Konforun ötesine bir yolculuk

Ne kadar çok şeye alışmışız, ne kadar çok şeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Garanti görüyoruz. Oysa her an, kontrolümüz dışında her şey değişebiliyor ve bir anda ne kadar savunmasız kalabiliyoruz.

Seren ALÇEH Yaşam
14 Mayıs 2025 Çarşamba

Bazı şehirler, anlar, yolculuktan çok insana kendi yolunu hatırlatıyor. Yaklaşık iki aydır Lizbon’dayım. Zaman olarak kısa gibi görünse de, hissettiklerim, yaşadıklarım sanki çok daha uzunmuş gibi geliyor. Lizbon’un yavaşlığı, kendi halinde oluşu bana hayatın kendi ritmini; her şeyin çabasızca, doğal bir akışla ilerleyebileceğini bir kez daha hatırlattı.

Geçtiğimiz haftalarda ülke genelinde bir elektrik kesintisi yaşandı. Hayatımız boyunca pek çok kez elektriklerin kesildiğine tanık olduk, ama bu kez farklıydı: Tam anlamıyla hayat durdu. Telefonlar çalışmıyordu, teknoloji çağında iletişim koptu. Giriş kapısı elektrikle çalıştığı için evime bile giremedim; gidecek bir yerim yoktu. Arayacak kimse de yoktu - olsa bile telefon çekmiyordu. Hayatımda ilk kez gerçekten güvende olmadığımı hissettim.
“Alt tarafı bir elektrik kesintisi” diyeceğimiz bu sıradan olay, aslında bana çok şey gösterdi. Ne kadar çok şeye alışmışız, ne kadar çok şeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Garanti görüyoruz. Oysa her an, kontrolümüz dışında her şey değişebiliyor ve bir anda ne kadar savunmasız kalabiliyoruz. Böyle durumlarda yapabileceğimiz pek bir şey olmuyor. Ama bu, kurban psikolojisine girmemiz gerektiği anlamına gelmiyor… Direnmek yerine teslim olmak; olanı olduğu gibi kabul etmek, adapte olabilme kapasitemizi de ortaya çıkarıyor.

Evren sonsuz bir potansiyelle dolu ama biz çoğu zaman bunun farkında bile olmadan yaşıyoruz. Her şeyin birbirine bağlı, bir bütün olduğunu ise genellikle bir adım geri çekilince ya da mecbur kalınca fark edebiliyoruz. Sağlıklıyken şükretmeyi unutuyoruz. Ancak küçücük bir ağrı bile hissettiğimizde, aslında ne kadar konforlu ve sağlıklı olduğumuzu fark ediyoruz. Bir başkasının yaşadığı zorluğu duyduğumuzda onlar adına üzülürüz ama içten içe kendi huzurumuza şükrederiz. Oysa şükretmek için illa kötü bir şeyin olmasını beklememiz gerekmiyor.

Konfor alanımızı güvenli sanıyoruz ama çoğu zaman bizi sınırlayan ve hareket etmemizi engelleyen görünmez bir koza hâline geliyor. Yumuşak, güvenli ama kısıtlayıcı. Ve o kozadan çıktığımızda işte o zaman gerçekten başlıyor hayat. Çünkü gerçek potansiyelimiz, bilinmeyenin içinde saklı.

Bazen insanın kendine yaklaşması için biraz uzaklaşması, yavaşlaması gerekiyor. Bu her zaman fiziksel bir uzaklık demek değil; bazen dışarıdan bakabilmek ve objektif bir şekilde sorgulamak bile yeterlidir. Uzaklaştıkça, ilginç bir şekilde, kendimize daha çok yaklaşıyoruz. Belki de bu, yaş aldıkça gelişen bir farkındalık. Yıllar içinde yaşadıklarımız ve deneyimlerimizle daha cesur oluyoruz. Sonunda ölüm olmadığını görüyoruz; en kötü ne olabilir ki?

Belki de bu güven hissi, tam da bize gereken şey. Sonuçta her adım hayatın bir parçası, oyunun kuralı. En kötü ne olursa olsun, bir şekilde yolumuzu buluyoruz. Bu yolda sevdiğimiz, sevmediğimiz, utandığımız, inkâr ettiğimiz, gurur duyduğumuz; hatta farkında bile olmadığımız pek çok yönümüzü görüyoruz. İnsan kaç yaşında olursa olsun, kendini tanımaya devam ediyor. Her gün kendimizi şaşırtabiliriz. Daha iyi bir versiyonumuza ulaşmak için her sabah küçük bir adım atabiliriz. Çünkü her yeni gün, içimizde saklı bir sürprizi beraberinde getiriyor.

Kendimize hak ettiğimiz gibi, aslında evrenin sonsuz olasılığına ve bereketine hakkımız olduğunu hatırladıkça, bedenimizi ve ruhumuzu dinledikçe, içsel dengemizi korudukça hayat kendiliğinden akıyor. Hem de en sade, en doğal, en eforsuz haliyle.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün