Hayatta bazı anlar vardır ya, içinden “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” dersin. İşte 17-24 Mayıs arasında, 78. Cannes Film Festivali’ne yaptığım yolculuk tam olarak öyle bir andı benim için. Öncesi ve sonrası diye ayrılacak bir dönüm noktası… Ama bu birdenbire olmadı, onu hemen söyleyeyim.
Her şey, yol arkadaşım ve bana bu yolda rehberlik eden modacı Jade Gritsfeldt’in “Hadi, Cannes’a geliyorsun!” çağrısıyla başladı. Önce gazeteci olarak akreditasyon almaya çalıştım ama başvurular kapanmıştı. Bütün engeller ve tesadüfler beni ‘film yapımcısı ve yazar’ kimliğimle başvuru yapmaya itti.
Ve bu, sanki evrenin bana gönderdiği bir işaretti: “Senin için yeni bir yol açılıyor, Arda. Hazır mısın?”
İşte tam o anda, astrolojik olarak Neptün’ün Koç burcuna geçişinin etkisini hissetmeye başladım: hayallerin ve sezgilerin cesaretle birleştiği bir dönem. Neptün hayallerin, Koç ise atılımın ve hareketin burcudur. Ben o an, kendi hayatımın perdesini cesaretle aralamaya yönlendiriliyordum…
Ve ben, bu çağrıyı tüm kalbimle kabul ettim. Daha başından biliyordum: Bu seyahat, sadece bir festival deneyimi değil, içsel bir yolculuğun da başlangıcı olacaktı…
Cannes’a adım attığım andan itibaren karşıma çıkan insanlar bu yolculuğun doğasını değiştirdi. Evet, etrafımda fotoğrafçılar, oyuncular, yönetmenler, modacılar ve eğlence sektörünün önemli isimleri vardı. Ama şaşırtıcı olan, bu ultra lüks otellerde, VIP etkinliklerde ve kırmızı halıların gölgesinde bile ‘aydınlanma’ peşinde olan, Kundalini’nin uyanışına ilgi duyan, ruhsal arayışta olan insanlarla karşılaşmamdı… Yeni çağın insanları Cannes’da bile kendilerini arıyorlardı!
Ve bu yolculuğun en unutulmaz karakteri, hiç şüphesiz Jasz’dı… Sahilde, tam bir film sahnesinden çıkmış gibi bir anda karşıma çıkan o büyülü kadın… Kıyafeti, takıları, spiritüel dili ve mitolojik havasıyla bir tanrıçayı andırıyordu. Onu gördüğümde aklıma geçen yıl kaybettiğimiz usta sanatçı Ayla Algan geldi. Sanki ruhu bir başka surette bana görünmüştü.
Jasz, bir yapımcıydı, Cannes yakınlarında bir şato kiralamış, birçok projeye imza atmış, başka bir dünyadan gelmiş gibi anlatıyordu kendini. Ama sonra bir tesadüfle öğrendim ki, tüm bu anlattıkları bir hayalden ibaretti: O aslında sahilde eski bir Peugeot’un içinde yaşıyordu, kaybettiği ve özlem duyduğu kedisi Paşmina’nın sevgisi, kaybının acısı ve hayalleriyle baş başa…
İşte tam bu noktada anladım: Cannes’ın gerçek yüzü buydu. Kırmızı halılar, şampanyalar, prestijli etkinlikler bir illüzyondu. Herkes kendi yazdığı, kendi yönettiği bir senaryonun içindeydi. Cannes, hayallerin, yalanların ve umutların birbirine karıştığı dev bir film setiydi. Ve Jasz, bu simülasyonun içindeki en sihirli ve gerçek karakterdi! Mitolojik bir arketip, bir azizeydi!
Ve Jasz bize şu cümleyi söyledi: “Sizin gelişinizle Cannes değişti!”
Astrolojik olarak düşündüğümüzde, Neptün’ün Koç’a geçişi, bireylerin hem kişisel hem de kolektif düzeyde bir uyanışa çağrıldığını gösterir. Artık yalnızca hayal kurmak yetmez; harekete geçmek gerekir. Cannes’da bulunduğum günlerde bunu adeta sahada gözlemledim. Bir tarafta lüks ve görkem vardı, ama bir tarafta içsel arayışlar, kayıplar, yalnızlıklar, umutlar… Cannes’ın gölgesinde gezinen herkes, kendi filminde bir yolculuktaydı.
Ve evet, bu yolculukta unutulmaz bir olay da yaşandı: Festivalin son günlerinde, ben Berlin’e doğru uçakta iken tüm Güney Fransa’da yaklaşık 160 bin kişiyi etkileyen bir elektrik kesintisi meydana geldi. Cannes’ın ışıkları birden sönmüştü. Cannes gölgeler içinde kalmıştı, tıpkı Jasz’ın söylediği “Cannes’ın gölgeleri!” sözüne uygun bir biçimde. Ve o an şunu düşündüm: Gölgeler altında kalan Cannes gerçekten değişmişti. Tıpkı benim değiştiğim gibi!
Bu yolculuk, bana artık sadece bir seyahatten ibaret değildi. Bir kırılma noktasıydı. Berlin’e dönerken uçağın camından bulutlara bakarken fark ettim: Hayatım ‘78. Cannes Film Festivali’nden önce’ ve ‘78. Cannes Film Festivali’nden sonra’ diye ikiye ayrılmıştı.
Ama bu yolculuğun en önemli mesajı şuydu:
Gerçek büyü, kırmızı halıda, gösterişli otellerde, sahne ışıklarında veya büyük isimlerin arasında değil; aşkın gücündeydi! Egonun direncine rağmen bir ve bütün olmayı becerebilmekteydi. Tüm korkularına, zihnin tüm tuzaklarına rağmen sevgiyi seçebilme cesaretini gösterebilmekteydi. An’da olma becerisinde, kalbin derinliklerinden gelen sevgiyi ifade edebilme gücündeydi. Denizle bütünleşen yağmur damlasında, sevgiden akan gözyaşlarında saklıydı…
Jasz, bana bunu hatırlattı. Cannes’ın gölgesinde, altın bir ışık parlıyordu ve o ışık insan ruhunun saflığından, arayışından, tutkularından geliyordu.
Artık biliyorum: Cannes’dan aldığım bu işaretle, yeni projeler, yeni hikâyeler ve yeni yolculuklar beni bekliyor. Ve bu sadece benim için değil; hepimiz için geçerli. 2025’in ikinci yarısına yaklaşırken, astrolojinin ve kolektif enerjinin bize fısıldadığı bir çağrı var:
“Cesur ol, hayallerinin peşine düş, kendi filmini yaz.”
Peki, sen hazır mısın?