Sırrı Süreyya Önder’i Meclis’ten tanırım. Beyefendi, kalender, zeki, yüzünden gülümsemesi eksik olmayan, insanlarla ilişkilerini dünyevi sınırlara çok takılmaksızın kendi doğal seyrinde kurmak isteyen bir insandı. Elbette siyasi bir aidiyeti vardı, durduğu bir yer, hayata belli bir bakış, ancak bunu öncelemek yerine genel insani normların hakkaniyetli dünyasında kalarak konuşmaya, gerekirse tartışmaya dikkat ederdi. Muhataplarına karşı, iletişimin duvarlarını yükselten öfke, kızgınlık, had bildirme girişimi, onuruna bir söz etme tarzında bir tutumuna rastlamadım, başka yerlerde de buna benzer bir davranışı olabileceğini düşünemem, kişiliği bu tür tavırlara uygun değildi. En kritik zamanlarda dahi insanları gülümseten ve düşündüren bir dille sorunları aşma çabası içinde olurdu. En önemlisi onunla konuşanlar bir hakkı teslim ederlerdi, karşılarındaki sahici bir insandı, ne söylüyorsa o olan, önünde arkasında başka tür bir hesap, beklenti, acaba bulunmayan bir insandı. Siyasal alanda emniyetli bir mevki olan sütre gerisinde kalarak klişelere müracaat edenler dahi bu sahicilikten pay alarak kafalarını oradan çıkartmak, yüzlerinde bir gülümseme, dillerinde bir espri mukabele etmek durumunda kalırlardı. Barış girişimi onun kişisel özellikleri dikkate alındığında çok önemli ve etkileyici bir fail bulmuştu. Nitekim vefatının ardından memleketin her kesiminden insan onun bu özelliklerini vurguladı, bir bakıma bu gönül dilinin nasıl herkese nüfuz ettiğini hayırla dile getirdikleri anmalarda ortaya koydular.
Önder’in cenazesine hemen hemen Türkiye’nin tüm siyasetlerinden insanlar katıldı. Gergin bir siyasal iklimde böylesine farklı dünyaların insanlarını bir araya getirmek kolay bir iş değildir. Siyasal dayanışma için aynı bayrağın altında toplanmak üzere heyecanla meydanlara koşanları motive eden duyarlılığı biliyoruz. Gerginlik bu motivasyonun da genellikle hayat kaynağı olur. Önder’in ardından herhangi bir çağrı olmaksızın, kendiliğinden, sadece insani sebeplerle değil aynı zamanda ülkeye, ülkenin insanlarına, barışa karşı sorumluluk anlayışı ve vicdanı ile hareket ederek cenaze alanını dolduranların motivasyonu ayrıca önemli ve değerlidir. Bu tablo bize üç önemli başlığı sunar: Birincisi, Önder’in insan olarak toplumla kurduğu bağların çok geniş bir çevrede karşılığı olmuştur ve siyasetten toplumsal hayata ne olup bittiğiyle ilgilenen ve buradan sonuçlar çıkartmak isteyenler bu bağ kurma biçimini itinayla dikkate almalıdırlar. İkincisi, Siyasetin kesimleri, mahalleleri vardır elbette, az çok aralarında fay hatları da mevcuttur, ancak bu durum, tabir caizse toplum için “ikinci bir emre kadar yaşanan geçici bir durum olarak” görülmektedir. Bu sınırları yıkarak insanları daha ortak ve üst değerlerde birleştirmek mümkündür, toplum buna hazırdır. Üçüncü olarak ise Türkiye’nin yaşadığı uzun yıllara dayalı terör sorunuyla ilgilidir. Önder’in şahsında şahit olduğumuz tablo, sorunun sona ermesi ve barışın sağlanması bakımından gidilebilecek mümkün yolu belirgin hale getirmiştir. Bu yol kararlı takipçilerine demokratik siyaset bakımından kaybettirecek değil kazandıracak bir yoldur. İnsanlarda güçlü bir huzur ve güven talebi vardır. Bu ülkenin enerjisini iç tartışmalar ve kaygılar ile harcamasını hiç kimse istememektedir. Yaşanan trajik geçmiş dolayısıyla “Ben barış isterim ama başkaları ne der?” kaygısıyla varsayılan başkaları kanaatimce artık yoktur. Olsa da ihmal edilebilecek boyuttadır. Bunların bir kısmı geleneksel konumlarının güvenliği içinde dar bir pencereden bakanlar, esasen olup bitenleri anlamak bakımından da üç yüz beş yüz kelimelik bir söz dağarından fazlasına sahip olmayanlardır. İnsanın dil dünyası daraldıkça ufku da kararır, ötekileri göremez, anlayamaz, aynı toprağı paylaşmakla birlikte onlara karşı herhangi bir sorumluluk hissi taşımaz. Bunların bir kısmı da her toplumsal politik sorunun doğurduğu iktisadiyattan maddi ve moral olarak kazanç peşinde koşanlardır ki onların tek derdi ülke, halk değil kendilerinin ne elde edeceğidir. Uzun yıllardır maruz kalınan terörden canı yananların ise en önemli beklentisi “artık başkalarının bu acıları yaşamamasıdır”, o yüzden onlar bu gri alandaki “varsayılan başkaları” değildirler. Barışın yolu her bakımdan açıktır.
Önder’in cenaze namazı bir araya gelmesi düşünülemeyenleri bir araya getirmiştir. Aslında hepsi bu ülkenin insanlarıdır, aynı havayı soluyup, ortak kaderden aynı şekilde etkilenenlerdir. Birbirlerini yok sayma, önemsememe lüksüne sahip değildirler. Bu ülkenin ortak kaderi, grupların fantastik dar kader tasavvurlarının bir uzantısı hiçbir zaman olmadı, yarın da olmayacak. Bugün yanı başındaki kader arkadaşına siyasal bir bakışla mesafe koyanlar, kendilerini çok ayrı dünyada var sayanlar, yarın gerçekten çok başka dünyaların insanlarının insafına kalabilirler. Bölgemiz malum. Dünya, demokrasilerden henüz adı konmamış bir başka rejim modeline doğru, bir kısım siyasal elitin layüsel bir şekilde kararlar alıp uyguladığı yeni bir döneme kapısını açmış görünüyor. Bunun herkes için taşıdığı riskler ortada. Daha en başta öngörülemez, alacakaranlık yeni bir gelecek şekilleniyor. Türkiye’nin ortak kaderi içi boş retoriklerle değil, ufku göz alabildiğine geniş olanın bakışıyla, gönlün herkesi kucaklayan, varlığına, onuruna saygı gösteren diliyle anlam kazanır. Ümit edilir ki Önder’in yaşarken dili ve tavırlarıyla olduğu kadar öldüğünde de hatırasıyla anlamlı bir rengi olduğu bu hakikate akıllar şahit olur, bir kez daha buradan gereken dersi çıkartır.
Sırrı Süreyya Önder’e bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.