“Bize o balkonda hiç yer yoktu, annem minnacık iki çocuğunu oraya sığdıramadı.”
Tadilatı yarım kalmış bir evin salonu. Yerlerde kablolar, kutular, duvarlardan sarkan borular, prizler, toz, kir… Üstü naylon, çarşaf ve gazete kaplı eşyalar (Dekor tasarımı Berfin Taş)… Nehir (Nazlı Senem Ünal) evde yalnız, belki de birini bekliyor. Beklediği Burak (Deniz Karaoğlu) geldikten sonra Nehir onunla tutkulu bir sevişmeye girişiyor… Yürüyen ya da yürümeyen iki kişilik bir ilişki hikâyesi gibi başlayan ‘Küçük Balkon’, abla Damla’nın (Vildan Atasever) olmadık bir anda eve girişiyle yön değiştiriyor ve sıkı bir abla-kardeş hesaplaşmasına dönüşüyor. Hafıza / hatırlama üzerinden gelişen bu hesaplaşma, zorlayıcı deneyimleri, anıları, duyguları gün yüzüne çıkarıyor, eşyaların üzerindeki örtüler kaldırıldıkça altlarında gizlenen, saklı kalmış, halı altına süpürülmüş tüm konular su yüzüne çıkıyor. Annenin hastalığı yüzünden tadilatın yarım kalmış olması, ablayla kardeşi, birbirleri ve anneleriyle yarım kalmış konularla açık şeklide baş başa bırakıyor...
Kutsal olanı sorgulayan, haklı ile haksızın yer değiştirebildiği, dramatik konuların içinde saçma ve gülünç anların da ortaya çıktığı oyunda çocukluk anılarının sisli, bulanık, bazen de fazla parlak ve renkli dünyası da sık sık öne çıkıyor.
Oyunu yazan ve yöneten Can Kılcıoğlu, 1982 İzmir doğumlu. Galatasaray Üniversitesi'nde ve Bordeaux’da sinema okumuş, ardından kısa filmler çekmiş, setlerde çalışmış, asistanlık yapmış. 2007’de yazıp yönettiği ‘Yoldaki Kedi’ kısa filmi yurtiçi ve dışında onlarca festivalde gösterilmiş, 12 ödül almış. Çocuklara sinema dersleri vermiş, kurumsal firmalara atölyeler düzenlemiş, Craft'ta Kamera Önü Oyunculuk dersleri vermeye başlamış, sekiz yıl tiyatroda oyunculuk yapmış. 2013’te yazıp yönettiği ilk uzun metrajı ‘Karnaval’ ile ödüller almış.
Kılcıoğlu için sinema ve tiyatro öncelikle metinle bağlantılı. Her iki ortamda da, ancak titizlikle öyküyü ve karakterleri psikanalitik açıdan da derinlemesine inceleyip var ettikten sonra aktif olarak yönetmeye başlıyor. Yazdığı bazı metinler sinemaya çok yakışırken kimi ise tiyatroya cuk oturuyor. Bu sebeple, çok farklı olan bu iki disiplinde de çok başarılı.
Şu ana kadar izleyebildiğim çalışmalarının kanımca, tabii ki şimdilik, ortak paydası trajik ile komiği başarıyla iç içe geçirebilmesi. ‘Karnaval’ zeka dolu bir kara komedi, ‘Küçük Balkon’ kişilerinin durumu hem absürt hem komik hem dokunaklıdır.
Fransız sinemasında 1950’lerin sonlarında başlayıp 1960’ların sonuna kadar devam eden, klasik geleneklere karşı gelerek sinemaya farklı ve öncül bir bakış getiren ‘Nouvelle vague / Yeni dalga’ akımı slogan olarak Hazreti Süleyman’ın “Rien de nouveau sous le soleil / Güneşin altında yeni bir şey yok” ifadesini kullanmıştı. Bu sloganla artık anlatılacak yeni hikâye kalmadığını, sinemanın varlığını ancak öyküye yeni, farklı ve ayrıksı bir biçem vererek sürdürebileceğini belirtiyorlardı.
Can Kılcıoğlu da, yeni dalgacıların yolundan yürüyerek, bildik bir hikâyeyi, zeki, parlak ve etkileyici bir yorumla heyecan verici bir seyirliğe dönüştürüyor. Öncelikle üç karakterini, psikolojik ve fizyolojik açıdan müthiş doğal ve gerçek olarak var ediyor. İnandırıcılıkları öykünün tüm evrelerine gerçeklik ve yaşanmışlık katıyor. Titiz ve işini çok iyi bilen bir kimyager gibi, abla-kardeş etkileşiminde Burak’ı kimyasal reaksiyonun katalizörü olarak kilit karaktere dönüştürüyor. Bilindiği gibi, katalizörler, bir kimyasal reaksiyona eklendiğinde reaksiyonun kinetik yolunu değiştirerek gerçekleşmesini sağlayan, ancak kendileri reaksiyona dâhil olmayan kimyasallardır. Burak da, ikilinin kavgalarına ya da hesaplaşmalarına aktif olarak hiç karışmasa da, sadece varlığıyla etkileşimin gerçekleşmesini sağlayan kilit karakter.
Kılcıoğlu’nun usta işi oyuncu yönetiminde, kuşağının en iyi oyuncularından Deniz Karaoğlu oyunun denge unsuruna, kara komediyi var eden ve taşıyan elemana dönüşüyor. Hiçbir repliğinin olmadığı anlarda bile, bakışıyla, mimikleriyle, sadece duruşuyla o anı yaşaması, orada olması öylesine etkileyici ki, oyunu izlerken iki kadının repliklerine sadece kulak verip tamamen Deniz’in sözsüz oyunlarına odaklandığım anlar oldu.
İlk kez sahnede izlediğim reklam, sinema ve dizi oyuncusu Nazlı Senem Ünal, film ve televizyon oyunculuğundan gelebilecek tüm handikapları büyük rahatlıkla aşarak karşımıza dört dörtlük tiyatrocu olarak çıkıyor. Doğallıkla yorumladığı, anlık yaşayan, neyi neden yaptığını ya da söylediğini bazen kendi bile bilmeyen, sürprizlerle dolu ve fevri Nehir’e ustalıkla dokunaklı bir sevecenlik de aşılıyor.
Küçük Balkon’un heyecan verici bir diğer sürprizi de Vildan Atasever’in parlak Damla yorumu. Senem gibi genç kuşak oyuncuları gerek tiyatroda, gerek sinema ya da dizilerde, çok farklı disiplinler olmasına karşın rahatlıkla birinden diğerine geçebiliyor. Buna karşın daha yaşlı kuşağın tiyatrocuları sinemaya, sinemacıları da tiyatroya kolay uyum sağlayamıyor. 1981 doğumlu Vildan tabii ki ne yaşlı ne de orta kuşak değildir ama, ta 2002’de ‘İki Genç Kız’ ile başladığına göre yılların sinemacısı.
15 yaşında amatör olarak sahneye çıkmışlığını saymazsak bu ilk tiyatro deneyiminde sahneye girdiği andan itibaren seyirciyi avucunun içine alıyor. Artık karşımızda 25 yıllık sinema oyuncusu Atasever değil, çeyrek yüzyıllık tiyatrocu kadar rahat, doğal ve müthiş inandırıcı bir yorumcu var.
Bu vesileyle gerek Vildan Atasever’in, gerek Nazlı Senem Ünal’ın neredeyse kusursuz diksiyonlarıyla, alçak sesle konuştuklarında bile bir tek repliklerini kaçırmadığımı belirtmem gerekir.
Umarım ikisi de kariyerlerinde önemli bir viraj alarak girdikleri bu yeni yolda ilerlemeyi sürdürürler de, bizler onları dört dörtlük birer tiyatrocu olarak keyifle izlemeye devam ederiz.
Usta işi bir metnin bu çok başarılı sahnelenmesi gerek İstanbul içinde gerek Türkiye’de turnelere çıkıyor. Kaçırmayın derim.
‘Köpek Kalbi’
Mihail Bulgakov’un ünlü kısa romanı ‘Köpek Kalbi’, yazılışının 100. yılında İBBŞT’de sahneleniyor. Mustafa Kemal Yılmaz’ın çevirdiği, Onur Demircan’ın tiyatroya uyarlayıp yönettiği oyunun dramaturgisini Başak Erzi, müziğini Emrah Can Yaylı, dekor tasarımını Barış Dinçel, kostüm tasarımını Gamze Kuş, ışık tasarımını Osman Aktan, efekt tasarımını Özgür Yaşar İşler, maske tasarımını Ayten Öğütçü, hareket düzenini Senem Oluz yapmış. Ali Gökmen Altuğ, Caner Çandarlı, İrem Arslan, Onur Şirin rol alıyor.
1924 yılı. Sovyet Rusya’nın toplumsal düzenin ve bürokrasinin içine sıkışmış karanlık atmosferindeyiz… Geliştirdiği, insanların gençleşmesini sağlayan teknikle dünya çapında şöhret kazanmış Profesör Preobrajenski beyin araştırmaları sürecinde yeni bir deneye girişiyor; sokak köpeği Şarik’e zor, ama başarılı bir ameliyatla, insandan alınan hipofiz ve testisleri naklediyor. Ancak ameliyattan sonra beklenmedik değişimler baş gösteriyor ve Şarik insana dönüşmeye başlıyor. Profesörün evinin kurallarını altüst eden bu değişim, toplum mühendisliği, çürümüş bürokrasi ve sınıf savaşlarıyla toplumsal barışı yitirmiş bir halk üzerinden, “insanı insan yapan nedir” sorusunu soruyor.
Bulgakov, romanını 1925’te tamamladığında, geçmiş düzenin elitleriyle yeni sistemin yarattığı insan arasında geçen sınıf, erk ve kültürel mücadelenin hicvedilmesi sakıncalı bulunmuş, ‘Köpek Kalbi’ Sovyet rejimi tarafından sansürlenip, yayınlanmadan yasaklanmıştı.
Yazılmasının üzerinden yüzyıl geçmiş, romanı yasaklayan rejimler çoktan tarihe gömülmüş de olsa, sokak köpeği Şarik ile Profesör Preobrajenski’nin çözümsüz çatışması her zaman ve her yerde inatla sürüyor.
Bu bağlamda güncelliği ve tazeliği hâlâ geçerli metnin özgünlüğünü koruyarak sahneye uyarlanması ile İBBŞT repertuarına usta işi bir çağcıl oyun katılmış oluyor.
Onur Demircan’ın başarılı yönetiminde hem keyifle hem düşünerek izlenen etkileyici bir yapım. Sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın derim.