Bir Trompetin Ardından: Alevtina Parland ile Klezmerin İzinde

Kökleri Doğu Avrupa´da, kalbi İstanbul´da atan bir müzik… Trompetin sesiyle geçmişi bugüne taşıyan Alevtina Parland, klezmeri hem yeniden hatırlatıyor hem de yeniden yazıyor.

Eli Erdem DEMİRÖZ Kültür&Sanat&Spor
16 Haziran 2025 Pazartesi

Bir trompet sesiyle başlayan hikâye, İstanbul’un kalbinde yankılanan bir ezgiye dönüşebilir mi? Alevtina Parland’ın müziği tam da böyle bir dönüşümün izini sürüyor. Helsinki ile St. Petersburg arasında geçen çocukluk yıllarında başlayan klezmer tutkusu, onu zamanla Yidiş şarkılarının melodik izinde İstanbul’a taşıdı. Bugün Parland, hem bir sahne sanatçısı hem de kültürel bir köprü olarak, Aşkenaz müziğinin duygusunu Boğaz’ın ritmiyle buluşturuyor. Klezmerin hem tanıdık hem de uzak gelen tınılarını, şehrin çok katmanlı müzik kültürüyle harmanlayan Parland ile İstanbul’daki müzikal yolculuğunu, ilham kaynaklarını ve izleyicisiyle kurduğu benzersiz bağı konuştuk.

Sizi ilk kez tanıyacak okuyucular için, müzikal kimliğinizi ve kişisel geçmişinizi nasıl tanımlarsınız?

Trompete olan ilgim beş yaşındayken başlamıştı. Evde eski bir trompet vardı, elime aldığım an bunun “benim” enstrümanım olduğunu hissettim. O günden sonra durmaksızın çaldım hatta ailem artık biraz ara vermem için beni ikna etmeye çalışıyordu! Şarkı söylemek ise çok daha doğal gelişti. Üzerinde fazla düşünmedim, sadece söyledim. Seyirci seviyor, talep ediyor, ben de söylemeye devam ediyorum.

Helsinki ile St. Petersburg arasında büyüdüm, on üç yaşımda klezmer çalmaya başladım. En iyi bildiğim müzik budur. Bir de çocukken annemin bana söylediği Nordik halk şarkılarının üzerimde büyük etkisi oldu. Bunu sesimde hissedebilirsin.

Ben her şeyden önce bir sahne insanıyım; müziğimde daima içten ve derin bir ifade arıyorum. Klezmer için “bir gözüyle gülerken, ötekiyle ağlayan müziktir” derler. İstanbul’da yaşamak da tam olarak böyle bir şey zaten.

Klezmer Aşkenaz geleneğinden geliyor, oysa İstanbul’daki Yahudi toplumu ağırlıklı olarak Sefarad. Burada klezmer çalmaya sizi ne motive etti? Şehir nasıl bir tepki verdi?

İstanbul’a ilk geldiğimde sahneye çıkmak istiyordum. Klezmer tarzına meraklı ve öğrenmeye hevesli müzisyenlerle tanıştım. Hemen sahneye çıktık ve seyirciden aldığımız enerji inanılmazdı. Bu kadar sıcak bir karşılama beklemiyordum. O günden beri boş salona çalmadık. Seyirci hep yanımızda oldu.

Konser sonrası defalarca şu cümleyi duydum: “Bu müzik bir yandan çok tanıdık geliyor, ama aynı zamanda egzotik!” Bu his kesinlikle tesadüf değildi.

Klezmer’in İstanbul’da uzun bir geçmişi var. En az 18. yüzyıldan itibaren Moldova ve Eflak gibi Osmanlı'ya bağlı bölgelerden Aşkenaz müzisyenler İstanbul’a gelirdi. Klezmer, sınırları aşan bir müzik; gerçek bir diaspora dili.

Konserlerde, Ukrayna kökenli Yidiş şarkıcısı Isa Kremer’in repertuarından şarkılar söylüyoruz. Kendisi Rus Devrimi sırasında İstanbul’a gelip birkaç yıl burada yaşamış ve hatta rivayete göre padişaha konser vermiş. “Tatlı sözler fısıldayıp sonra kaybolan Avram” adlı şarkı onun repertuarından, bizim grubun da en çok sevilen parçası oldu. Aradan yüz yıl geçmiş ama şarkı hâlâ çok şey anlatıyor.

Klezmer ve Yidiş müziği, İstanbul’un zengin ve katmanlı müzik kültürünün bir parçası. Ne kadar çalarsam şehri aslında o kadar iyi anlıyorum. Ve seyircimiz müziğimize çok ilgi duyuyor. Her zaman klezmer dinlemeye hevesli bir kalabalık mutlaka oluyor.

İstanbul’un müzikal çeşitliliği – Türk klasik müziği, Balkan ezgileri, Roman ritimleri – sizin düzenlemelerinizi nasıl etkiliyor?

Genellikle bar ve kulüplerde sahne alıyoruz ve elbette insanlar eğlenmek istiyor. Klasik klezmer dışında, tanıdık ritimler ve melodiler de sunuyoruz. Düzenlemeleri, seyircinin dans edebileceği ve kendini rahat hissedebileceği şekilde yapıyoruz.

Etrafımızda çalınan müzikten çok etkileniyoruz: Osmanlı klasik müziği, Balkan ve Roman müziği gibi... Grubumdaki müzisyenler çok yetenekli ve çeşitli müzikal geçmişlere sahip; Anadolu, Fransız halk müziği, caz hatta salsa! Bu da müziğimize İstanbul’un çokkültürlü enerjisini getiriyor. “Komsiler” grubunun rebetiko tarzındaki çalışmalarından da fazlasıyla ilham aldım.

Grubun doğru yolda olduğunu size gösteren bir an var mıydı?

Bazı dinleyiciler her konserimize geliyor, tüm şarkılarımızı ezbere biliyor, hatta Yidiş sözlere eşlik ediyorlar. Gösteri sırasında gözlerindeki coşku bana ilham veriyor.

Geçenlerde Kazakistan ve Almanya arasında süren bir uzak mesafe ilişkisi yaşayan bir çiftle tanıştım. İlk buluşmalarını iki yıl önce bizim konserimizde gerçekleştirmişler. O gece o kadar güzel geçmiş ki hâlâ birlikteler!

Yakın zamanda Neve Şalom Sinagogu’nda büyük bir Aşkenaz düğününde de sahne aldık. Bu, yaptığımız işin toplum tarafından da sahiplenildiğini gösteriyor.

Türkiye’de birçok insan klezmer müziğine yabancı. İlk kez dinleyecek birine bu müziği nasıl tanıtıyorsunuz?

Seyirciye küçük hikâyeler anlatıyorum, müziklere kısa bağlamlar ekliyorum. Belki bir kıvılcım olur; araştırmak isterler ya da tekrar dinlemeye gelirler diye. Bazen fırsatını bulduğumda seyircilerle birlikte dans ediyorum.

Farklı müzik geleneklerinden yerel müzisyenlerle iş birliği yaptınız mı? Bu ortaklıklar müziğinizi nasıl etkiledi?

Grubun tamamı farklı kültürel ve müzikal geçmişlere sahip müzisyenlerden oluşuyor. Klezmer etrafında bir araya geldik ama herkes kendi özgün rengini kattı. Üyelerimiz Anadolu, Balkan, Fransız halk müziği, caz ve salsa gibi birçok alanda deneyimli. Bu da bize İstanbul’a özgü, başka hiçbir yerde olmayan bir ses kazandırıyor.

Bu sound bizi Avrupa, Amerika ve Kanada’daki klezmer gruplarından ayırıyor. Dinleyici ilk notadan bizim “İstanbul Klezmer Kapelye” olduğumuzu hissediyor. (Kapelye, Yidiş’te “orkestra” demek.)

Klezmer’in köklerine sadık kalırken çağdaş dokunuşlar katmak konusunda nasıl bir denge gözetiyorsunuz?

Geleneksel bir türle çalışan her müzisyenin belki de en çok dikkat etmesi gereken denge bu. Klezmer’in özünü kaybetmeden, onu tanıyanları evinde hissettirirken, bir yandan da taze tutmak gerekiyor. Neyse ki gruptaki herkes son derece yaratıcı ve yenilikçi.

Ayrıca turne sırasında İstanbul’dan geçen Yidiş müzisyenleriyle seyirciyi buluşturuyorum. Burası tam anlamıyla bir kavşak noktası. Konserlerimize pek çok önemli isim konuk oldu: Zoe Aqua, Ariane Morine, Eliana Pilskin Jacobs, Dobranotch, Ilya Shneyveys ve Esther Wratshko bunlardan sadece bazıları.

İstanbul Klezmer Grubu ve kendi müzik kariyeriniz için önümüzdeki hedefleriniz neler?

İki yıl önce Almanya’daki “Yiddish Summer Weimar” festivalinde sahne aldık. Dünyanın en büyük Yidiş müzik festivaliydi ve bizim için büyük bir başarıydı.

Yakında bazı single’lar yayınlamayı planlıyoruz. Ayrıca artık bir menajerle çalışmak istiyoruz ama hâlâ doğru kişiyi aramaktayız. Yerel sahnede daha büyük konserlere hazırız, uluslararası davetlere de her zaman açığız.

Benim kişisel planıma gelince İstanbul’dan ayrılamam. Bu şehirde kalbimin bir parçasını bıraktım. Müziğimi çalmaya, araştırmaya ve Boğaz kıyısında olabildiğince fazla zaman geçirmeye devam edeceğim.

Ekrem Çanak'ın izniyle kullanılmıştır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün