“Her bir çan çaldığında, bir melek kanatlarını kazanır.” -It´s a Wonderful Life (1946), Frank Capra
21 Nisan Pazartesi gününün erken saatlerinde Türk Musevi Cemaati, çok büyük bir kayıp yaşadı. Zonana, Moreno, Behar ve Yanarocak ailelerinin direği, Hahambaşılığa yıllarını vermiş, Şalom’da yayınlanmış, Av. Ester Zonana’yı kaybettik. Pesah’ın son akşamı ailesini ağırladıktan sonra rahatsızlanması sonucunda 69 yaşında aramızdan ayrıldı.
Anneannemin hayatını, faaliyetlerini bir yazıya sığdırmak imkansız. Çocukluğundan, gençliğinden çok sık bahsederdi. Kuzguncuk, St. Michel Fransız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi. 1985 yılında avukatlık yapmaya başladı ve son günlerine kadar bu görevi sürdürdü. Mesleği onu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar sürükledi. Ancak buradaki zaferi ve 40 yıllık kariyerindeki diğer başarıları, onun için hep arka plandaydı.
O ailemizin içinde, bir kuşun kanatları, bir yüzüğün pırlantası gibiydi. Onun sayesinde ve onun için buluşurduk. Domates sevmezdi, ama en güzel domates dolmasını o yapardı. Enginardan haz etmezdi, ama en güzel enginarı onun elinden yerdik. Erken yatmazdı. Sohbet ederek geçirirdik uykusuz geceleri. O saatlerde en hassas olur, bana kaygılarından bahsederdi. Bir an bile ailesini düşünmeyi bırakmadı. Her ona ‘sağ ol’ dendiğinde, ‘sen de sağ ol canım’ diye cevap verirdi. Bonkör kelimesinin yaşam bulmuş haliydi. Kısa hayatımda, onunki kadar temiz bir kalp ile karşılaşmadım. Karşılaşacağımı da düşünmüyorum.
Hep düşenin yanında oldu. Mesleği sayesinde gerek ülke içinde, gerek Strazburg’da ülkemizdeki azınlıkların haklarını savundu. İnsanüstü bir duyarlılığa sahipti. Etrafında gördüğü en küçük cefadan bile etkilenir, içi sızlardı. Bir karıncayı bile incitmez, incitenin de hakkından gelirdi. Gerçek bir ‘mentsh’ idi. Kendisini o kadar iyi açıklar, hakkını o kadar güzel arardı ki, itibarı onu dokunulmaz kılırdı. Bizleri sadece korumadı, aynı zamanda kendimizi en iyi şekilde koruyabilecek şekilde eğitti. ‘Özgüvenli olacaksın, duruşundan emin olacaksın’ derdi. Bugün eğer ben, kız kardeşim veya annem kendimizi yedirmiyorsak hem sert ve hem de uzlaşmacı bir şekilde kendimizi ve başkalarını savunabiliyorsak, onun sayesinde.
Vefat haberini aldığımda, ‘o artık bir melek oldu’ diyerek avuttum kendimi. Ancak o hep bizim koruyucu meleğimizdi, sadece artık kanatlarına sahip. Vatikan’daki çanlar onun için çaldı, cenazesi sırasında İstanbul onun için sallandı.
Ben İsviçre’de okuduğumdan dolayı ayrı kaldık. Ancak hep birbirimizi düşünür, telefonda konuşurduk. Sadece havadan sudan bahsetmezdi anneannem. İnanılmaz aklı, bir an bile durmazdı. Edebiyattan, hukuktan, anılarından, insanı büyüleyerek, saatleri dakikalar gibi hissettirerek bahsederdi. İçinde bulunduğu odaya hükmeder, üslubuyla herkesi kendisine hayran bırakırdı. Bizim için yemek yapmadığı, örgü örmediği zamanlarını çalışarak geçirirdi. Çok çalışır, günün sonunda da kitabını okuyarak rahatlardı. Yavaş yavaş, anlayarak, düşünerek. Türkçe veya Fransızca önemsemeden okurdu, bizlerle paylaşırdı. Kendi kitabını* çok titizce yazdı, cemaatine sundu.
En son bir şubat tatilinde birlikte zaman geçirebildik. Birlikte Kuzguncuk’u gezdik. Büyüdüğü yerleri, camından Eminönü vapurunun geldiğini gördüğü apartmanı gösterdi bana. Bir buçuk ay sonra cenaze töreninin yapılacak olduğu sinagogu gezdik. Çağlayan Adliyesi’nde bana cübbesini giydirdi, fotoğrafımı çekti. “Avukatların en iyisi olacağına eminim” dedi. Yanılıyordu. Avukatların en ‘iyisi’ hep o olacaktı.
Onu sonsuzluğa uğurlarken, Barış Manço’nun kendi babaannesi için yazdığı, ‘Gülpembe’ geliyor aklıma.
“Sen gülünce güller açar, Gülpembe, /Bülbüller seni söyler, biz dinlerdik, Gülpembe.
Gözlerimde son bir bulut, Gülpembe, /Hâlâ hep seni arar, seni bekler, Gülpembe.”
Kalbim buruk, gözlerim bulanık, tamamlıyorum yazımı. Beni yukarıdan görüp üzülmesini istemiyorum. ‘Granmama’m ve ‘granpapa’m ile özlem giderirken gözünün arkada kalmasını istemiyorum. Biz, onun ‘tontonları’ olarak, şu an bir can parçamız eksilmiş gibi hissediyoruz. Ancak zamanla onu gülümseyerek, kulağımızda daima sesi olduğuna şükrederek anacağız. Biliyoruz ki o da bunu isterdi. Döktüğümüz tek bir gözyaşına bile katlanamazdı ve mutlu olduğumuzda gözlerinin içi gülerdi.
O, ailesinin hep yanında oldu, bizleri bütün yaşam gücüyle sevdi. Ancak bilmiyordu ki, sırf yanımızda var olsaydı da, bize yeterdi. Yanımızda olamasaydı da bizi düşünse, bize yeterdi. Bizi düşünemese de onun mutlu olması, bize yeterdi.
Bizim annemiz, anneannemiz olması, bize yeterdi.