44. İstanbul Festivali altı filmlik Haugerud retrospektifiyle akıllarda kalacak. Bu yılın festivalinin en önemli işlevi İstanbullu sinemaseverlere Norveçli ustayı keşfetme imkânı sunması oldu.
44. İstanbul Film Festivali’nin en önemli işlevi İstanbullu sinemaseverlere Norveçli ustayı keşfetmelerini sağlama imkânını sunması oldu. 2024 yılına sığdırdığı triloji ile hayranlık kazanan Haugerud’un altı filmden oluşan retrospektifi sayesinde, insan ilişkilerini derinlemesine işlemedeki ustalığına tanıklık edebildik. Yetenekli roman yazarı Dag Johan Haugerud filmlerinin en önemli özelliği senaryolarına kattığı edebi derinliktir. Karakterleri sıradan insanlardır, aşırı dramatize edilmezler. En büyük hasletleri dürüst, insancıl, samimi ve gerçekçi olmalarıdır. Filmlerinde pek öfke patlamalarına rastlanmaz, karakterler birbirlerini kandırmayı denemezler.
Oyuncuları sürecin içine katarak çalışmayı tercih eden Haugerud’un her filmi, diyalog, oyunculuk, insan ilişkilerini araştıran sinemasal yaklaşımını yansıtır. İstanbul Film Festivali’nde filmleri ilk kez gösterilen, ilk uzun metrajlı filmi ‘Göründüğüm Gibi / Belong’ ve Altın Ayı Ödüllü son filmi ‘Hayaller / Dreams’i de içine alan retrospektife, Haugerud festivalin davetlisi olarak katıldı. Haugerud 1964’te Norveç’in küçük Eidsberg kasabasında doğdu. İskandinav film yapımcılığının minimalist geleneğine geçmeden önce belgesel ve kısa filmlerle sinemaya başladı. Roman yazarı, kütüphaneci Haugerud minimalist anlatım tarzı ve toplumsal sorunları derinlemesine ele almadaki becerisiyle tanındı. Toplumsal ve ahlaki sorgulamalar yapan senaryoları izleyiciyi ahlak, sınıf farkı, eğitim, siyasi görüş ve bireyin toplumla ilişkisi üzerine düşünmeye sevk eder.
Yönetmenin sinema dili alabildiğine sadedir. Genellikle uzun planlar eşliğinde durağan bir kamera ve doğal ışık kullanımı tercih edilir. Haugerud’un sinema dili hafif absürd, ince ve neredeyse görünmez bir mizah barındırır. Minimalist sinematografisi ve uzun plan tercihleriyle, Haugerud filmlerinde dram dramatize etmeden sunulur. Günlük yaşamın ritminin hâkim olduğu sahnelerde doğal ışık tercih edilir. Norveçli yönetmen yargılamaktan çok düşünmeye sevk etmeyi tercih eder. Çağdaş toplumun karmaşık dokusunu sade ama etkileyici bir dille ortaya koymaya çalışır. Edebi duyarlılığı, karakter derinliği ve toplumsal analizleri filmlerini bir laboratuvar, bir otopsi masası haline getirir. Haugerud’un diyalog odaklı ve ince gözlemlerle dolu senaryoları, karakterler arası diyalogları detaylı, gerçekçi, samimi ve yer yer edebi bir derinlik taşır.
‘Çocuklar’
Filmlerinde, gündelik konuşmalardan karakterlerin iç dünyalarını keşfederiz. Genelde sabit bir kameranın çektiği görüntülerde pek olaya rastlanmaz, yaşananların insanlar üzerindeki etkisi ve algısı ön plana çıkar. Haugerud, keskin gözlemleri ve incelikli üslubuyla, kişisel ve siyasi katmanları birbirine eklemeden titizlikle araştırır. Alışılmış, klasikleşmiş iyi–kötü çatışmasından kaçınır. Ahlak dersi vermeye kalkışmaz. Net cevaplar vermektense izleyiciyi sorgulamaya teşvik eder. Genelde iki saat süreli Haugerud filmleri (157 dakikalık ‘Çocuklar’ istisnasıyla) oldukça durgundur. Ancak bu yavaşlık izleyicinin karakterlerin iç dünyasına nüfuz etmelerini sağlar.
Prömiyerini Venedik’te yaptıktan sonra, 2019 Antalya Film Festivali’nde gösterilen ve En İyi Film Ödülü’nü alan ‘Çocuklar / Barn’, çağdaş Norveç toplumunu, ahlaki sorumluluklarını ve politik doğruculuğu mercek altına alan çarpıcı bir dramdır. Bir öğrencinin başka bir öğrenciyi kazayla öldürmesinden sonra, filmde okul ve ebeveynler arasındaki etik gerilim ustalıkla işlenir. 13 yaşındaki Lykke, sınıf arkadaşı Jamie’yi iterek ölümüne sebep olur. Lykke Jamie’nin ölümünün bir kaza olduğunu söyler, ancak kimse ona inanmaz. Olay, Lykke’in babasının sol görüşlü bir politikacı, Jamie’nin babasının ise sağcı bir siyasetçi olması nedeniyle politik ve toplumsal bir krize dönüşür. Filmde ‘Lykke suçlu mudur? Yoksa çocuk olmanın doğal bir kazasının mı kurbanıdır?’ sorularına cevap aranır. Politik doğruculuk ve ikiyüzlülüğü sorgulayan filmde, Lykke’in babasının sol partisinin olay karşısında pozisyon almakta zorlandığı görülür.
Toplumun ‘doğru’ tepkileri vermeye çalışması, samimiyet ve dürüstlükten uzaklaşmasına sebep olur. Film çocukların farkında olmadan ideolojik çelişkilerin içine çekildiğini gösterir. Filmde okul sistemi ve öğretmenlerin çocuklara yaklaşımı da mercek altına alınır. Lykke içe dönük, zekâsıyla öne çıkan bir çocuktur. Onun yaptığı hareketin niyeti ve sonuçları izleyicinin vicdanına bırakılır. Öğretmeni Liv, hem empatiyle hem de profesyonel bir mesafeyle yaklaşmaya çalışır, ancak ikisi arasında sıkışır. Okulun müdürü ve Jamie’nin babasının gizli sevgilisi olan Liv, oldukça çelişkili duygularla yüzleşmede zorlanır. Haugerlud bu filminde Norveç gibi ilerici bir toplumun bile derinden sınıf ayrımları, politik bölünmeler ve bastırılmış önyargılarla dolu olduğunu gözler önüne seriyor. İki çocuk kahramanın ailelerinin politik duruşları, olayın kişisel boyutunu toplumsallaştırır. Film toplumun kırılganlığını, suçluluk duygusunu ve acıyı derinlemesine inceliyor. Toplum bir trajediyle boğuşurken gizli ilişkiler, köklü önyargılar ve toplumsal örgünün zaafları gözler önüne serilir.
‘Seks’ ve ‘Aşk’
Üçlemenin ilk bölümü ‘Seks / Sex’ cinsellikleriyle ilgili aynı sorunlarla farklı şekillerde mücadele eden iki erkek meslektaşın hikâyesini konu alıyor. Film, benlik ve cinselliğin cesur bir keşfi, erkeklik mevhumunun cesur bir analizi. ‘Seks’ ikisi de geleneksel, olağan hayatlarından memnun görünen iki orta yaşlı, evli, çocuklu adamı izliyor. Tesadüfi bir karşılaşma, iki adamın cinsiyetle ilgili inançlarını zorlayan beklenmedik bir dizi olayı tetikliyor. Gözünü budaktan sakınmayan gerçekçiliğiyle tanınan Haugerud, içten sohbetler edip kendilerine bakan karakterleri aracılığıyla erkekliğin karmaşık kırılganlığını inceliyor. Hem kışkırtıcı, hem düşündürücü, hem de eğlenceli ve yaratıcı içeriğiyle film orta sınıf cinsellik fikrine insani bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
İki baca temizleyicisi arkadaştan biri hayatında ilk kez bir erkekle cinsel ilişki yaşadığını diğerine, evine gider gitmez aynı olayı karısına anlatır. Karısının tepkisiyle karşılaşınca aralarında kimlik, cinsellik ve özgürlük üzerine bir hesaplaşma başlar, itiraf varoluşsal bir krize dönüşür. Karısı içinde bulunduğu durumu yakın bir arkadaşıyla paylaşacağını söyler, hatta iki arkadaşına anlatır. Üçlemedeki filmlerin görüntü yönetmeni Cecile Semec, duygusal çalkantıya sakinleştirici bir fon sağlayan yemyeşil Oslo’nun aydınlık manzaralarını ekrana taşır. ‘Seks’ baca temizleyicilerin çalıştığı çatılar arasında yapılan bir gezintiyle başlıyor. Esasen bu üçleme Oslo’nun farklı bölgelerinde yaşayan öyküleriyle Haugerud’un ‘Oslo’ya yazılmış bir aşk mektubu’dur.
‘Aşk / Love’ üçlemenin ikinci ve kalabalık karakterli bölümü. Filmde aynı hastanede çalışan onkolog heteroseksüel Marianne ile eşcinsel erkek hastabakıcı Tor, ilişkilerden kaçınıp tüm cinsel konuları serbestçe, açık yüreklilikle paylaşırlar. Tor’un sıradan karşılaşmalar aradığı bir feribotta tanıştıktan sonra Marianne toplumsal normları sorgulayarak kendiliğinden yakınlaşma olasılığını araştırır. Nitekim bir arkadaşının aracılığıyla komşusu olan evli arkeolog Tinder ile seks ilişkisine girer. Tor feribotta tanıştığı, prostat kanseri ameliyatı arifesindeki eşcinsel Bjorn’e ameliyat sonrası, hiçbir karşılık beklemeden insancıl bir yaklaşımla hizmet verir. Film, flört uygulamalarının cesur dünyasında, cinsel ve romantik ilişki arayışındaki iki hastane çalışanını takip ediyor.
‘Aşk’ta olaylardan çok karakterlerin ruh halleri, ikilemleri, sessiz öfkeleri ve çelişkileri ön plana çıkar. Karakter merkezli anlatımda diyaloglar eğlenceli, derinlikli, alaycı ama son derece dürüst. ‘Aşk’ Venedik Festivali’nin ana yarışmasında yer aldı. ‘Seks’ geçen yıl Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yer almıştı. Üçlemeyi tamamlayan ‘Hatıralar’ bu yıl Berlin’de Altın Ayı Ödülü’nün sahibi oldu. (Film hakkındaki yazımı iki hafta önce yazmıştım). Norveçli sanatçı deneyimli bir romancı olmanın hasletlerini ikna edici senaryo yazılımında kullanırken, filmleri edebiyat ile sinemanın parlak bir buluşması özelliğini kazanıyor. Haugerud’un edebi ustalığına tanıklık ettiğimiz üçlemede, yazarın olgun, sade ve zengin senaryolarının ağırlığını hissediyoruz. Nüfusu sadece 5,5 milyon olan Norveç’ten çıkan bu sinema adamını keşfetmenin mutluluğuyla 44. İstanbul Film Festivali defterini kapıyoruz.