk olarak kusursuz bir yorum elde eder. Karmaşık oyun içinde oyunda Nadia ile Hekabe arasında müthiş bir uyum ve ayrıştırma ile gidip gelen Elsa Lepoivre gibi, tüm diğer oyuncular da hem antik tragedyadaki hem yaşamdaki kişiliklere ustalıkla girip çıkar. Öyküler iç içe geçtiği, bazen bir karakterin başladığı cümleye oyuncunun canlandırdığı diğer karakter devam ettirdiği için, kişilikten kişiliğe geçişler müthiş heyecan verici bir tiyatro şölenine dönüşür.

 

Schaubühne Berlin

‘III.Richard’

1962’de kurulduğundan beri tiyatro tarihinde yeni bir sayfa açan, sayısız ödülle dünyanın önde gelen çağdaş ve deneysel tiyatroları arasında yer alan Schaubühne Berlin’in sanat yönetimi üyesi ve daimi yönetmeni, sınır tanımayan kışkırtıcı yönetmen Thomas Ostermeier’in “kötülük üzerine bir deneme” olarak nitelendirdiği ünlü ‘III Richard’ı 2017’de, İstanbul Festivalinin programında yer almasına karşın, İstanbul turnesi topluluk üyelerinin ortak kararıyla son anda iptal edilmişti. Efsane oyun, yedi yıllık beklentinin ardından nihayet festivale katıldı.

Thomas Ostermeier, tiyatro tarihinin en ünlü canisini, enerji dolu, sıra dışı, güncel bir punk yıldızına, bir glamrock yıldızına, sivri dilli bir komedyene, büyüleyici bir oyuncuya dönüştürerek Shakespeare’in ‘III. Richard’ tragedyasını, tiyatronun gücü üzerine traji-komik bir gösteriye çevirir, metnin siyasal göndermelerini ikinci plana çekerek insanların bilinçaltındaki karanlık ihtiraslarının portresini bir zorba tiran aracılığıyla çizer.

Yaşayan en önemli oyunculardan, 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Hamlet olarak ayakta alkışladığımız Lars Eidinger’in büyük ustalıkla canlandırdığı Richard, kambur sırtı, topal, çarpık bacakları, telli dişleriyle toplumun aşağılamalarına karşı büyük bir yıkımın planlarını yaparken, becerikli dili ve parlak zekâsıyla en haşin düşmanlarını bile yumuşatır; babasını ve kocasını öldürmüş olduğu Prenses Anne’ı kayıtsız şartsız savunmasız bir teslimiyetin yansıması olarak sahnede anadan doğma soyunarak baştan çıkarmayı başarır.

Çirkin ve özürlü fiziğinin iticiliğiyle tahta geçme sırasında olsun, aşkta olsun hiçbir şansı olmadığının bilinciyle Richard, bedensel çirkinliğini ruhunun karalığıyla saldırganca harmanlar ve cesetlerden bir tepe oluşturarak adım adım iktidara tırmanır. Kişisel zaferleri kendi ailesi dâhil pek çok insanın hayatına mal olacak, en sonunda nefretini en ezeli düşmanı olan kendisine yöneltecektir.

Richard’ın rüyası ile başlayan son sahneyi Eidinger’in tek başına oynadığı tüyler ürpertici final nefes kesicidir: Ostermeier’in son savaşında yapayalnız bıraktığı Richard, tek kişilik bir pantomim olarak tasarlanmış bu son dövüşünde elinde kılıcı, hem geçmişinin tüm hayaletleriyle, hem de onu ölümcül yaralayan gerçek düşmanlarla çarpışarak ölüme koşar…

Ankara & İstanbul Devlet Tiyatroları

‘Medea Material’

Bertholt Brecht’le birlikte 20. yüzyıl Alman tiyatrosunun en önemli oyun yazarlarından Heiner Müller, çizgisel dramatik anlatım yerine, çağrışımları ve mantıksal bağlantıları yeğleyen biçemi ve bilmece gibi çözümlenmek isteyen bölük pörçük anlatımıyla postmodern avangard tiyatronun dünyaca önde gelen yaratıcılarından biridir.

Üzerinde 30 yıl boyunca çalıştığı, Berlin Duvarı yıkılmadan önce kaleme aldığı, kaleme aldığı ‘Medea’ oyunlarında Euripides ve Seneca’nın metinlerinden alıntılarla düşsel bölümleri, çağcıl manzaralarla mitolojik sahneleri iç içe geçirerek Medea’yı bir karakterden ziyade bir materyal olarak ele alır. Karakter, yapı, anlatı, performans öğelerinde yarattığı bağlantılar ve karşıtlıklarla Medea miti üzerinden Batı Uygarlığını analiz ederek insanlığın karşı karşıya olduğu küresel tehlikeleri ve yaşadığı travmaları son derece zengin bir imgelem gücüyle sahneye taşır.

Ayşe Emel Mesci, Hilal Ceylan’ın başarıyla Türkçeye aktardığı metnin şiirsel yapısını açığa çıkaran yoğun dramaturgiden yola çıkarak, ‘Medea-Material’i anlaşılmasından çok duyumsanmasını amaçlayan görkemli bir görsel işitsel şölen olarak yönetiyor. Tüm monolog ve diyalogları tek bir oyuncuya yükleyerek koroyu metnin müzikalitesinin bir öğesi olarak kullanıyor. Koreografiyi de üstlenen Mesci, solistlerin ve koronun tek vücutmuş gibi uyumuyla, metnin her zaman öne çıktığı sahnelemesinde performansı bedensel devinimlerin kusursuz olduğu bir dans tiyatrosuna da dönüştürüyor. Bu bağlamda oyuncu Furkan Şahin’in dansçı olarak da çok etkileyici olduğunu belirtmem gerek

‘Medea-Material’ son yıllarda ödenekli tiyatrolarımızdan çıkan en özgün, sağlam ve etkileyici işlerden biri. Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı ve Başrejisörü Sükun Işıtan Medea yorumuyla bir kez daha, öncelikle büyük oyuncu olduğunu kanıtlıyor.

 

Studio Oyuncuları

‘Ölüyor mu ne?’

Studio Oyuncuları kurucularından, 36 yıldır birbirinden değerli sayısız tiyatrocu kazandırmış hocaların hocası Şahika Tekand, tiyatronun kökeni Antik Yunan Tragedyalarına kimi zaman hınzır bir mizah duygusuyla günümüzden bakarak olgun ve derinlikli bir eleştirel görüşle yeniden yazan çok önemli bir yazarımızdır. Yeni oyunu ‘Ölüyor mu ne?’ Tanrı Zeus’un ölme ihtimaliyle, Olimpos’un zirvesine hâkim olan korku, hırs ve arzular üzerinden iktidar, evlilik, emek, adalet, akıl, fırsat, savaş gibi kavramların ironik irdelenmesi. Müzikleri de üstlenen, Studio Oyuncuları eğitimi almış Nedim Zakuto’nun ölümsüzlükten sıkılmış bıkkın Zeus’u kusursuz canlandırışı, Arda Kurşunoğlu’nun sivri dilli eleştirel hizmetçiyi ustalıkla yorumlayışı, hele finaldeki nefes kesici monoloğu, Tekand’ın ‘performatif oyunculuk’ yönteminin nelere kadir olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Fiziksel Tiyatro Araştırmaları

‘Haberci’

 

Güray Dinçol’un kurucularından olduğu Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın yapımı, zeki, hınzır, düşündürücü, bir o kadar da komik ve keyifli ‘Haberci’, tragedyaların kıyıda kalmış karakterleri habercileri başrole taşıyor. Sahne tasarımını da yapan Dinçol’un yönettiği ‘Haberci’de, krallarla halkın, tanrılarla insanların arasında köprü görevi üstlenen habercileri, bilgi aktaran pasif ve iletken kaynaklar olmaktan çıkıp bulundukları anı adım adım sorgulayan anlatıcılara dönüştürüyor. Makyaj ve giysileriyle üç müthiş clown, fondaki projeksiyonların desteğiyle trajik olayları anlatıyor, yorumluyor, tanrılarla insanlar, insanlarla insanlar arasındaki güç, hırs mücadelelerinin, savaşların, cinayetlerin ne derece absürt, gereksiz ve saçma oldukları, tragedyalarda anlatılanların aslında ne kadar anlamsız ve gülünç olabildiğini açığa çıkarıyor. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün