•Bugün birçok Tekirdağlı için Yahudi Mahallesi, bir zamanlar yan yana, kapı komşusu olarak yaşanmış anıların mekânı. Yaşlıların hafızasında hâlâ taze kalan isimler arasında Bakkal David, Doktor Danon ve güzelliğiyle dillere destan Almula yer alıyor. •David, Hamam Bayırı´nın tepesinde işlettiği küçük bakkalıyla çocukların sevgilisiymiş. Annelerimiz, oradan alınan kaynana şekeri ve leblebi tozunu hâlâ anlatıyor. Mahallenin en güzel kızı olarak anılan Almula ise, pek çok çocuğun ilk aşkıymış. Mahallenin kadınları bayramlık kıyafetlerini terzi Salomon´a diktirir, hastalandıklarında ise kapısını ilk çaldıkları kişi Doktor Danon olurmuş. •Yahudiler, Müslüman komşularıyla iç içe bir yaşam sürmüş. Aynı sokakta, aynı fırında ekmek pişirilmiş, bayram sofralarında tabaklar paylaşılmış. Mahallede farklı kimliklerin uyum içinde yaşadığı o dönemin izleri, anlatılan hikâyelerde bugün de yaşamaya devam ediyor. oÖZGE EBECEK - www.trakyagazetesi.com.tr
İsrail'in kıtlığın eşiğindeki Gazze Şeridi'ne yıkıcı saldırıları devam ederken, Birleşik Krallık vatandaşlarından oluşan küçük bir grubun 18 aydır süren savaşa verdiği tepki önemsiz görünebilir, özellikle de çarşamba akşamı (22 Mayıs) Washington DC'de iki genç İsrail büyükelçiliği çalışanının anlamsız ve savunulamaz bir şekilde öldürülmesinden sonra.
Ancak Britanya Yahudileri Temsilciler Kurulu'nun 36 üyesinin "İsrail'in ruhunun parçalandığı" savaşın tırmanmasına karşı geçen ay yaptığı açıklama, yalnızca kendi toplumlarında yankı bulmakla kalmadı, aynı zamanda çok daha geniş bir anlam kazandı.
36 kişinin ortaya koyduğu bu argüman, gündeme geldiği günden itibaren giderek daha geniş yankı buldu. Ve bu, yerel sinagoglarını temsil eden ve kendi topluluklarında öne çıkan Yahudi din adamları tarafından savunulduğundan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun defalarca dile getirdiği, onun hükümetinin politikalarını eleştirmenin "antisemitik" olduğu argümanını kaçınılmaz şekilde zayıflatıyor.
Çatışmanın on sekizinci ayına girilirken, Gazze harabeye dönmüş durumda. İsrail ise uluslararası alanda izole olmuş, içeride ise derin bir siyasal ve toplumsal krizle karşı karşıya. Halkın yüzde 53’ü, Netanyahu’nun savaşı kişisel çıkarları doğrultusunda sürdürdüğüne inanıyor. Yolsuzluklar, seçim kampanyası için Katar’dan para almak ve ultra-Ortodoks Yahudilerin askerlikten muaf tutulmasını öngören, kamuoyunda büyük tepki toplayan yasa tasarısının mimarı olmakla suçlanan Netanyahu, ülkeyi uzun ve yıpratıcı bir savaşa sokarak giderek kötüleşen haber gündeminden uzaklaşmayı umuyor.
Asker bulmakta zorlanan ordu, temmuz ayından bu yana yaklaşık 19 bin ultra-Ortodoks erkeğe askerlik bildirimi gönderdi. Ancak bunlardan yalnızca 300’ü askere alındı.
İsrail komando kuvvetlerinde görev yapan yedek Binbaşı Itzhaki Glick, kısa süre önce yaptığı bir değerlendirmede şunları söyledi: “Yedek askerler, siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle göreve gitmeyi reddettiklerinde aslında ülkeyi ve Siyonist projeyi yok ettiklerini bilen en vatansever insanlardır.” Glick’e göre ülkede yaygın bir bitkinlik hâkim: “Birlikte görev yaptığım adamlar hâlâ göreve gelmeye kararlı, ama bu daha ne kadar sürecek?”
https://fikirturu.com/jeo-politika/israil-ordusunda-vicdani-cozulme/
Batı Şeria’ya yönelik siyasetin açıktan yürütülmeye başlamasında 7 Ekim süreci olduğu kadar, bu süreçte iktidarda olan koalisyonun kompozisyonu da önem arz etmektedir. Nitekim 37. hükümete kadar, Netanyahu 2009’da yeniden iktidara döndüğünde Filistinlilerle müzakere sürecini dondurmuş, statükoyu sürdürme siyaseti izlemiş, böylelikle çatışma yönetimi stratejisi benimsemişti. 2021’de Naftali Bennet’in başbakanlığında ise çatışmanın azaltılması yaklaşımı benimsendi. Toprakların demografik endişelerle ilhak edilemediği ama güvenlik endişesiyle de geri çekilmenin söz konusu olmadığı, bu açıdan 1967 sonrasındaki işgalin İsrail için bir tuzak haline geldiği bu durumda, çatışma anca minimize edilebilirdi.
Bu tutumlar, farklı başbakanlar altındaki bu sağ kanat hükümetlerin Oslo Anlaşmalarını bir gerçeklik olarak kabul ettiğini gösteriyor. Nitekim bu sürelerde, çatışma yönetimi ve çatışmanın azaltılması yaklaşımları dahilinde Filistin yönetimi ile güvenlik ve ekonomik iş birliği sürdürülmüş ancak iki devletli çözüm temelinde bir siyasi çözüme ulaşmak niyeti gözlenmemiştir. Diğer bir deyişle, işgalin sürdürülmesi ve bir Filistin devletinin kurulmasının engellenmesi için çalışılmıştır. Netanyahu, bu stratejiyi son iktidarında da sürdürmeyi düşünmüşse de hem yaşanan gelişmeler hem de koalisyon ortaklarının söz konusu stratejiyi dönüştürdüğü vakıadır.
7 Ekim, İsrail’in siyasi-toplumsal tarihine kolektif bir felaket olarak yazıldıysa 2022’nin sonunda iktidara gelen yeni koalisyon da, kompozisyonu bakımından, bir dönüm noktası oldu; ilk defa İsrail’de ultra milliyetçi-dindar bir koalisyon, yerleşimci ideolojiyi hayata geçirmeye hazır figürlerle iktidara taşındı. İşgalin kökleşmesi ve yerleşim politikalarının agresif hale gelmesi, Batı Şeria’daki sivil yönetimin (COGAT) yerleşimci ideolojiyi benimsemiş Bezelal Smotrich’e bırakılması ile tescillenmiş oldu. Böylece Büyük İsrail Hareketi ve Gush Emunim gibi yerleşim hareketlerinin temsilcileri; Batı Şeria’nın ekonomisini, Filistinlilerin gündelik yaşamlarını ve Filistin yönetimi ile ilişkileri idare edenler oldular.
Dolayısıyla 2022’nin sonlarında kurulan hükümet, İsrail’in Batı Şeria’daki yönetim sistemini dönüştürme anlamına gelen atamalar, yetki devri, idari yönergeler ve bütçe tahsisleri dahil olmak üzere bir dizi adım attı. Bu doğrultuda uluslararası anlaşmalara göre Filistin yönetimine bağlı olması gereken B Bölgesi’nin bazı kısımlarında yürütme yetkilerini fiilen İsrail üstlendi. Yerleşim inşası onay süreci, yeniden yapılandırıldı ve Sivil İdare’nin kilit yetkileri, Dini Siyonizm Partisi-Likud koalisyon anlaşması kapsamında Savunma Bakanlığı’nda bakan statüsüne sahip olan Bezalel Smotrich tarafından atanan siyasi yetkililere devredildi. Hatta bu yetkililer, yerleşim inşasındaki artışı mümkün kılacak şekilde hızla çalışmalarına başladılar. Geçmişte en fazla üç ayda bir yapılan yerleşim inşası onay toplantıları, artık haftalık olarak düzenleniyor ve onay süreci çoğu müdahale noktasını ortadan kaldıracak şekilde sadeleştirildi.
https://kriterdergi.com/dis-politika/gazzeye-bakarken-7-ekim-sonrasi-bati-seriada-sessiz-ilhak
Demokratlar döneminde Amerika dış politikasını değerler ve tarihsel müttefiklikler üzerinden kurgularken, Trump için dünya “iyiler vs. kötüler” den ibaret değil. İsrail, Gazze söz konusu olunca insan haklarını unutan Demokratları tarihsel bağlar, “Ortadoğu’daki tek demokrasi” ve ortak medeniyet üzerinden öyle ya da böyle yanında tutabilirken Trump İsrail’e bakarken kendisine seçim için yatırım yapan bir iş ortağı görüyor. Trump için öncelik Amerika’nın çıkarı, Amerikalıların elde edeceği kazanç. Sadece İsrail uğruna İran ile savaşmayı, Suriye’de asker bulundurmayı istemiyor.
Trump, kendi hastane ve ilaç masrafları karşılanmazken, acile bile gittiklerinde ellerine fatura verilirken haritada gösteremedikleri ülkelere milyonlarca dolar yardım ve binlerce asker yollayan sıradan Amerikalıların öfkesinin bir ürünü. Bugün başkent D.C.’deki her kurumu yerle bir ederken elinin rahat olması, halktan beklenenin altında tepki gelmesinin de en büyük sebebi sıradan Amerikalıların bu kurumlara güvenmemesi, Trump’a “bir yık bakalım, sana da bir şans verelim” diyerek açık bir çek vermesi. Bu nedenle Trump’ın ve Trumpçılığın en büyük hikayesi elini ayağını parasını Ortadoğu’dan, Ukrayna’dan çekmek, mümkünse Çin ile çetin bir ticari savaşa odaklanarak en basit tabirle Amerikalı işçilerin cebini doldurmak, uluslararası ticaretten kaybedenlerin yeniden yüzünü güldürebilmek.
Trump’ın İran ile nükleer müzakerelere özel bir önem vermesi, İsrail’i uyarması, Yemen’deki Husilerle İsrail’e haber vermeden ateşkes yapması, ABD’nin sıkı İsrail destekçisi ABD’nin İsrail Büyükelçisi evanjelist Mike Huckabee’nin ateşkes için “İsrail’den izin alacak halimiz yoktu” gibi sert bir açıklama yapması da tam da bununla ilgili. Trump’ın ABD’nin başka bir savaşa veya çatışmanın içine çekilmemesi için bir daha ABD’nin müdahale etmeyeceği bir Ortadoğu barışının sağlayarak elini ayağını çekme isteği.
Netanyahu, savaşın başlangıcından bu yana ana stratejik hedefin Hamas'ı yok etmek olduğunu defalarca dile getirmiş olsa da, bu hedefe henüz ulaşılabilmiş değil. Aoun, "Savaş iki yıldır sürüyor. Değişen asıl şey uluslararası algı. Özellikle Filistinlilerin çektiği acılar artık daha fazla görünür durumda" diyor.
Férey ise farklı bir görüşte:
"Eğer amaç Hamas'ın askeri tehdidini yok etmek idiyse, bu başarıldı. Fakat siyasi hedefler ve kalıcı barış çok daha karmaşık."
İsrail ordusu, bir yandan Suriye’nin güneyinde yayılarak diğer yandan ülkedeki birçok stratejik ve askeri hedefleri bombalamaya devam ederken Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Ahmet Şara, İsrail'e İsrail dergisi aracılığıyla diyalog çağrısı yaptı. “Açık olmak istiyorum. Bitmek bilmeyen misilleme bombalamalarının dönemi sona ermeli. Hiçbir ulus, gökyüzü korkuyla dolu olduğunda refaha kavuşamaz. Gerçek şu ki, ortak düşmanlarımız var” diyen Şara, İsrail'e barış çubuğu uzattı.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, diğer adıyla Ebu Muhammed el-Colani, hafta sonu İsrail toplumuna hitap eden Jewish Journal'a verdiği nadir röportajında, İsrail'e karşı şaşırtıcı bir açıklık sergileyerek, ortak çıkarlara dayalı yeni bir bölgesel güvenlik düzenlemesi modeli önerdi.
İsrail’in birçok medya kuruluşunda yayınlanan röportajda Şara, Yom Kippur Savaşı sonrası İsrail ve Suriye arasında 1974'te imzalanan Kuvvetlerin Çekilmesi Anlaşması'nın ruhuna geri dönülmesini istedi. Şara, bunun sadece bir ateşkes anlaşması değil, aynı zamanda karşılıklı caydırma ve vatandaşların korunması için bir temel olarak kullanılmasını talep petti. Güney Suriye'deki Dürzi toplulukları ve Golan Tepeleri'nde vurgu yapan Şara, “Suriye'nin Dürzileri piyon değil. Onlar vatandaşlar. Köklü, tarihsel olarak sadık ve yasanın her türlü korumasını hak ediyorlar. Onların güvenliği pazarlık konusu değil" dedi.
https://www.bbc.com/turkce/articles/cvgdrzxyp79o
Diğer taraftan Şam'daki geçici yönetim ile İsrail arasında doğrudan görüşmeler yapıldığı, görüşmelerin geçici yönetimin Suriye-İsrail sınırındaki Kuneytra kentine atanan valisi tarafından yürütüldüğü biliniyor. Şam'dan kaynaklar bu görüşmelerin İsrail ile normalleşme sürecine dair olmadığını, İsrail'in neredeyse Şam kapılarına dayandığı Suriye işgalini sona erdirmek için yapıldığını söylüyor. Ancak Amerikalıların Suriye'nin de İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yaptığı açık ki Şam'daki Eş Şara yönetiminin buna mesafeli durduğu söylenemez. İsrail'in Filistin direniş örgütlerine yönelik talepleri Amerika'nın Şam'a verdiği şartlar listesinde yer bulmuştu. Filistin direniş örgütleri Şam'ı terk etmeye zorlanırken Lübnan'da da silahları toplanacak gibi görünüyor. Geçtiğimiz haftalarda bu köşede uzun uzun yazmıştım ancak bir kez daha altını çizmek gerekiyor; Filistin direniş örgütlerinin son kalesi olan Şam da düştü, artık gidebilecekleri yer kalmadı!
Bütün bu gelişmeler, halihazırda Türkiye ile İsrail arasında Suriye sahasında nüfuz mücadelesi devam ederken Şam'ın İsrail ile temas kurması, bunu da Amerika'nın isteği ile yapması elbette çekişen taraflar açısından dengeleri değiştirebilir.
https://www.evrensel.net/yazi/97021/bolgede-hava-puslu-zemin-kaygan
İsrail siyaseti, her zaman olduğu gibi hararetli. Netanyahu’nun dış politikadaki başarısızlığını politize etmeyi başarırsa muhalefet için ciddi bir başarı olacak. Fakat bu sürecin çok kolay olmayacağı aşikar. Trump’ın İsrail’e yönelik tepkileri veya sınırlandırmaları daha ne kadar devam edecek veya sınırları nereye ulaşacak kimse emin değil. Bunun yanında alternatif aktörlerin çıkması da muhalefet blokunu güçlendiren bir diğer gelişme olarak okunabilir. Bu noktada eski başbakan Naftali Bennett’in siyaset sahnesindeki görünürlüğü, Netanyahu’nun iktidarını sarsabilecek en önemli gelişme olacaktır. Aslında burada temel nokta, İsrail’de politik bir alternatifin yokluğu, Netanyahu’ya kendi alternatifliğini sürekli öne çıkarma şansı vermektedir.
Trump ve Netanyahu arasındaki gerginlik kendisini önce Husilerle ABD arasındaki anlaşmada sonra Gazze noktasındaki ayrışmalarda gösterdi. Burada bir patikanın oluşmaya başladığı düşünülebilir. Fakat bu ayrışmanın İsrail ve ABD arasındaki konvansiyonel ilişkilerden ne ölçüde sapacağı ise gelişmelere bağlı olarak değerlendirilebilir.
https://kriterdergi.com/dis-politika/netanyahu-trump-ayrismasi-ne-anlama-geliyor
İsrail’in ABD dış politikasında etkin bir aktör olduğu açıktır. Diğer taraftan ABD’nin Ortadoğu bölgesine yönelik dış politikasında İsrail’in güvenliğini sağlamak temel doktrinlerinden birini oluşturmaktadır. Buna karşılık İran’ın bölgeye yönelik dış politikasında İsrail’e karşı sert söylemler bulunmaktadır. Hal böyleyken ABD ve İran arasında gerçekleşen müzakerelerde doğal olarak İsrail faktörü de ön plana çıkmaktadır. Müzakere konusu İran’ın nükleer programı olunca durum daha da kritik bir hal almaktadır. Nitekim şu ana kadar İran ve Batı arasında gerçekleşen müzakerelerde, İsrail, etkinliğini net olarak göstermiştir. Mevcut durumda Umman ara buluculuğuyla devam eden İran-ABD nükleer müzakerelerinde de İsrail söylemlerinin ABD tarafında giderek ağırlık kazandığı anlaşılmaktadır. Ancak İsrail’in savunduğu İran’ın uranyum zenginleştirme kabiliyetinin ortadan kaldırılması söylemi, İran açısından kabul edilebilir değildir. Bu durumda, İran’a olası bir askeri müdahale bir diğer seçenek olarak akla gelmektedir. Ancak İran’ın kritik nükleer tesislerinin 90 metreye kadar yer altında olduğu dikkate alınırsa İsrail, ABD’nin yardımı olmadan İran nükleer tesislerini etkisiz hale getiremeyecektir. Kaldı ki ABD’nin müdahalesiyle bile tesislerin tamamen işlevsiz hale getirilebileceğinin garantisi yoktur. Bu nedenle İsrail’in de yoğun bir denetim çerçevesinde, barışçıl amaçlarla kullanılabilecek düşük yoğunlukta uranyum zenginleştirilmesini kabullenmek durumunda kalması muhtemeldir.
Ek olarak İsrail, İran’ın nükleer programını kendisi için bu derece hayati bir mesele haline getirip sürekli denetlenmesi gerektiğini savunurken kendi nükleer programı herhangi bir denetime tabi değildir. Üstelik İsrail’in; kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların yayılmasını önleyen herhangi bir anlaşmaya üyeliği bulunmamaktadır. Son dönemlerde bu mesele, İran akademik camiasında tartışılmaya başlamıştır. İsrail’in müzakerelerde fazlaca baskın olması durumunda, İran’ın İsrail nükleer meselesini bir koz olarak tartışmaya açması muhtemeldir.
https://kriterdergi.com/dis-politika/abd-iran-nukleer-muzakerelerinde-israil-faktoru
Ticaret Bakanlığı, BM verilerine ait bir tablonun yer aldığı bir haberin sosyal medyada paylaşılması üzerine 22 Mayıs'ta konuyla ilgili kapsamlı bir yazılı açıklama yayınladı.
Açıklamada İsrail ile ticaretin devam ettiği yönündeki iddialar yalanlandı, BM veritabanında yer alan Türkiye'nin 2024'te İsrail'e 2,8 milyar dolarlık ihracat yaptığına dair verilerin "tamamen yanlış" olduğu ifade edildi.
Türkiye'nin 7 Ekim 2023'ten 2 Mayıs 2024'e kadar geçen 7 aylık sürede İsrail ile ticareti yüzde 30 azalttığı belirtildi.
Nisan 2024'te bazı ürünlerde İsrail'e ihracatın durdurulduğu ve 2 Mayıs 2024'te Türkiye'den İsrail'e "bütün ürün gruplarında ihracat, ithalat, transit ticaretin" kesildiği vurgulandı.
Ticaret Bakanlığı açıklamasında 2024'ün ilk dört ayında İsrail'e "Filistin'e yapılan ihracat dahil" 1,5 milyar dolarlık ihracat yapıldığı söylendi ve şu ifadeler kullanıldı:
"Gümrüklerde ve serbest bölgelerimizde İsrail ile ticaret işlemi yapılamaz. 2 Mayıs 2024'ten bu yana İsrail ile ticaret sıfırdır."
https://www.bbc.com/turkce/articles/c4gkp65453mo
Yeni bir YouGov araştırması İngiltere, Fransa, Almanya, Danimarka, İspanya ve İtalya'da İsrail'e yönelik olumlu bakışın 2016'dan bu yana Batı Avrupa'daki en düşük seviyede olduğunu gösteriyor.
Araştırma, Kasım 2016 ve Mayıs 2025 tarihleri arasında bu altı önemli Batı Avrupa ülkesinden 8 bin 625 kişiyle görüşülerek gerçekleştirildi.
İsrail hükümetine yönelik destek, Almanya (-44), Fransa (-48) ve Danimarka'da (-54) YouGov'un takip etmeye başladığı 2016 yılından bu yana en düşük seviyeye ulaşırken, İtalya (-52) ve İspanya'daki (-55) kamuoyu duyarlılığı da 2021'den itibaren daha kısa bir zaman dilimi olmasına rağmen aynı şekilde en düşük seviyelerde.
Bu altı ülkedeki Avrupalıların bir kısmı İsrail'in Gazze'ye asker göndermekte haklı olduğunu düşünmekle birlikte, o zamandan beri çok ileri gittiklerini ve çok fazla sivil kayba neden olduklarını düşünüyor.
1970’lerde, özellikle deplasmanlarda, rakip takım taraftarlarının Tottenhamlılara antisemitik tezahüratlarla sataşması artık neredeyse sıradanlaşmıştı. “Hahamınız burada olduğunuzu biliyor mu?” tezahüratı diğerlerine kıyasla “hafif ve eğlenceli”ydi. Öyle ki, Auschwitz’e gönderme yapılıyor, gazdan boğulanları hatırlatan “sss” sesiyle Tottenhamlılar kışkırtılıyordu. Başlangıçta Mavi-Beyazlı taraftarların tepkisi, ırkçılığa karşı koymak ya da Yahudileri savunmaktan ziyade, rakiplerinin ithamlarını zekice baş aşağı çevirmekten ibaretti. Fakat bu tavır ve tutumları, zamanla bazı Yahudileri de rahatsız edecek düzeye ulaştı.
Bu rahatsızlığın anlaşılır bir nedeni vardı. Zira Hotspur taraftarları Yahudi kimliğini sahiplendikçe, onların düşmanları da Yahudiliğe acımasızca saldıracaklardı. Dünya Yahudi Kongresi rahatsızlığını açıkça ifade etti. İngiliz Futbol Federasyonu ne yapacağını bilemiyordu. Çünkü bu durum bir grubun kendisine “zenci” demesine benziyordu. Kulüp, taraftarlarına çağrıda bulundu ve “Yid” tabirini kullanmamalarını istedi ama onlar bu çağrıya hiç aldırmadılar. Konu yargıya taşındı ve mahkeme taraftarların ifade özgürlüğü lehine karar verdi. Dönemin İngiltere Başbakanı James Cameroon da o süreçte Tottenhamlılara sahip çıkmıştı.
Kısacası Londra kulübü, Yahudi sığınmacıları ve göçmenleri tribünlerine çekmek için özel çaba göstermemiş, sadece onlara hoşgörü göstermiş ve misafirperverliğini “kötü şöhret”le ödemiştir. Bugün başkentin en antipatik takımı kesinlikle ağırbaşlı ve gösterişsiz Hotspur’dur. Fakat bir ankete göre tarafsız futbolseverlerin gözünde, Manchester City ile birlikte “Big Six”in en sevilen iki takımından biridir. Tabii ben bir Manchester United taraftarı olarak bu ankete şüpheyle bakıyorum!
…
İsrail'in Gazze'ye ve Batı Şeria'ya saldırıları nedeniyle Batı dünyasında itibar kaybettiği ve buna koşut olarak anti-semitizmin (ya da anti-siyonizmin) yükseldiği bir dönemde gelen bu şampiyonluk, Tottenham’ın zaferine farklı bir anlam katıyor. Kulüp bu süreçte saldırıya uğramış olmasa da İsrail-Filistin sorununu adeta içinde hissetti. Tottenham tribünlerinden Emily Damari, Hamas’ın rehinesi olarak 471 gün geçirdikten sonra, nihayet 19 Ocak’taki esir takasıyla özgürlüğüne kavuştu. 28 yaşında sadık bir taraftar olan Damari, takımının maçını izlemek için İngiltere'ye dönmeyi uzun zamandır hayal ediyordu. Eve geri dönüşünde yüzlerce kişi, ellerinde sarı balonlarla renktaşlarını karşılamak için stadyumda ve Highgate Sinagogu'nda toplandı.
Genç kadın sadece birkaç ay önce, Gazze'deki bir tünelde mahsur kalmış haldeydi, minik bir siddurla dua etti, parmakları eksikti, vücudu şarapnel parçalarıyla delik deşik olmuştu ve bırakın bir futbol maçını, bir daha gün ışığını görüp göremeyeceğinden emin değildi. Stadyumun önündeki ilk konuşmasında kendisi için toplanan kalabalığa şunları söyledi: "Burada kendimi evimde hissediyorum. Beni tanımadan adımı haykırdığınız için size minnettarım. Hepiniz harikasınız. Umarım Spurs bugün kazanır! Diasporadaki tüm Yahudilere, özellikle de annemi ve ailemi desteklemek için gelen Birleşik Krallık Yahudi cemaatine özel bir teşekkür etmek istiyorum”. Annesi ise Emily’nin iyi hissettiğini belirterek duygularını şu sözlerle ifade etti: “Çünkü biz Yahudiyiz, en kötüsünü hesap eder, en iyisini umut ederiz.”
https://www.bolgearastirmalari.com/_files/ugd/3ce997_241a736f696a430ab3a85f7996aa6d1b.pdf
Gazze savaşı, İsrail açısından yalnızca askeri değil, aynı zamanda diplomatik,
siyasi ve toplumsal düzeyde büyük bir yıpranma sürecini temsil etmektedir. Netanyahu yönetiminin savaş politikalarına yönelik artan uluslararası eleştiriler, ülke içinde büyüyen protestolar ve kamuoyu yoklamalarında belirginleşen memnuniyetsizlik, İsrail siyasetinin çok yakın gelecekte bir dönüşüm yaşayabileceğinin işaretlerini vermektedir. Bu dönüşüm, ya erken seçimlerle halkın iradesine başvurularak gerçekleştirilecek ya da hükümet içindeki parçalanma yoluyla tetiklenecektir. Her iki senaryoda da, Netanyahu'nun geleceği artık kendi ittifaklarının bile sorguladığı bir belirsizliğin ortasında şekillenmektedir. İsrail’in bölgedeki güvenlik mimarisini yeniden düşünmesi ve uluslararası hukuka uyumlu, sürdürülebilir bir barış vizyonu geliştirmesi,
yalnızca Filistinliler için değil, İsrail’in kendi demokratik ve toplumsal istikrarı açısından da artık zorunlu bir gerekliliktir.
https://www.bolgearastirmalari.com/_files/ugd/3ce997_241a736f696a430ab3a85f7996aa6d1b.pdf
Bugün bir insanlık dramından dolayı tüm gözler Gazze’de fakat son bir yıl zarfındaki önemli stratejik gelişmeler gözardı ediliyor. Lübnan’da Hizbullah’ın tasfiyesi ve yeni cumhurbaşkanı seçimi, Suriye’de rejim değişimi ve İsrail ile iyi ilişkiler arayışı, İran’ın zayıflayan hava savunmasından dolayı kısmen sessiz kalması, Yemen’de lojistik imkanların büyük çapta berhava edilmesi…
İsrail diplomatik, askeri ve ticari dışlanmaları 75 yıldır yaşıyor fakat alternatifler geliştirmeyi becerdi. Bu yüzden de ekonomisinin gerilemesi beklenirken sürpriz yaptı. Fakat sanat, edebiyat ve müzik alanında “parya” etkisi daha şiddetli hissedilebilir. Birçok ülkede antisemit terör olayların da artması beklenir.
https://www.turkisrael.org.il/single-post/i-srail-bir-g%C3%BCn-parya-durumuna-d%C3%BC%C5%9Febilir-mi
Bugün birçok Tekirdağlı için Yahudi Mahallesi, bir zamanlar yan yana, kapı komşusu olarak yaşanmış anıların mekânı. Yaşlıların hafızasında hâlâ taze kalan isimler arasında Bakkal David, Doktor Danon ve güzelliğiyle dillere destan Almula yer alıyor.
David, Hamam Bayırı’nın tepesinde işlettiği küçük bakkalıyla çocukların sevgilisiymiş. Annelerimiz, oradan alınan kaynana şekeri ve leblebi tozunu hâlâ anlatıyor. Mahallenin en güzel kızı olarak anılan Almula ise, pek çok çocuğun ilk aşkıymış. Mahallenin kadınları bayramlık kıyafetlerini terzi Salomon’a diktirir, hastalandıklarında ise kapısını ilk çaldıkları kişi Doktor Danon olurmuş.
Yahudiler, Müslüman komşularıyla iç içe bir yaşam sürmüş. Aynı sokakta, aynı fırında ekmek pişirilmiş, bayram sofralarında tabaklar paylaşılmış. Mahallede farklı kimliklerin uyum içinde yaşadığı o dönemin izleri, anlatılan hikâyelerde bugün de yaşamaya devam ediyor.
Bir dönem Tekirdağ’da beş adet sinagog bulunduğu biliniyor. Bunlardan biri, şu anda Toprak Mahsulleri Ofisi’nin yer aldığı alanda, denize sıfır bir konumdaymış. Görenlerin anlatımına göre, ahşap mimarisiyle büyüleyici bir yapıya sahipmiş. Ancak zamanla şehirleşme bahanesiyle yıkılmış; ahşapları fırınlarda yakılmış. Bu olay, Yahudi toplumunun yavaş yavaş Tekirdağ’dan ayrılmasına neden olmuş. Ardından bir bir evler satılmış, mahalle sessizliğe bürünmüş.
Mahalleye dair anlatılan efsaneler de az değil. Eskilerin deyimiyle, "Yahudi Mahallesi’nden geçeni iğneli fıçıya atarlar" sözü, yaramaz çocukları korkutmak için söylenirmiş. Tabii o zamanın çocukları da bunun gerçek olmadığını bilirmiş ama yine de mahalleye adım attıklarında tedirgin olurlarmış. Bu da Yahudi Mahallesi’ni zamanla gizemli, hatta biraz masalsı bir yer haline getirmiş.
Günümüzde Yahudi Mahallesi’nde hâlâ o eski evlerden bazıları ayakta. Fakat her biri zamanla yorgun düşmüş, restorasyona muhtaç, bazıları yıkılmış, bazıları yanmış… Zamana meydan okuyan ahşap dış cephelerin ardında nice hikâye saklı. Şehir hafızasının bu önemli parçası, kaybolmadan önce korunmalı, belgelenmeli ve gelecek nesillere aktarılmalı.
Bir zamanlar sokaklarında bayram sevinci dolaşan, farklı dinlerden komşuların bir arada yaşadığı bu mahalle, bugün Tekirdağ’ın unutulmuş ama yeniden hatırlanması gereken miraslarından biri. Yahudi Mahallesi, sadece eski evlerden ibaret değil; içinde yaşanmışlıklar, dostluklar, kayıplar ve zamanın izleri var.
https://www.trakyagazetesi.com.tr/haber/25161642/cumbalarin-ardindaki-hatiralar-yahudi-mahallesi