Pesah'tan Varşova'ya, Gazze'ye

İbrani takviminin bu dönemi birkaç tarihi olayı barındırır. Nisan ayını mayısa bağlayan haftalar, takvimdeki kaymalara hedef olmazsa hem Pesah´a hem de Yom Aşoa´ya denk gelir. Esas itibariyle bunlar birbirlerine örülmüş, birbirlerinden soyutlanamayacak kahramanlık menkıbeleridir.

Marsel RUSSO Perspektif
30 Nisan 2025 Çarşamba

Pesah’ta, İbrani halkının Mısır’daki azap dolu günlerini geride bırakarak, Moşe önderliğinde, özgürlüğüne doğru yol almasını anarız. Bu Yahudi tarihinin mihenk taşlarından biridir ve anmadan çok, coşkulu bir kutlamadır. Tevrat’ın İkinci Kitabı Çıkış bu dönemi anlatır. Tarihler MÖ 1200’leri gösterdiği bir zaman aralığında, İbrani kavimleri Kızıldeniz’i aşacak, 40 yıl boyunca Sina Yarımadasında dönüp duracaklardır. Böylece esaret yaşantısının feleğinden geçmiş nesiller alışkanlıklarını, özgür yarınların inşa edileceği yeni ülkelerine götürmeyeceklerdir. Nitekim, Moşe de Tanrı tarafından Abraham’ın zürriyetine vaat edilen Kutsal Topraklara giremeyecek, ancak uzaktan ihtişamına hayran kaldığı bu diyarları görüp görevini yerine getirmiş biri olarak, Nebo Dağının yamaçlarında Tanrı katına yükselecektir.

Geleceğe yön verecek kuşaklar özgür yaşamayı Sina Dağında Tanrı tarafından kendilerine verilen 10 Emir ile öğrenip günlerine anlam katarlarken, geçmişin gölgesinden ırak serpileceklerdir.

Özgürlük, kimliğine sahip çıkarak yaşama, geleceğine yön verme, topluluktan topluma evrilen bir dönemdir. Moşe öğretilerinin etrafında bir halk olmayı başaran İbraniler - belki de artık onlara Yahudiler demenin sırası gelmiştir… - işte o günlerden beri bu topraklardaki varlıklarını kesintisiz olarak sürdürmüşlerdir.

MS binde, Kral David Yeruşalayim’i başkent ilan etmiş, burayı Yahudi halkının hem manevi hem de idari başkenti yapmıştı. Nitekim, tarih boyunca semavi dinlerin ilgisine mazhar olan kente, Yahudiler dışında hiçbir ulus bu şekilde bağlanmamış, yarınlarının anlamı haline getirmemişlerdir.

Bu anlamda, yüzyıllardır Pesah’ta vazgeçmeden yinelenen “Gelecek Yıl Yeruşalayim’de” salt bir niyet değil bir kararlılığı ifade eder.

***

1942 yılının 20 Ocak günü Berlin yakınlarındaki Wansee’de SS Komutanı Eichmann’ın ev sahipliğinde toplanan bir konferans, Nihai Çözüme nasıl ulaşılacağının detaylarını tartışırken Polonya’daki Yahudi nüfusu 3 milyon civarındaydı. En azından, Almanların ‘yok edilecekler’ listesine bu sayı girilmişti. Neredeyse, Berlin’in düşmesine dek devam eden kıyım sürecinden sonra, ülkenin dört bir tarafına serpilmiş Yahudi toplumlarından geriye neredeyse bir şey kalmadığı, tümüne yakının yok edildiği biliniyor.

Lojistik konusunda bünyesinden dehalar çıkaran Almanların ölüm kamplarının neredeyse tamamını Polonya’da faaliyete geçirmiş olmaları başka türlü açıklanamaz. İlk önce sosyal tecride tabi tutularak gettolarda son derece elverişsiz koşullarda yaşamaya çalışan Yahudileri, Wansee sonrasında bekleyen gaz odalarında ölmek, krematoryumlarda yakılmaktı.

Avrupa’yı ele geçirip doğudaki Büyük Şeytanı yerle bir etmek için can atan Hitler ve takipçilerinin eş zamanda gerçekleştirdikleri soykırımda, kah Polonya’nın kara bacalı ölüm fabrikalarındaki gaz odalarında, kah Ukrayna’nın geniş steplerinde ölüm mangalarının namlularının ucunca, kah Avrupa’nın o veya bu kentinde sokak aralarında kurşuna dizilerek veya kaçmaya çalışırken limanda, tren istasyonunda yakalanıp Gestapo’nun işkenceleri ile altı milyon insan yitip gitti.

Yom Aşoa’da bu insanlarımızı anıyoruz. Unutmamak, ders çıkartmak ve benzer olayların bir daha tekrarlanmasına engel olmak, gelen kuşaklarda farkındalığı, duyarlılığı arttırmak için bilinçlenmenin önemi çok.

Ancak Yom Aşoa yalnız yitip gidenlerin anıldığı bir gün değil. Aynı zamanda düşmana karşı ayaklanıp kendilerine biçilen kadere razı olmayan kahramanların da hatırlandığı bir gün. Partizan çetelerinin saflarında savaşan, mukavemet hücrelerinde örgütlü direnişe destek olan, toplama kamplarında ayaklanan, ya da pasif direnişlerle geleceklerine yön verenleri anma günü…

Ve böylesi bir anma için seçilen Varşova Gettosu Ayaklanmasının yıldönümü. Miladi takvime göre 19 Nisan! 1943’te Pesah Bayramının ikinci günü.

Mordechai Anielewcz ve arkadaşlarının Nazi ordusuna karşı ayaklanmak için seçtikleri tarihin yaklaşmakta olan Pesah Bayramı ile çakışmasına özen göstermeleri direnişlerine anlam katar. İlk anlarda beklenmedik bir dizi saldırı ile karşılaşan Almanlar geri çekilir ve sonra kuvvetlerini tazelemiş şekilde, dalga dalga geri gelirler. Ayaklanma nafiledir… Bir o kadar da önemli bir duruştur, geleceğe dair bir taahhüttür. Yahudi tarihinin, direnişinin mihenk taşlarından biridir, hiç şüphesiz.

Bugün Varşova’ya gittiğinizde gettonun yerinde birkaç yapıdan başka bir şeyin kalmadığını yüreğiniz sızlayarak görürsünüz. Ancak o günlere uzanmak ve kahramanca savaşan gençlere dokunmak için onları anlamaktan, mücadelelerine saygı duymaktan daha etkili bir yol yoktur.

***

Az önce X’te gördüğüm bir paylaşımda Holokost eğitiminde niteliğin ve niceliğin düşmesinin antisemitizmi tetikleyen önemli bir unsur olduğu tespiti vardı. 

Buna katılmamak mümkün değil. Yapılan bir araştırmada, Z kuşağının yüzde 60’ının Holokost gibi bir soykırımdan haberdar olmadığını ya da bunun çok abartılı yansıtıldığını düşündüğünü ortaya koyuyor. Holokost eğitiminin yaygınlaşması ve bu suretle yabancı düşmanlığı, nefret suçları vb gibi davranışların önüne geçilmesi konusunda, devletler topluluğu tarafından hayata geçirilen IHRA da bu konudaki taahhütlerini yerine getiremedi. İlkokul öğrencisine tekrarlatılan nakaratın hallicesi “Bir Daha Asla” seviyesinde kaldılar, ne yazık ki. Bugün dünyanın içinden geçtiği süreç de buna yardımcı olmuyor. Bu oranın İslam Dünyasında ve ilerici sol cenahta çok daha yüksek olduğu ve konunun gittikçe geri dönülmez bir hale geldiği antisemitizme duyarlı kuruluşların gündemine oturdu.

Oysa, “Holokost öncesiz ve tektir!” Tarih bunu böyle klase eder. Bunun hilafına fikir yürütmek, tarihi olayları tahrif etmeye, çıkarlar doğrultusunda geçmişi yeniden inşa etmeye girer. Günümüzde haberlerin yayılma hızının hangi boyutlara çıktığını, eline akıllı telefon alan herkesin sorgusuz sualsiz haber keşide ettiğini göz önüne alırsak, dramatik durumun farkına varırız.

2025 yılının Yom Aşoa’sı, 7 Ekim vahşetinin üzerinden geçen ikinci anma oluyor. Gazze’deki savaş durumu devam ediyor. Rehineler konusu hala çözülmüş değil. Hamas halkını yok eden irrasyonel davranışlarının sorumluluğunu almaktan uzak, zafer kazandığını iddia ediyor. Devletler topluluğu gündelik gel-gitler içinde, bırakın teslim olması için Hamas’a baskı yapmayı, Gazze’ye para yardımı yapmayı dahi düşünüyor - eğer hala başlamadılarsa -… Antisemitizmi kanıksamış ilerici sol teröre pey verirken, Hamas’ın insan haklarını nasıl ihlal ettiğini, kadınlara ve çocuklara nasıl davrandığını, siyasi muhaliflerine nasıl şiddet uyguladığını görmezden geliyor. Oysa, geçmişine baksa, geleceğini görecek.

Basın, son demlerde Gazze’de başlayan Hamas karşıtı eylemlere sessiz kalıyor. Mahmud Abbas’ın Hamas hakkında yaptığı saptamaları başlıklara taşımıyor. Her anlamda, “ilk balon haber doğru haberdir” ilkesizliği kol geziyor.

Filistin halkı hiç şüphesiz mağdur. Ancak bu mağduriyet İran halkının İslam Devriminden, Suriye halkının Baas Rejimi ve Esadlardan, Libya halkının Kaddafi’den, Sudan’da, Irak’ta, Afrika Boynuzunda paylaşılamayan toprak parçalarında ölenlerden – ve benzer örnekleri çoğalmak olası – daha fazla değil. Eğri oturup doğru konuşalım. Burada, tılsımlı söz İsrail ve Yahudiler. İlgi çeken, taraftar toplayan, iç siyasette kaldıraç görevi gören tılsım bu. Yoksa kim ne yapsın elin memleketinde olup biteni…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün