Struma Faciası: Unutulan Bir Katliam mı?

Su DARSA Zaman Makinesi
7 Mayıs 2025 Çarşamba

Bir milletin hafızası, sessiz kalan hikâyelerin yankılarıyla doludur. Struma faciası, bu sessiz hikâyelerden biridir. II. Dünya Savaşı’nın ortasında, Avrupa’dan kaçmak isteyen 769 Yahudi mülteciyi taşıyan Struma gemisinin İstanbul açıklarında tam 70 gün bekletildikten sonra Karadeniz’de batırılması, sadece bir insanlık trajedisi değil; aynı zamanda vicdanları kemiren kolektif bir suskunluk anıdır. Olayın üzerinden 80 yılı aşkın zaman geçmesine rağmen, Struma hâlâ bazı soruları ardında bırakır: Bu ölümler önlenebilir miydi? Sessiz kalmak da bir sorumluluk değil midir?

Struma 769 yolcudan oluşan ve çoğunluğu Romanya Yahudilerden oluşan bir gemiydi. Aslında gemi demek tam olarak doğru bir tabir değil. Esasen bir sığ su tankeri olan Struma, okyanus yolculuğu için uygun koşullara sahip değildi. 12 Aralık 1941 yılında Köstence Limanından hareket eden Struma’da yolculuk boyunca eksik ve bakımsız olmasından dolayı bolca teknik arıza çıktı.
19 Aralık 1941’de Struma, motor arızası sebebiyle İstanbul Boğazı girişinde durdu. Yeniköy açıklarına demir atılan gemiye Türkiye’den giriş izni verilmedi. İngiltere’nin Filistin’e olan Yahudi göçünü kısıtlıyor olması sebebiyle yolcuların karaya çıkmasına izin verilmedi. İngiltere, gemideki Yahudilerin Filistin’e alınmasına izin vermeyince Struma iki ay boyunca İstanbul açıklarında bekletildi. Gemi içindeki koşullar iki ay içinde günden güne kötüleşiyordu. Su yiyecek ve ilaç kıtlığı, hastalıklar bütün gemiyi sarmış durumdaydı.

23 Şubat 1942’de Türk yetkililer gemiye yanaşıp motoru çalıştırdı ve Struma’yı Karadeniz’e geri çekti. Gemi motoru hâlâ çalışmaz durumdayken uluslararası sulara bırakıldı ve denizde kaderlerine terk edilen yolcular, 24 Şubat 1942’de sabaha karşı, bir Sovyet denizaltısının Struma’yı bombalaması ile hayatlarını kaybettiler.
Yalnızca David Stoliar’ın hayatta kaldığı gemide, en az 100 tanesi çocuk olmak üzere 768 kişi hayatını kaybetti. Bu olay Türkiye ve İngiltere başta olmak üzere, savaş halindeki büyük devletlerin insan hayatına karşı olan duyarsızlığının bir sembolü haline geldi.

Bu faciaya baktığımızda aslında en çok göze çarpan konu İnönü’nün konu Yahudilerin hayatına geldiğinde ele aldığı kararsız tutum aslında. Struma faciası bu olaylardan sadece biri, Atatürk döneminde Türkiye’ye göç eden Yahudi bilim insanlarının bir kısmının İnönü döneminde güvensizleştirilmesi ve çoğunun bu sebeple ülkeden ayrılmak zorunda kalması da ayrı bir örnek olarak verilebilir. Özellikle Alman-Türk iş birliği çerçevesinde gelen Yahudi akademisyenlerin statüsü tehlikeye girmişti.
İnönü döneminde yaşanan olaylar sadece bunlarla da sınırlı değildir. Struma faciası ve bilim insanların itibarsızlaştırılmasının yanı sıra, varlık vergisinin devam etmesi, transit geçiş yasağı, özellikle Ankara büyükelçiliğinde Nazi ajanlarına müsamaha gösterilmesi ve en çok da sessizlik politikasıyla Yahudi cemaatinin yalnızlaştırılması bu dönemde Türkiye’deki Yahudileri çok büyük bir risk altında bırakırken, Nazi rejiminden kaçmaya çalışan Yahudilerin bir kısmının yakalanmasını kolaylaştırmıştır.
Bütün bu olayların sonucunda, aslında sessiz kalmanın, kararsızlığın alınan en büyük karar olduğunu söyleyemez miyiz?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün