Gastrodiplomasi ve Türk Mutfağı Haftası

Devletlerin birbirleriyle rekabetinin sıklıkla silahlı mücadeleye dönüştüğü, siyaset kavramının genellikle çatışmayla birlikle düşünüldüğü bir iç ve dış politika ortamının içindeyiz. Diğer taraftan, siyaset keyifli şeyleri hiç içermiyor da değil. Örneğin 21-27 Mayıs arasında kutlanan ´Türk Mutfağı Haftası´ bunlardan biri. Fakat amaç “güzel Türk yemeklerini yiyip karnımızı doyurmak” değil elbette. Siyasetin özellikle de 2000´li yıllarla birlikte görmeye başladığımız, ´zorlama´ değil, ´ikna´ içeren sevimli yüzüyle, halkların ´kalplerini ve zihinlerini kazanmak´.

Burcu SUNAR CANKURTARAN Perspektif
12 Haziran 2025 Perşembe

Son yıllarda sıklıkla duyduğumuz “yumuşak güç” ve “kamu diplomasisi” kavramları, devletlerin diğer devletlerin halklarıyla olumlu ilişkiler kurmak, kalıcı bir diyalog için ortak bir zemin belirlemek, onlara kendi kültürlerini tanıtmak, kendi haklarındaki yanlış anlamaları düzeltmek, ülke imajını güçlendirmek gibi oldukça geniş bir çerçeveyi ifade eder. Uluslararası İlişkiler literatüründe kamu diplomasisi, “geleneksel kamu diplomasisi” ve “yeni kamu diplomasisi” olarak ikiye ayrılır. Günümüzde kamu diplomasisi dediğimizde, neredeyse tamamen “yeni kamu diplomasisi”ni anlarız. Yeni kamu diplomasisinde, yukarıda bahsettiğimiz amaçlar için, devlet dışı kurumlar, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, özel şirketler ve markalar, spor kulüpleri, medya, kanaat önderleri ve hatta bireyler bile devletin uluslararası iletişim kampanyasının bir parçası sayılır. Diyebiliriz ki neredeyse her şey ve herkes, bu iki yönlü, diyaloğa dayalı diplomasinin bir taşıyıcısı haline gelir.

Her şey kamu diplomasisinin bir aracı olmaya başladıkça, kullandığımız alt başlıklar da hızla artıyor. Bugün bir çırpıda sayabileceğimiz onlarca alt başlıktan bazılarına örnek olarak, dini diplomasi, dijital diplomasi, müzik diplomasisi, diaspora diplomasisi, spor diplomasisi, sağlık diplomasisi, eğitim diplomasisi, insani diplomasi başlıklarını verebiliriz. Giderek popülerleşen alt başlıklardan biri de “gastrodiplomasi”. “Mutfak diplomasisi” de yaygın olarak kullanılmaya başlanan bir kavram. Literatürde iki kavramın aynı anlama gelip gelmediği konusunda bir oybirliği olmasa da, şimdilik biz bu akademik tartışmayı bir kenara bırakarak, yazının bundan sonrasında da “gastrodiplomasi” ifadesini kullanmaya devam edelim.

“Gastrodiplomasi”, yabancı halklarla ilişki kurmak için mutfağın kullanılması, hatta kimi yazarlara göre, mutfağın tanıtılmasının ötesinde, mutfağın kendisinin doğrudan diplomasinin hedefi haline dönüşmesidir. Gastrodiplomasiyle devletler ulusal mutfak kültürü miraslarını yabancı halklara ihraç eder, bunu yaparken de gündelik yemek alışkanlıklarıyla bağlantılandırarak ülkelerini yatırım ve ticaret açısından cazip göstermeye çalışırlar. Ancak bir mutfağın güçlü ve ihraç edilebilir olması, sadece lezzetli tariflere sahip olmaktan geçmiyor. Gastrodiplomasi; tarım politikaları, gıda sektörü, gıdayla bağlantılı turizm ve eğlence gibi diğer sektörlerin durumları/güvenilirlikleri/cazibeleri, gıda yardımları, uluslararası ticaret, medya gibi pek çok unsurun, bütüncül bir vizyonla birbirine entegre edilmesini ve devletlerin dış politikalarıyla uyumlu olarak, ‘ulus markası’na hizmet edecek şekilde etkin olmasını gerektiriyor. 

Türkiye’nin son yıllarda gastrodiplomasi alanında pek çok atağı var. Bunlardan biri de bu yıl dördüncüsü kutlanan “Türk Mutfağı Haftası”. Hem Türkiye’de hem de Türkiye dışında çeşitli organizasyonlarla kutlanan bu haftayla amaç, Türk mutfağının kültürlerarası köprü kurabilme potansiyelini harekete geçirmek, Türkiye’deki mutfak geleneğinin çeşitliliğini ve evrensel değerini, tarihsel köklerine sadık kalarak, modern dünyada sürdürülebilir kılmak. Bu senenin ana teması “sürdürülebilir, atıksız Türk mutfağı”; faaliyet teması ise “Türk mutfağı klasikleri”ydi. Ancak burada kutlananın yalnızca klasik Türk yemekleriyle bezenmiş bir Türk mutfağı olduğunu düşünmek yanıltıcı olabilir. Az önce gastrodiplomasi tanımı yaparken, bir tanıtım faaliyetinden öte, dış politika hedefleriyle uyumlu olacak şekilde, pek çok unsurun bir araya gelerek bütünleşik bir vizyonla işlevsel kılınması gerektiğinden bahsetmiştik. Dolayısıyla Türk Mutfağı Haftası’nın hedefi de, yalnızca bir yemek kültürünü tanıtmak değil; bu kültürün, bir halkın tarihini, geleneklerini ve yaşam biçimini yansıtan bir kültürel miras olduğunu dünyayla paylaşmak.      

Kamu diplomasisi faaliyetlerinde nasıl “ülkenin kendi hikâyesini anlatmasından” bahsediyorsak, gastrodiplomaside de elbette bir hikâye ve hikâyenin önde gelen kahramanları ve temaları var. Örneğin, bu sene, Türkiye’deki sofraların “aile sıcaklığını” yansıttıkları; “misafirperverlik, beraberlik ve birlik” ifadesi oldukları; aileleri, arkadaşları, misafirleri bir araya getirerek insanlarımızın “cömertliklerini” gösterdiği; farklı insanları “önyargısızca bir araya topladığı” vurgusu var. Bu hikâyeye göre, “hiçbir şeyin ziyan edilmediği”, “tariflerin adeta aile mirası gibi aktarıldığı” bu mutfak kültürü, “sadece karın doyurmak için değil, birlikte üretmek ve paylaşmak” açısından da önemlidir. Tarifler ve yapılma biçimleri, “ustadan çırağa aktarılan birer hatıradır”. 

Bu hikâye kısmı, gastrodiplomaside oldukça önemli. Örneğin, Türkiye’nin UNESCO’nun “somut olmayan kültürel miras listesi”ne soktuğu, mutfak kültürüne ilişkin unsurlara baktığımızda da, buradaki kriterin tek başına “lezzet” olmadığını görürüz. Mesela, listede bulunan “keşkek”, geleneksel olarak topluca, kadın-erkek karışık, büyük kazanlarda pişirilen, şarkılar, dualar, tezahüratlar, oyunlar eşliğinde hazırlanan bir geleneksel tören niteliği içerir. Yine listede bulunan “mesir macunu” bir yiyecek olmaktan öte, yerel halkın geleneklerindeki yeri, Manisa’da düzenlenen Mesir Macunu Festivali’yle pekişen, şifalı olduğuna ve dilekleri gerçekleştirebileceğine inanılan, Mehter Takımı’nın marşlarıyla eşlik ettiği, törensel bir anlam taşır. Zeytin yetiştiriciliği ise “acil koruma gerektiren somut olmayan kültürel miras listesine” dâhil edilmiştir. Çünkü listede, Türkiye’de zeytin yetiştiriciliği, aşılanmasından budanmasına, gübrelenmesinden hasat edilmesine kadar, geleneksel bir işbirliğiyle ve sosyal etkinliklerle yapılan bir kültürel merasim olarak ele alınmıştır.

Türk mutfağı, Türkiye’nin yumuşak gücünün kuşkusuz önemli bir yüzü. Fakat yumuşak gücün sert gücün yerini alamayacağını, devletlerin ancak ikisini birlikte kullandıkları takdirde “akıllı güç” olacaklarını da hatırımızda tutmamız gerekiyor.   

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün