Gazetemiz yazarlarından Rubi Asa, uzun yıllardır kaleme aldığı köşe yazılarını ´Sanatın Güncesi´ adı altında bir araya getirdi. Gözlem Yayınlarından çıkan kitap, yalnızca sanat eserlerine değil, onları var eden hayatlara ve duygulara da ışık tutuyor. Okur, her yazıda farklı bir sanatçı, tablo, edebiyat eseri, müzik yapıtı, film veya yaşanmışlıkla buluşuyor. Ayrıca Asa´nın hayat ve eserle kurduğu bağı da gözler önüne seriyor. Rubi ile kitabını ve sanata bakışını konuştuk.
Şalom için kaleme aldığın çok yönlü sanat yazılarını ‘Sanatın Güncesi’ adıyla kitaplaştırdın. Bu fikir nasıl ortaya çıktı; süreç nasıl gelişti?
Belirttiğin gibi Şalom için dönüşümlü köşemde yayımlamış olduğum sanat içerikli yazılarımı derleyip Sanatın Güncesi adıyla kitaplaştırdım.
Pandemi dönemi bu hazırlık için uygun zamandı ve yayımlanmasını arzu ediyordum, ama basılıp kitaplaşması ve raflarda yerini alması ancak bu günlere nasipmiş. Bunun için Gözlem Yayınlarına ve Şalom’un desteğine çok teşekkür ederim.
Kitabı baskıya hazırlarken yazılarımın üzerine biraz eğilip güncelliği olan yazılanların dışında, her dönem okunabilecek güncel sanat ve farklı sanat alanlarıyla ilgili yazıları seçmeye özen gösterdim.
Kültür-sanat yazarlığın geniş biralanı kapsıyor: Arkeoloji, tarih, sinema, plastik sanatlar, tiyatro, müzik ve edebiyat… Bütün bunlara merakın nasıl başladı ve gelişti? Mimarlık, bu ilgini nasıl şekillendirdi?
Günümüzde sanat ve kültür ne yazık ki çok kısıtlı bir azınlığın ilgi alanı içinde. Sinema, plastik sanatlar, tiyatro, müzik, edebiyat hatta arkeoloji ve mimarlık da sanatın, gündelik hayatımızın içindeki uzantıları. Bunlara dolaylı da olsak tanık oluyoruz. Önemli olan sahip olduğumuz toplumsal değerlerin ışığında yaşantımızın içinde onlarla anlam kazanmak. Kültür ve sanatı yaşantımızın özünü oluşturan ve birbirini tamamlayan iki temel kavram olarak görmeliyiz.
Kültür, toplumun ortak değerlerini tanımlarken, sanatın yaratıcı bir dille ifade etmeye çalıştığı değerler de toplumsal bağları ve ortak duyguları güçlendiren evrensel bir dil olmasıyla dikkat çeker.
Mimarlık eğitimim boyunca sanatın birçok alanıyla bir arada olma arzusunu sürdürdüğümü hatırlarım. Mimarlık zaten tüm bu unsurları insan için belirleyen ve birçok sanat türünden etkilenen bir disiplin. Mimarlık ile sanat arasındaki ilişki, insanlık tarihinin en zengin ve en geniş boyutlu etkileşimlerinden biri.
Sonuç olarak mimarlıkla sanat arasındaki bağ estetik anlayış, kültürel hafıza ve insana dokunan duygusal yansımalar üzerinden şekillenen dinamik bir etkileşimdir. Mimarlıkta da her yeni yapı, yaşamın akışına ritim katarak teknolojik yeniliklere ve sanatsal yorumlara başvurur. Böylelikle kentlerimizde yer alan yapılar, yalnızca barınak değil aynı zamanda duygularımızı ve toplumsal değerlerimizi yansıtan sanat eserlerine dönüşür.
Yazıların için nelerden besleniyorsun? Hangi mecraları ve kimleri takip ediyorsun?
Yazılarım için gündelik hayatı izlemem, sanatın birçok alanıyla yakın temas kurmam, onlardan etkilendiklerimi kaleme alabilmemle mümkün oluyor.
Bu açıdan yaşadığım şehir, izlediğim etkinlikler, ilgi duyduğum kültürel alanlar ile sanat - insan ve sanat - yaşam ilişkisini sorgulamak, yazılarım için gerekli kaynağı sağlamaktadır.
Müzik elbette birçok sanat dalı gibi hayatımın içinde. Küçük yaştan beri klasik müziği takip eder, dinler, öğrenmeye çalışırım. Bunu yaparken sanat türlerinde ve sanatçılar arasında ayrım gözetmeksizin onları ve etkilendikleri alanları, ilgili akımları aynı çerçevede incelerim. Bunu diğer sanat dalları için de yaptığınızda aslında hepsinin sizin için yaşamın tanıklığına olanak sağladığını görürsünüz.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musun?
Sanatın dönüştürücü gücü çok değerli ve geliştirici, buna inanıyorum. Bu dönüşüm ve gelişim yalnızca estetik bir girişim veya değişim değil, toplumsal yapımızın, değerlerimizin ve gerçeğe bakışımızın da çoğulcu bir yansıması olduğunu görürüz.
Dijital dünya son yıllarda her alanı olduğu gibi sanatı da etkiledi. Bir yanda el emeği yaratıcılık devam ederken dijital sanat da oldukça ilgi görüyor. Gelecekte bizleri neler bekliyor sence?
Dijital dünyanın gelişimi, sanatın üretim, paylaşım ve algılama biçimlerini köklü bir şekilde değiştirdi. Dijital sanat, geleneksel sanat formlarının da ötesine geçerek bilgisayar teknolojileri ve farklı geliştirilen araçlarla günümüzde önemli yapıtlar üretiyor.
Sanatçı için bir sanat yapıtını üretirken özgür ve bağımsız olması, eserinin evrensel nitelikler kazanması açısından önemli. Bunun için teknolojik destek ya da geleneksel sanat fonları birbirleriyle rekabet etme alanını bulsalar da, güncel sanat dalları bunları harmanlayarak, yeni algılar la insanlara farklı duygular yaşatıyor.
Geçenlerde Pera Müzesi’nde gezdiğim ‘Semih Rıfat’ sergisinde sanatçının şöyle bir cümlesini okudum: “Fotoğrafa en yakın sanat dalının, yaygın olarak sanıldığı gibi resim değil yazı, daha doğrusu şiir olduğunu düşünmüşümdür her zaman.” Usta bir fotoğrafçı olarak bu konudaki fikrin nedir?
Tamamıyla katılıyorum. Semih Rıfat’ın fotoğrafa en yakın sanat dalının şiir olduğu kanısını benimsiyorum. Fotoğraf aslında sadece görüneni değil, ardındaki hikayeyi de size aktarır. Zamanın göreceli algısının sonsuz bileşimini saklar. Aslında bir hikaye yazarıdır fotoğrafçı, yaşanan ve o geri dönülmez anın hikayesini kendi tanıklığını da yok saymadan resmeder. Ayrıca fotoğrafı izleyenlerin bilinçleri ile kavradıkları ve belleklerine sakladıkları farklı öyküleri de anlatır.
Dolayısıyla fotoğraf bir tür özgürlük arayışıdır ve ‘şiir’ de tam da bunu yapar.
Fotoğrafın belleği sanatçının enstrümanıdır, aynen bir müzisyenin bir eserini bestelerken ya da icra ederken, adeta bir ressamın paletinden seçtiği doğaçlama renklerle bir yapıtını oluşturmaya çalışması gibidir.
Müzik, edebiyat ve resim-heykel, bence sanatın üç taşıyıcı kolonu… Son zamanlarda her üç dalda da çok farklı tarzlar ortaya çıktı. Biraz bunlardan söz eder misin?
Sanatın tüm bu dallarına evrimsel bir gelişim penceresinden bakmak doğru olur. Yaşanan her çağın oluşturduğu gerek siyasal gerek bilimsel ve sosyolojik değişimler elbette sanatın her aşamasını etkilemiş, sanatçıya yeni arayışlar içinde olma ve toplumlara öncülük etme görevi vermiştir.
Dikkat ederseniz birçok sanatçı ve sanat yapıtları, toplumların gelişim doğrultusunun önünde hareket eder. Ta ki toplumun onları benimseyip içselleştirmesine ve yaşantısına katmasına kadar. Sonrasında bir adım daha ilerisi, avangard misyonu olur sanatçının. Bu böyle sürer gider. Sanatın asli görevi de bu olmalı zaten.
Rilke’nin bir şiiri ile örneklemeye çalışayım;
...Hayatımı genişleyen halkalar içinde yaşarım ben,
Nesneler üzerine açılan birim birim.
Sonuncuyu belki başarmak gelmez elimden,
Fakat denemek isterim...
Sanatın aşk ile ilişkisini nasıl[u1] tanımlarsın?
Bu soru benim için çok anlamlı. Yazdığım bütün sanat makalelerinde, kısaca da olsa hep sanatın aşkla ilişkisini irdelemek, bu duygu[u2] ve düşüncelerden sonuçlar yaratmak arzusunu taşıdım. Aşk ile sanat arasındaki ilişki hem yaratım sürecinin doğasını hem de sanatın insan ruhuna etkisini derinlemesine işler. Bazı sanatçılar için aşk, yaratımın itici gücü ve ideale ulaşma arzusudur. Örneğin Rumi’nin şiirleri, aşkın mistik ve evrensel gücünü anlatırken Rodin’in ‘Öpüşme’ heykeli, tutkunun fiziksel ve duygusal yoğunluğunu gözler önüne serer. Sanatçı; sanatıyla aşkın duyumsanan yanlarını görür ve onu eserine katar. Kelimelerin yetersiz kaldığı yerde renkler, notalar ve fırça darbeleri devreye girer. Aşk da sanatı dönüştürerek ona yeni biçimler, yoğun duygular ve anlatılar kazandırır. Sanatçı bu kazanımda her seferinde ve yeniden var oluşunu sorgularken yaşamın anlamını yapıtına katar. Aşk gibi...