Bir zamanlar Kuzey Anadolu'da Yahudi Cemaati

Nesim ŞALOM Perspektif
22 Mayıs 2025 Perşembe

Bu yazımda bahsedeceğim konu biraz etnografya ile ilgili.

Türkiye’de kalan ve geçmişte yaşayan Yahudilerin başta İstanbul olmak üzere, İzmir, Bursa, Ankara, Edirne, Çanakkale, Hatay gibi illerde ağırlıklı olarak yerleşik oldukları ve bu şehirlerin nüfuslarında rakamsal ifade edilebilecek bir orana sahip oldukları bilinir. Ancak bazı yerel küçük cemaatler de var ki buralarda bir Yahudi azınlığın yaşamış olduğu çoğumuzun aklına bile gelmez.

Bu yerlere örnek olabilecek şehirlerden biri Tokat. MÖ 3000’lere kadar uzanan tarihi boyunca Helenistik zamanda adı Komana Pontiki olan şehir, Bizans zamanında Dokia, Ermeni Krallıkları zamanında Evodokia ve Danişment Beyliği zamanında Tosya’ya evrilmişti. Şehir Pontus Krallığının bir kalesiyken, MÖ 47’de Julius Caesar, Pontus kralı VI. Mithridas’ın oğlu II. Pharneces’i yenmiş ve bağımsız bir krallık olma umudunu bitirmişti. Ancak 6. yüzyılda I. Justinianus'un saltanatına kadar, şehre komşu olan Neocaesarea (Niksar) aktif bir Pontus’luk merkeziydi. Anadolu’da İslam varlığının egemen olması ile, bölge 12. yüzyılın sonunda Selçuklu Türkleri tarafından fethedildi. Buradaki son yerel yönetici olan Kadı Burhaneddin’in ölümünden sonra 1398’de Yıldırım Bayezid burayı ziyaret etmiş ve yerel halk Osmanlı Devleti yönetimine katılmayı tercih etmişti. Ancak burada da 1. Dünya Savaşı'na kadar şehrin ticareti Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin kontrolündeydi.

Tokat özelinde olmasa da Yahudilerin orta ve kuzey Anadolu’ya gelişlerinin MÖ 3. yüzyılda Seleukos Hanedanı III. Antiochus’un 2000 kadar kişiyi Babil’den alıp Lidya ve Frigya bölgelerine yerleştirmesiyle başladığı bilinir. Anadolu'nun ilk Yahudi nüfusu, çoğunlukla Yunanca konuşan Romanyot ve çok daha az sayıdaki Karayit Yahudileri topluluğundan oluşuyordu.  Anadolu ve özellikle İstanbul’daki Yahudilerin sayısının artması, tabiidir ki II.Bayezid zamanında İspanya’dan kadırgalarla getirilen Yahudilerden bir kısmının bu bölgeye, ama Tokat’tan ziyade, şehzadeler kenti Amasya’ya yerleştirilmesi ile olmuştu. Sultan Murat’ın Edirne’yi fethinden itibaren Türklerin eline geçen Bizans şehirlerindeki Yahudiler Türk dilini öğrenmeye ve Osmanlı Devleti bünyesinde Türk Kültürü ile entegre olmaya başlamışlardı. Sultan II. Mehmet İstanbul’u fethettiğinde Bizans döneminde buranın hahambaşısı olan Moşe Kapsali’yi Yahudilerin dinî ve sosyal işlerini yürütmekle görev ve yetkilendirmiştir. Anadolu’da ve İstanbul’da Yahudi varlığının güçlenmeye devam etmesi iniş çıkışlı olsa da 20. YY. başlarında Osmanlı bünyesinde Yahudi Cemaatinin temsil edilmesi en üst seviyeye ulaşmıştı ve 1908’de 275 mebustan oluşan II. Meşrutiyet Meclis-i Mebusanında Yahudileri temsil eden 5 mebus bulunuyordu. Aynı mecliste, diğer etnik ve azınlıkları düştükten sonra, Türklerden oluşan mebus sayısı ise 142 idi.

Zamanında Tokat’ta Yahudilerin yerleşmeye başlaması oldukça eskiye dayanmakla birlikte bu konuda yazılı kaynak az olduğundan daha ziyade nesilden nesle anlatımla aktarılan bilgilere dayanmakta. Buradaki en son Yahudi varlığı da 1930’dan daha sonrasına intikal etmediğinden artık yaşadıklarını anlatacak nesilden gelenler de parmakla sayılacak kadar az.

Buradaki halkın daha ziyade, sosyo-ekonomik yaşantısı ve günlük faaliyetleri, geriye doğru gidersek Tanzimat dönemine kadar bir tür devlet arşivi olan Temettüat kayıtları ve Cizye defterlerinden okunabilmektedir. 1840 yılında Osmanlı imparatorluğu halkın varidat kayıtlarını (Geçim ve varlık durumu) takip edebilmek için bugünkü Hazine ve Maliye Bakanlığı’na benzer bir Muhasıllık Teşkilatı kurmuştu. Bu teşkilat vilayetler bazında halkın etnik yapısını, varlığını, uğraştığı meslekler, ekonomik durumu, gelir-gider dengesini kayıt altına alıp takip etmekle görevliydi.

Bu kayıtlardan Tokat’taki Yahudi varlığı ile ilgili olarak da oldukça ilginç tespitlere ulaşmaktayız. 1840’lı yıllarda sayıma göre Tokat’ta 38 hanede yaşayan Yahudi Nüfusu 190 kişiydi. O dönem sadece erkeklerin nüfus kaydı tutulduğu göz önüne alınırsa bu sayı, orada yaşayan yaklaşık 400 kişilik bir nüfusa işaret eder. Ama bu oradaki nüfusun ancak yüzde 1’i iken buna karşılık 15000 kadar Ermeni ve 4000 kadar da Rum yaşamaktaydı. Tokat’taki Müslüman nüfus ise toplam nüfusun yarısından ancak biraz fazla idi. Osmanlı’daki yerel idare sistemine göre, Tokat, Sivas Sancağı’na bağlı olan bir kaza idi. Yahudilerin yaşadığı mahalleler, yoğunluk sırasına göre, Hoca İbrahim, Zaim, Yahudiyan, Halid ve Camii Kebir idi. Günümüzde artık bir iz kalmış olmasa da turistik olarak ziyaret edilen Sulu Sokak ve Halit Sokak Tokat’ın tipik Yahudi Mahallesi idi. 

Yapılan restorasyonlarla günümüzde hoş bir görünüme kavuşan bu sokakların açıldığı meydan, Tokat’ın simgesi olan saat kulesi ve yanındaki Behzat Cami şehrin en canlı noktasıdır. Sultan II. Abdülhamit’in onuruna 1902’de açılışı yapılan bu kulenin üzerindeki saat ve çanları, kuleden aşağı sarkıtılmış iple bağlı iki taşın aşağı ve yukarı hareketi ile kurulması prensibiyle çalışır.

Tokat Saat Kulesi ve Halkalı Köprüsünün 1930’lardaki görünümü

Tokat’ta yaşamış Yahudilerin pek bilinmiyor olması, muhtemelen, alışılagelmişin aksine büyük şehirdeki gibi entelektüel çevre içerisinde olmamaları ve zanaat ve esnaflıkla zar zor geçinen fakir bir topluluk olmalarından idi. Ama buna karşılık dini vecibelerine sıkı bağlı, adet ve ananelerini yerine getiren bir topluluktu. Kadınların tüm meşgalesi ev işleri iken, erkeklerin sıklıkla rastlanan meslekleri aktarlık, terzilik, bez ve kumaşçılık, seyyar tuhafiyecilik, tenekecilik ve bir yerde çalışan amelelikti. Ancak yetim, yaşlı ve düşkün sayısı da oldukça fazlaydı. Genelde olduğu gibi Tokat’ta da toprak sahibi olan ve zirai üretim ile uğraşan Yahudi oldukça azdı. Ama buna karşılık Hamursuz zamanlarında da ihtiyaçlarını karşılamak üzere bağcılıkla uğraşan ve şarap üreten Yahudiler, hamursuz ekmeklerini kendilerinin yapabildiği fırıncılıkla uğraşanlar vardı. Genel olarak ifade etmek gerekirse Tokat’taki Yahudilerin büyük çoğunluğu esnaf veya işçiydi. Kayıtların tutulmaya başlandığı zamanlardan arazi sahibi Yahudi olarak görünen bir istisna, Halid mahallesinde mukim, aktar olan Eliya Hekimoğlu’nun Kazabad, Biskeni Köyünde geniş bir arazi sahibi olduğuydu.  Tokat’ta yaşayanların ağırlıklı aktarlıkla uğraştığını görmekteyiz. Aktarlarda satılan bir madde de “cehri”dir. Cehri kumaş ve basma boyamada kullanılan küçük üzüm tanelerine benzeyen bir bitkidir. Tokat’ta bu bitkinin üretimi özellikle Rum ve Ermeni azınlıkların iştigal konusu olmakla beraber, aktarlık icra eden Yahudiler için de dolaylı olarak bir geçim kaynağıydı.

Tokat Yahudileri için tarihten zihinlerde kalan kötü bir olay kan iftirasıydı.

Ortaçağ Avrupası’nda yüzyıllarca yaygın olan bu iftiralar Osmanlı’ya çok fazla ulaşamamış olsa da ilk kez 16. yüzyılda bu bölgedeki Yahudiler için bir sorun olmuştu.

Ortaçağ’daki Yahudilere atılan kan iftirasını betimleyen bir illüstrasyon

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Amasya’da meydana gelen olayda, kan iftirası, Şehzade Mustafa’nın bölge valisi olduğu döneme rastlamıştı. Tahminen 1535 yılı civarında, Amasya’daki Ermeni bir kadın, kaybolan küçük çocuğunun Yahudiler tarafından kesildiğini gördüğünü iddia etmesi üzerine, halk galeyana gelmiş ve bu iddia üzerine, inzibatlar birkaç Yahudi’yi yakalamıştı. Yakalananlar gördükleri işkencelerle suçu üstlenmeye mecbur bırakılmış ve sonuçta idam edilmişlerdi. Ancak kısa bir süre sonra Hristiyan çocuk ortaya çıkmış ve devlet mercileri aldatıldıklarını görmüştü. Bundan sonra bu aldatmacaya sebep olanlar da adaletli Sultan olarak bilinen Kanuni Süleyman tarafından gerekli cezaya çarptırılmıştı. Amasya’da yaşanan bu iftiranın üzerinden fazla geçmeden bu sefer Tokat’ta da kan iftirası iddiası ortaya atılmış ancak bu kez daha dikkatli davranılmıştı. Sultan Süleyman’ın doktoru olan Moşe Amon, padişahtan aldığı bir ferman ile Yahudilerin böyle bir iddia ile ilgisi olmadığını kanıtlamıştı. Sultan Süleyman’ın Yahudilere güvenini belirttiği fermanda şöyle denilmekteydi:

“Bana yani devlete vergi ödeyen bu cemaatin üyelerinin bir saldırıya ya da herhangi bir haksızlığa uğramalarını istemiyorum. Bu gibi iddialar bundan sonra Padişahlık Divanında muhakeme edilecek ve emrim olmadan başka herhangi bir yerde görülmeyecektir.” Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu bir devlet olmasından dolayı, padişah halkına eşit davranmak zorundaydı ve Kanuni Sultan Süleyman çıkardığı bu fermanla Yahudi cemaatini güvence altına almıştı. Bu gibi kararları ile ‘Kanuni’ sıfatını alan Sultan Süleyman, bu fermanla aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan tüm azınlıkların da haklarını koruma altına alıyordu. 

Yazılı kayıtların tutulmaya başlandığı 19. Yüzyıl başlarından bir yüzyıl kadar daha ileriye gidersek, daha yakın zamanlarda, aynı zamanda kendisi de Şalom yazarı olan Reneta Sibel Yolak’ın anlatımlarından da Tokat Yahudileri ile ilgili bazı bilgileri aktarmak isterim. Tokat’ın nadir varlıklı ailelerinden, büyük dedesi (Anne annenin babası) olan İzahar Mizrahi Tokat’ın hahambaşısı idi ve hem Kaşeruta uygun et kesimini yapan Şohet, hem dini kuralları uygulayarak sünnet eden Moel, hem Kabalist ve toplumun bilge kişisiymiş.

Reneta’nın aile fotoğraf albümünden

Tokat Yahudilerinin alışılagelmiş iştigal alanlarının tersine kendisi elma bahçesi ve üzüm bağları sahibiymiş. Aynı zamanda Tokat’ın tek sinagogu Sinadnik’in de hahamlığını yaparmış. Üzüm üreticiliği konu olunca bunun yanında, şıra, sirke, şarap, rakı, pekmez, asma yaprağı gibi başka mahsuller de üretilir ve hatta kışlık ihtiyaçlar olan tarhana, salça, erişte, un gibi malzemeler de evlerde yapılırmış. Hal böyle olunca evde hazırlanan malzemeler sayesinde, Hamursuz bayramlarında Pesah Kaşerutu’na uygun olması için dışarıdan alınan yiyeceklerin sınırlandırılması gibi bir sorun pek yaşanmaz, ancak bayram hazırlıkları uzun sürdüğü için bu işlere erkenden başlanılır ve dini gerekliliklere uygun şekilde evler baştan aşağı bir bayram temizliğine sokulurmuş. İzahar Mizrahi’nin dünürleri ise (Reneta’nın annesinin büyük babası) Tokat Yahudilerinin gözde mesleği olan aktarlık yaparmış. Muhtemelen İzahar Mizrahi ile dünürü arasında da ziraat mahsullerine dayalı bir ticaret süregelmekteydi.

Tokat’ta Yahudiler esnaf ve orta halli yaşamlarıyla birlikte, din ve göreneklerine bağlılıkları, sosyal hayat tarzları, kültür ve eğitimi önemsemeleri ile diğer toplum kesimlerinde ayrılırlardı. Burası her ne kadar İstanbul’a uzak bir nahiye ve bir köy gibi olsa da, yaşantıları Osmanlı saray yakını olan elitlere benzerdi. Erkekler fes takar, kadınlar kumaşlarını İstanbul’dan getirttikleri renkli saten uzun elbiseler ısmarlama ayakkabılar ile şık ve gösterişli olurlardı. Küçük bir topluluk olduklarından herkes birbirini iyi tanır evlilikler görücü usulü yapılırdı. Kadınlar kendi evlerinin işi yanı sıra başka evlerde de yardıma ve özellikle terzilik yapmaya giderdi. Küçük yaştan itibaren gerek kız gerek erkek çocuklara Fransızca öğretirler ve bunun için evlere öğretmen çağırırlardı. Genellikle olduğu gibi Tokat’ta da, Yahudiler ağırlıklı olarak, kendi yaşadıkları mahalle ve sokakları tercih eder bunların dışına pek çıkmazlardı. Kızların evlenme yaşı genelde küçüktü ama evlenme çağına gelene kadar ev ve yemek işleri, örgü, el işi, Fransızcaya ek bir dil daha ve genel adabı muaşereti öğrenirlerdi. Kadınlar güzellik, temizlik ve görünümlerine önem verir, çok uzun ve bakımlı saçlı olurlardı. Günümüzde de tellak ve natırların genellikle Tokatlı olmaları da bundan sebep olsa gerek, hamam sefaları saatlerce sürebilirdi. Bayram düğün gibi eğlenceler ve toplanmalar ev ve aileler arasında olduğundan meraklı aile bireyleri şarkı söylemeyi, Alaturka bir müzik enstrümanı çalmayı öğrenirlerdi. İstanbul’da alışık olduğumuz yazlığa taşınma usulü gereği, yazın sıcak günlerini geçirmek üzere yayladaki evlere taşınırlardı.

Tokat denilince akla testide yapılan kebabı geldiği için biraz da oradaki Yahudi mutfağından bahsedilebilir. Bunun için de Şalom Dergi’nin geçmiş sayılarından birinde karşıma çıkan Vivian Kohen’in bir yazısından öğrendiğim bazı yemekleri ve bilgileri de izniyle aktarmak isterim.

Vivian Kohen Aile albümünden, solda büyükleri Blanş ve Marko Saban ve toplu aile fotoğrafı

Tokat’ın meşhur bir mantı çeşidi “Partalejoz” yemeği, üzerine kızarmış tereyağı dökülüp ceviz rendelenerek yapılırdı. Sevilen bir yemek olan Tokat Kebabı, oradaki Yahudiler’in de bayramlarda yaptığı meşhur bir yemeği imiş.

Tokat’ın meşhur kebabı 

Bize ait olan borekasın da biraz gözlemeye benzeyen Samsun Borekası adıyla yapılan versiyonu ve Tokat’a özgü tereyağlı un kurabiyesi varmış. Ayrıca evlerde yapılan bir tatlı sarı burma dedikleri cevizli bir baklava çeşidiydi. Bir diğer geleneksel tatlı ise evlerde yapılan cevizli incir reçeliymiş.

Yazının başlarında da belirttiğim gibi Tokat’taki Yahudi varlığı 1930’da tamamen sona ermiş. Tek olan sinagog ise 1910’da kapandıktan sonra binası zamanla yıkılmış ve günümüze kadar hiçbir izi gelememiş. Sinagog yakınında bulunan mezarlık da zamanla kaybolmuş ama nadir bir şekilde mezarlıktaki taşlardan biri sağlam olarak günümüze kadar gelebilmiş. Bu taş bugün eski Yahudi mahallesi olan yerde olabildiğince korunmaya çalışılıyor. 

Yahudilerin Tokat’ı terk etmesine sebep olan etkenlerin en son ve belirleyici olanı Varlık Vergisi olmuş ve o pogromdan sonra kalan çok az sayıdaki Yahudi de başka büyük şehirlere taşınmak zorunda kalmış.

Tokat gibi başka Anadolu şehirlerinde de varlık göstermiş olan ama az bilinen Yahudi Cemaatlerinin, en azından anılarının kaybolmaması dileğiyle.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün