Cannes'da Büyük Ödül Joachim Trier'in 'Sentimental Value' filminin

Duygusal ve inişli çıkışlı bir baba-kız ilişkisini filmin merkezine yerleştiren Trier, terk ettiği ailesiyle sorun yaşayan bir babanın psikolojisini inceliyor. Trier´in başarısı bütün karakterlerine eşit mesafede durup, kendilerini ifade edebilecekleri diyaloglar yazmasından geliyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
18 Haziran 2025 Çarşamba

Gergin bir baba-kız ilişkisi

Joachim Trier’in ‘Duygusal Değer / Sentimental Value’su Altın Palmiye Ödülü için 78. Festival’in en önemli adaylarından biriydi. Ancak yaptığı açlık grevinden sonra ülkesi dışına çıkmasına müsaade edilen Jafar Panahi’nin Cannes’daki varlığı, ödül listesinin dengesini değiştirdi. İranlı ustanın Paris’te yaşayan kızının yanına gidip konforlu bir hayatı reddederek ülkesine dönüp demokrasi mücadelesini sürdüreceğini, ödenecek bedelleri karşılamaya hazır olduğunu açıklaması, Cannes’da herkesi olduğu gibi jüriyi de etkiledi. Yıllarca demir parmaklıklar ardında ve ev hapsinde baskı altında tutulan, sinemanın önde gelen özgürlük savaşçısının, Berlin’den sonra Cannes’da da en büyük ödülle taçlandırılması kaçınılmazdı. Norveç filmi yarışmanın ikinciliği sayılan Büyük Ödül’e kaydırıldı.

‘Sentimental Value’da inişli çıkışlı, gergin bir baba-kız ilişkisini filmin merkezine yerleştiren Joachim Trier, terk ettiği kızlarıyla sorun yaşayan bir babanın psikolojisini derinlemesine inceliyor. Milenyum kuşağının bunalımını konu alan film, iletişim kuramayan babalar, kızlar, ayakta kalmak için çaresiz bir çabayla sanata sığınmak gibi güncel sorunlara ışık tutuyor. Film, sanatçıları çevrelerindeki insanları ihmal etmeye iten benmerkezciliği, sevdikleriyle iletişim kurmanın zorluğunu, hatta ifade ettikleri olumlu ya da olumsuz fikirlerin yarattığı neticeleri gözler önüne seriyor. İnsan ilişkilerini otopsi masasına yatıran Norveçli ustanın başarısı, bütün karakterlerine eşit mesafede durup, kendilerini doğru ifade edebilecekleri incelikli diyaloglar yazabilmesinden geliyor. Trier ve fetiş senarist ortağı Eskil Vogt gerçekçi, samimi, içten, diyaloglarla filmin tüm karakterlerine sempati duymamızı sağlıyorlar. Filmin insanın içini ısıtan, unutulmaz duygu yüklü sekansları var.

Halının altına süpürülen travmalar

Filmin başkahramanları, ünlü yönetmen bir baba, biri tiyatro oyuncusu, diğeri tarihçi iki kızı… Trier - Vogt ikilisi kariyerleri boyunca yaptıkları işbirliğinde, senaryolarında dürüst, zengin, çok incelikli karakter tahlilleri yapmayı bu filmde de sürdürüyorlar. İzleyici başta iyi bir aile reisi olmayı başaramamış baba Gustav’a (Stellan Skarsgard) kızıyor, ancak kızları Nora (Renate Reinsve) ve Agnes’e (İnga İbsdotter Lilleaas) sevgisiz yaşamaktan mutsuzluğunu dile getirirken, izleyici taraf değiştiriyor. Gururunu çiğneyerek çektiği vicdan azabını samimi bir şekilde itiraf eden yaşlı adama, acılar yaşattığı kızları bile acıyor. Evli ve çocuklu olan Agnes babasını affetmeye daha yakın olduğu için hoşgörülü davranabiliyor.

Annelerinin kaybıyla sarsılan iki kardeşin, uzun süredir hayatlarında olmayan babaları, annelerinin ölümünün ardından bir anda eve döner. Babaları onlarla ilgilenmek yerine, tercihini yapacağı filmlerle ün sağlamak doğrultusunda kullanmıştır. Unutulmuş bir figür olan Gustav kariyerini canlandırmak için intihar eden annesinin yaşamını konu alan bir otobiyografik filmi çekmek ister. Bir zamanların saygın yönetmeni, sinemaya dönüşünü sağlayacak bir filmin senaryosunu yazmıştır ve başrolünü kızı Nora’nın oynamasını talep etmektedir. Teklif anında kesin bir dille reddedilir. Gustav, Fransa’da olduğu sırada ünlü Hollywood yıldızı Rachel Kemp (Elle Fanning) ile tanışır ve kendisini filminde rol almaya ikna eder. Norveç’te filmin çekimleri başlayınca, Gustav bunu kızlarıyla arasını düzeltmek için bir fırsat olarak kullanmak ister. Ancak film, büyükbabadan kalma, Nora’nın yaşadığı evde çekileceği için aile evindeki acı dolu anlar, geçmişte halının altına süpürülen travmalar su yüzüne çıkar. Rachel senaryo çalışması yaptığı evde huzursuzluğunu belli eder, rolün içine girmeyi başaramadığını itiraf eder. Çok zeki olan Rachel, Nora için yazıldığını anladığı rolü oynamayacağını Gustav’a söyler. Rachel “Sen beni kızının kişiliğine sokmak için zorluyorsun” deyince Gustav yıkılmıştır. Planı işlememiş, yenilgiyi kabullenmiştir. Çaresiz kalan Gustav kızlarına yakınlaşmak için çaba sarf eder, sevgisiz bir hayat yaşadığını itiraf eder. Nora yeni oyunundaki başarısıyla kariyerinin zirvesindedir. Ama babası oyunun prömiyerine gelmediği için huzursuzdur. Agnes babasının güvenilmez biri olduğunu samimiyetle söyler. Ancak “Babam bu rolü sırf seni düşünerek yazdı” diyerek kardeşini yumuşatmaya çalışır. İki kardeş bu vesileyle geçmişleriyle yüzleşme fırsatını bulur. Bu aile dramasındaki iki kız kardeşin birbirini sevip, bağlılığını sürdürdüklerini görürüz. Ancak film projesi tüm ailenin hayatını altüst etmiş, herkesi huzursuz etmiştir. Renate Reinsve canlandırdığı Nora karakterini şöyle tanımlıyor: “Kariyerine odaklanabilmek için omuzlarına öyle bir yük yüklüyor ki, yaşantısını normal bir şekilde sürdürmesi zorlaşıyor. Kendini ifade etmenin tek yolu tiyatro sahnesinde olmak ve sanatını icra etmektir”. Filmde iki kız kardeşin hayatlarını kurmadaki tercihlerinin o kadar farklı olması, kişiliklerinden mi yoksa geçmişte evlerinde yaşananlardan mı kaynaklandığı sorusu izleyicinin aklına takılıyor.

 

Sanatın iyileştirici gücü

Film, Gustav karakteri üzerinden narsistik bir yönetmenin ailesiyle karmaşık ilişkisini ve sinema aracılığıyla geçmişle yüzleşme çabası ironik bir dille ele alıyor. Film sinema tarihine göndermelerle dolu bir anlatım sunuyor. ‘Sentimental Value’da Trier, önceki filmlerinden daha içe dönük ve duygusal bir tonla, aile içi dinamikleri ve kuşaklar arası travmaları incelikle işliyor. Sanatın iyileştirici gücünün etkileyici portresini sunan film, gerçekçilikle fanteziyi ustalıkla harmanlamasıyla izleyiciye unutulmaz bir deneyim yaşatıyor. Trier’in kopyası olmasa da Gustav karakteri, iki çocuk babası yönetmenin yaşadığı sorunları yansıtıyor. Verdiği röportajda Trier “Filmim baba ile kızları arasında başarısız bir aşk hikâyesi, imkânsız bir ilişkinin etüdü. Yine de birbirlerine çok benziyorlar, sanatsal yaratımla beslenen bir evde bir araya gelebiliyorlar” diyor. Yoğun ilişkilerin yaşandığı bu filmde Joachim Trier ilk kez Stellan Skarsgard ile işbirliği yapıyor. İki kardeşi, Norveçli aktris İnga İbsdotter Lilleaas ile ‘Oslo 31 Ağustos’ filmindeki küçük rolünden beri yönetmene sadık kalan, ‘Julie’de oynayan Renate Reinsve canlandırıyor. Bu olağanüstü oyuncu, doğuştan gelen rahatsız edici bir korku ve kaygı yaşayan Nora karakterine kattığı derinlik, müthiş yeteneği ve perdeyi aydınlatan tebessümüyle tam puan alıyor. Agnes’i oynayan vatandaşı Lilleaas ondan aşağı kalmıyor. İsveç sinemasının en ünlü aktörlerinden, Lars Von Trier’in fetiş oyuncusu Stellan Skarsgard nüanslı oyunculuğuyla, tecrübesi ve yeteneğini gözlere seriyor. Skarsgard’ın sekiz çocuğundan dördü sinema kariyeri yapıyor. Üç dev oyuncunun yanında ezilmeyen performansıyla Elle Fanning, ‘Sentimental Value’yu Cannes ana yarışmasının en iyi oyuncu kadrolu filmi yapmaya katkı veriyor. ‘Dünyanın En Kötü İnsanı’ filminde Trier ile başlattığı beraberliğini sürdüren Danimarkalı ünlü görüntü yönetmeni Kasper Tuxen, tamamına yakını iç mekânlarda geçen filmdeki başarısıyla yönetmenin mizansenine katkıda bulunuyor. Kamerasıyla taradığı aile evi filmin önemli bir kahramanı halini alıyor.

Yazımı, 1974 Danimarka doğumlu Norveçli yetenekli yönetmen, senaryo yazarı, yapımcı Joachim Trier’in kariyerinde kısa bir gezintiyle bitireceğim. İkinci filmi ‘Oslo 31 Ağustos / Oslo 31 August’ (2011), Louis Malle’in 1963 tarihli başyapıtının ‘remake’iydi. Filmde, 30 Ağustos’ta uyuşturucu bağımlılığında kurtulmaya çalışan Anders bir iş görüşmesi için başkente gider, arkadaşını ziyaret eder, film 31 Ağustos’ta biter. Bu psikolojik drama Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde yer aldı. Dört yıl sonra ‘Sessiz Çığlık / Louder Than Bombs’ aynı yarışmanın ana bölümünde gösterildi. Bu psikolojik drama odağına, bir baba ve parçalanmış aileleriyle iki oğlunu alıyordu. ‘Thelma’ (2017), kafası karışık bir dindar kızla kendisine âşık bir kadının arkadaşlığını anlatan bir psikolojik dramaydı. ‘Dünyanın En Kötü İnsanı / The Worst Person In The World’ (2021), 30 yaşındaki Julie’nin fırtınalı aşk hayatını anlatan bir romantik komediydi. İki Oscar Ödülü’ne aday olan film ile Trier-Vogh ikilisi En İyi Senaryo Oscar’ı için yarışmıştı. Kariyerinin altıncı uzun metrajlı, Bergman sinemasının referanslarının izine rastladığımız filmi ‘Sentimental Value’, bir ailenin iç dünyasına odaklanan zarif, hassas, şiirsel, hüzünlü, esnek, derinden etkileyici bir sosyal komedi-drama olarak, 2025’in en kaliteli filmlerinden biri olmaya aday.   

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün