44. İstanbul Film Festivali geride kaldı

Geride kalan 44. İstanbul Film Festivali´nin bilançosunu çıkarmayı amaçlayan bu yazımda kaliteli dört filmden etraflı ve yazıma sığmayan dört filmden kısaca bahsedeceğim. Bu son filmlerin eleştirilerini vizyona girdikleri tarihlere bırakıyorum.

Viktor APALAÇİ Sanat
7 Mayıs 2025 Çarşamba

Truffaut’ belgeseli

Sinemayı bana sevdiren, hayatımın en önemli hobisi yapan Fransız Yeni Dalga Akımı’nın kurucularından François Truffaut hakkında yapılan önemli belgesel ‘Hayatımın Senaryosu / Le Scénario de Ma Vie’, 44. Festival’in en çok beğendiğim filmlerinden biriydi. David Teboul’un müthiş bir arşiv taramasının eseri film, henüz 52’sindeyken hayata veda eden dahi yönetmenin yarıda kalan son işini tamamlayan bir belgesel. Truffaut’nun ‘Hayatımın Senaryosu’ adını verdiği otobiyografisini Teboul, yönetmenin yazışma ve yayınlanmamış yazılarını kaynak alarak, Serge Tubiana ile birlikte senaryolaştırarak, sinema üstadının içtenlikle kendini anlattığı hayat hikâyesini perdeye taşıyor. Fransız sinemasının gelmiş geçmiş en sevilen ve önemli kişilerinden birinin hayatına ışık tutan belgeseli izlerken, hayranı olduğum Truffaut ile ilgili anılarım aklıma geldi.

İzlediğim Cannes Film Festivallerinde 60’lı yılların sonlarında ve 70’lerde François Truffaut’yu birkaç kez görmüştüm. Mayıs 68 olaylarının Cannes’a sıçramasıyla ‘yarıda kalan festival’in ilk haftasında, basın için Mandelieu polo sahasında bir kır yemeği verilmişti. Sinema tarihinin en iyi filmi sayılan ‘Yurttaş Kane’in yaratıcısı Orson Welles ile François Truffaut’nun, bir çadır gölgesinde yaptıkları samimi, renkli sohbetin tanığı olmuştum. Truffaut az sayıda filmle Cannes’a katıldı. Marcel Camus’nün ‘Siyah Orfe’ ile Altın Palmiye kazandığı 1959’da, Truffaut ‘400 Darbe / Les 400 Coups’ ile En İyi Yönetmen Ödülü’nü almak için sahneye çıkmıştı. Kahramanı, yetimhaneden kaçan Antoine Doinel’in sahilde denize doğru koştuğu sahne, sinema tarihine en etkileyici finallerden biri olarak geçti. Jean-Pierre Léaud’nun, ayakları suya değdiğinde arkasını dönerek kameraya, acı ve çaresizlikle baktığı final, sinefillerin zihnine kazındı.

Cannes Festivallerine ev sahibi sıfatıyla birkaç kez katılan Truffaut, 1973’te ana yarışmada ‘La Nuit Américaine’ ile yer almıştı. Kendisini filmin galasında, basın konferansında, kalabalık oyuncu kadrosuyla birlikte görmüştüm. Teboul - Tubiana senarist ikilisi, hayatının tüm filmlerinde yaşadıklarından esinlendiğini söyleyen Truffaut’yu doğrulamadaki çabası için övgüyü hak ediyor. Şöyle ki, filmografisindeki tüm filmlerinde yaptıkları titiz bir araştırmayla, hangi sahnelerin sanatçının yaşadıklarını yansıttığını perdeye ustalıkla taşımışlar. Belgeselde François Truffaut’nun, babasının Yahudi kökenlerini nasıl keşfettiğini kendi sesinden dinliyoruz. Yaptığı 21 uzun metrajlı filmin ardından, 1983’te beyin tümörüyle hastaneye yatan sanatçı ertesi yıl ölmüştü.

Riefenstahl’ efsanesi

Leni Riefenstahl sinema tarihine iyi bir sinema sanatçısı ve Nazi propagandacısı olarak, 20. yüzyılın en tartışmalı kadınlarından biri olarak geçti. 1936 Berlin Olimpiyatları için kalabalık bir kameraman ordusu ve büyük bir bütçeyle hazırlanan Riefenstahl, ‘Olympia’ ile kariyerinin en iyi filmlerinden birine imza atmıştı. Ancak olimpiyatlarda, Afro-Amerikalı atlet Jesse Owens dört altın madalya kazanarak, Hitler’in ırkçı söylemlerine büyük bir darbe indirmişti. Riefenstahl 1935’te ‘İradenin Zaferi / Triumph Des Willens’ tarihi epik belgeselde, 1934’te Nürnberg’de düzenlenen Nazi Partisi mitinginin meşhur propaganda filmiyle ünlenmişti. Hitler ve Goebbels’in gözüne giren yönetmenin emrine Nazi iktidarı sayısız imkân sunmuştu. Reich’in önde gelen film yapımcısı iken bu iki Nazi lideriyle yakın ilişkisini sürekli inkâr eden Riefenstahl, ömrünün sonuna kadar hiç özür dilemeden, pişmanlık duymadan sanatsal mirasını sürdürdü.

Hitler’in Propaganda Bakanlığına ısmarladığı iki film çekip, savaştan sonra dönemin bütün isimleri yargılanıp cezalandırılırken beraat eden, 101 yaşına kadar süren hayatının geri kalanını yaptıklarını savunmakla geçiren Riefenstahl, yanında hep kendisine destek veren neo-Nazileri buldu. Çıktığı her televizyon programı için 10 bin mark talep etti. Kendisine sorulacak sorulara ambargo şartları koydu; moderatörün sıkıştıran soruları karşısında stüdyoyu terk etti. Hayatında bir kez resmi olarak evlilik yapan (kameraman Peter Jacob ile) Riefenstahl, yaşlandığında kendinden 40 yaş bir gençle ilişki kurdu. Son yıllarını Afrika’da ilkel bir kabilede geçirdi. Belgesel, Riefenstahl’i özel filmleri, fotoğrafları, senaryo kayıtları, mektupları, dönemin arşiv görüntüleri aracılığıyla irdeliyor ve bunları geniş bir tarihsel bağlama yerleştiriyor.  

Meksikalı ustadan ‘İlişki’

1979 Mexico City doğumlu yönetmen, senaryo yazarı, yapımcı Michel Franco Cannes Festivali’nin gözdeleri arasında. 2015’te ‘Cronic’ ile Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen, 2012’de ‘Despues de Lucia’ ile En İyi Film, 2017’de ‘Las Hijas de April’ ile Jüri Ödüllerini kazanmıştı. Meksikalı yönetmenin Venedik Film Festivali’nden de ‘Nuevo Orden’ (2020) ile kazanılmış bir Gümüş Aslan’ı var. Son Berlin Festivali’nin ana yarışmasında yer alan ‘İlişki / Dreams’de, iki yıl önce ‘Memory’ filminde rol verdiği Jessica Chastain ile tekrar bir araya geliyor. Bu son derece sert, ABD’nin (bilhassa Meksikalılara uyguladığı) göçmen politikasını eleştiren film, Franco’nun mükemmel sinematografisi, düşmeyen gerilim temposu ve iyi oyunculuklarıyla ilgiyle izleniyor.

‘İlişki’, uluslararası alanda tanınarak ABD’de yeni bir hayat sürmeyi hayal eden Meksikalı genç balet Fernando’yu izliyor. Mexico City’de sanatını icra ederken, sosyetede, hayır işlerinde tanınmış bir babanın yönetici kızı Jennifer ile tanışır. Kimyaları uyuşan, birbirlerine âşık olan ikilinin Los Angeles ile M.City arasında gidip gelen fırtınalı ilişkisinde, Fernando sevdiği kadının kendisine destek sözü vermesi üzerine, her şeyi ardında bırakıp, ölümü göze alarak yasadışı bir şekilde sınırı geçip Jennifer’in yanına ulaşır. Ne var ki gelişi zengin kadının üzerinde titrediği, özenle kurduğu dünyasını altüst eder. Filmde Fernando rolünü üstlenen Meksikalı süper star balet İsaac Hernandez, baledeki başarısını oyunculuğuyla sürdürüyor. Filmde kapitalist sistemin, gözde hayırsever bir ailesinin ne kadar acımasız olabileceğinin altı çiziliyor. Film, müthiş final bölümü için de izlenmeyi hak ediyor.

Vittoria yüreklere hitap ediyor

Alessandro Cassigoli - Casey Kauffman ikilisinin senaryosunu yazıp yönettiği ‘Vittoria’ 2024 Venedik Film Festivali’nde iki ödül alan, yüreklere hitap eden konusuyla izleyiciyi duygulandıran bir film. Film, üç oğlu olan bir kuaför kadının, marangoz kocasının tasvip etmemesine rağmen bir kız çocuğu evlat edinme mücadelesini anlatıyor. Nanni Moretti’nin yapımcıları arasında yer alan film, aile dinamiklerinin karmaşıklığıyla, delilik diye göz ardı edilen arzuları mercek altına yatırıyor. Film hayatta her şeye sahip olsa da tutkuyla arzusuna doğru gitmeyi tercih eden 40 yaşındaki Jasmine’i takip ediyor. Rüyasında bir kız çocuğunun ona doğru koştuğunu gören Jasmine, bir kız evlat hayaliyle sonunda her şeyi gözden çıkarmaya hazır, denizaşırı bir ülkeden evlat edinmeye karar veriyor.

Bu ‘azmin zaferi’ öyküsünde, maddi imkânları kısıtlı olsa da, evlat edinmenin maliyeti yüksek olsa da, Belarus’taki bir yetimhaneden evlat edinilecek çocuğun engelli olması olasılığı yüksek olsa da, hayallerinin peşinde sebatla giden bir kadını izliyoruz. Filmin etkileyici finalinde, buzlu Belarus coğrafyasındaki bir yetimhanede, hayatında sevgiyi tatmamış engelli bir kız çocuğunun yaşadıkları izleyicinin gözyaşı pınarlarını harekete geçiyor. Kapanış jenerik yazıları akarken, günümüzdeki halleriyle ekrana gelen olayın kahramanlarıyla, ‘Vittoria’nın gerçek olaylardan esinlenen ve amatör oyuncuların kendilerini canlandırdığını bir film olduğunu anlıyoruz.

Kısa kısa…

‘Plastik Tabancalar / Les Pistolets en Plastique’ Jean-Chistophe Meurisse’in komediyle trajedi arasında gidip gelen gerçeküstü bir gerilim filmi. Fransa’dan Arjantin’e uzanan, komik skeçler barındıran bu delidolu, bol kanlı, çılgın film festivalin en keyifli seyirliği idi. Gabriel Mascaro’nun Berlin’de Jüri Büyük Ödülü ve Ekümenik Ödülü’nü kazanan ‘Mavi İz / O Ultimo Azul’, Amazon’un insanı kucaklayan derinliklerinde geçen konusuyla etkileyici bir yol filmi. Filmin başkarakteri kendisine dayatılan bir kaderi kabullenmeyi reddeden 77 yaşında bir köylü kadın. ‘Anadan Doğma’ başyapıtından tanıdığımız Peter Cattaneo ‘Penguen Dersleri / The Penguin Lessons’da, 1976’da Arjantin’e atanan bir İngiliz öğretmenin yaşadıklarını etkileyici mesajlar eşliğinde izledik. Latin Amerika ülkelerinin kara kaderi askeri darbeleri eleştiren film insancıl mesajlarıyla öne çıktı. Lucille Hadzihalilovic’in ‘Buzlar Kraliçesi / La Tour De Glasse’ın Berlin’de ödül kazanması, bu yıl festivalin sönük geçtiğinin kanıtı. Marion Cotillard’ın varlığına rağmen bu karanlık, film içinde film öyküsüne sonuna kadar katlanmak benim için eziyet oldu.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün