“Yahudilerin bölgeyi terk etmesi ile Havra sokağı ve yakın çevresi sadece bir çarşı/pazar olarak varlığını sürdürdü. Bu nedenle iş saatleri boyunca faal olan bölge akşamları ıssız bir ada haline geliyor.” … “İnsanın doğum yeri sadece coğrafik bir olgu değildir. Bunu şu veya bu nedenle doğup büyüdüğü yeri terk eden herkes bilir. Büyüdüğü yerlerin, dilinin, arkadaşlıkların eksikliğini iliklerine kadar hisseder. Göç edenlerin bazıları eski mahallerini, evlerini, kendilerinin veya büyüklerinin geçmişte ibadet ettikleri sinagogları, okudukları okulları ziyarete geldiklerinde duygularını dizginleyemez, gözyaşları tutulamaz. Özlem, hüzün ve mutluluk iç içe geçer.” Nesim Bencoya – Röportaj: Nuray Pehlivan – www.gazeteduvar.com.tr
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
İsrail Silahlı Kuvvetleri (İSK), uzun zamandır yayına başlaması planlanan Türkçe propaganda kanalını dün itibarıyla Telegram ve X platformları üzerinden resmen açtı. Almanya’da büyüyen İran asıllı Ordu Sözcüsü Arye Sharuz Shalicar'ın Türkçe konuştuğu içerikte hesabın güvenilir ve anlık güncellemeler sağlamak amacıyla kullanılacağı mesajı verildi. Geçtiğimiz aralık ayında açılan hesabın ilk yayını dün servis edildi. 2 milyonun üzerinde görüntülenme alan paylaşıma Türkiye’den çok sayıda kullanıcı tepki gösterdi.
İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin bu hesap üzerinden yukarıda belirtilen diğer 6 dilde yaptığı manipülasyon faaliyetlerini Türkçe dilinde de uygulayarak propagandasını gerçekleştirmesi bekleniyor.
İsrail basınında konuya ilişkin çıkan haberler aslında propaganda sayfasının amaçlarını gayet anlaşılır bir dilde özetliyor.
Hükûmete yakın Maariv haber kanalından Avi Ashkenazi, İSK’nın adımını “Erdoğan’ın Tehditlerine Karşı İsrail Yeni Bir Kamu Cephesi Açıyor” başlığıyla okuyucularına duyurdu. Haberde ocak ayında paylaşılan ve Türkiye’ye karşı önlemler alınması gerektiği yazan Nagel Komitesi’ne de atıfta bulunularak Türkiye’nin Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de giderek artan nüfuzunun engellenmesi yolunda bir adım daha atıldığı belirtildi.
Dini Siyonizm ile özdeşleşen, son dakika haberleri ve dış politika analizleriyle bilinen Israel National News (Arutz Sheva), “İsrail Ordusu Türkçe Platformuyla Varlığını Giderek Artırıyor” ifadesiyle haberi paylaştı. Kanal, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin bu hamlesini İsrail'in sosyal ağlardaki varlığını genişletme ve o dili konuşanlarla ilişkiyi güçlendirme noktasında önemli bir adım olarak görüyor.
Bir başka internet medya ağı Srugim’de ise “Artık Erdoğan Da Anlayacak!” başlığı dikkati çekiyor. Haberde geçen şu ifade İSK’nın hamlesinin nedenini anlatıyor: “Bölgesel gelişmeler, Esad rejiminin düşüşü ve Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesi karşısında İsrail Savunma Kuvvetleri Sözcüsünün paylaşımıyla, dün gece resmî olarak Türkçe dilinde yayın hayatı başladı.” Sosyal medya platformu X’teki paylaşımın altına gelen tepkileri Nazilikle bağdaştıran Srugim sitesi, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin 7 dilde yaptığı paylaşımların dünya genelinde milyonları etkilediğine vurgu yaptı.
https://www.fokusplus.com/dosya-siyaset/israil-ordusunun-propaganda-makinesi-hasbara
Gazze’nin yeniden imarı için gerekli en az 53 milyar doları kim/kimler verecek, HAMAS’a ne olacak, Filistinli gruplar arasındaki husumetleri kimler/nasıl çözecek, Mahmud Abbas Yönetiminin bin kere denenen ve bin kere başarısız olan yeniden reforme edilmesi sürecinin garantisi var mı, 2 devletli çözümün altını gün gün boşaltan İsrail’i Batı Şeria’dan kim çıkaracak ve Doğu Kudüs’ü rahat bırakması için kim ikna edecek ve tabii en önemli soru şu; Arap dünyası Mısır planı ile Gazze’de geçici konteyner kentler kurarken İsrail Filistin, Lübnan ve Suriye cephelerinde durup bekleyecek mi, “Onca devlet toplanmış bir şeyler yapmaya çalışıyor. Geri çekilelim de bize yetişsinler” diyecek mi?
Aslında sorulması gereken en temel soru şu; İsrail, Kahire planını kabul edecek mi? Arkasına Trump’ın desteğini almış, Filistin-Lübnan-Suriye cephelerinde karşısında duracak ordu olmayan, bölge ülkelerinin sürekli toplanıp toplanıp poz verdiği zirveler yaptıkları ama petrol ambargosu benzeri caydırıcı kartları kullanmayı şiddetle reddettikleri bir dönemde İsrail ve İsrail tarihine adını altın harflerle yazdırma fırsatı yakalamış olan Netanyahu niye dursun?
Bu arada Amerika’dan Lübnan ve Suriye’nin de İbrahim Anlaşmalarına katılmaları gerektiğine dair yapılan, şimdilik düşük tondaki açıklamaları gözden kaçırmamak gerek. Önümüzdeki günlerde Lübnan ve Suriye ile İsrail arasında dolaylı ya da doğrudan görüşme baskısı başlarsa şaşırmamak lazım. Tabii bu arada hem Amerikalılar hem de İsrail İran tehdidinin boyutlarına dair art arda açıklamalar yapıyorlar. 7 Ekim’de başlayan kırılmaların Irak topraklarındaki İran nüfuzunu da içine alacak şekilde genişlemesi de ihtimal dahilinde.
Elbette bütün bu süreçler bölgede doğan boşlukların hangi ülkeler tarafından, nasıl doldurulacağı konusunda yeni mücadeleleri de tetikledi. İsrail, Türkiye’nin Suriye’deki artan etkisinden rahatsız olduğunu dile getiriyor.
Bölge 7 Ekim’den beri öngörülemez ve tehlikeli bir süreçten geçiyor ve Türkiye de bu süreçten muaf değil. Mevcut şartlara göre bugünlerde kesin olan tek şey İsrail’in rahatça hareket edebileceği çok geniş bir alan olduğu, hem diplomaside hem de sahada!
https://www.evrensel.net/yazi/96519/israilin-hesaplari-kahireden-doner-mi
https://medyascope.tv/2025/03/06/israilin-suriye-politikasi-suriyeyi-nasil-savunmasiz-birakti/
Kahire'deki ve Kudüs'teki gözlemciler, bundan sonra yaşananların kaçırılmış fırsatlar olarak nitelendirilemeyeceği konusunda hemfikir.
İsrail, 4 Haziran 1967 sınırlarında bir Filistin devleti kurulması önerisinin yanında 2002 yılında Arap Barış Girişimini de reddetti.
Hem Arafat hem de İsrail Başbakanı İzak Rabin'in bu konuda ciddi olduğu 1993 tarihli Oslo Anlaşması'nda bir Filistin devleti kurma fırsatı vardı.
Ancak Rabin'in İsrail derin devleti tarafından öldürüldüğünü belirten Prof. Rakab, bu fırsatın başarısızlığa uğramasının nedeninin Rabin'e suikast düzenleyen İsraillilerin kendileri olduğunu, ardından da Filistin devleti fikrini reddeden aşırı sağcı Başbakan Binyamin Netanyahu'nun göreve geldiğini belirtti.
Mısırlı eski bir siyasetçi ve el-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin eski başkanı olan Abdulmunim Said daha önce kaleme aldığı bir makalede Peel Komisyonu'nun 1939 tarihli raporuna ve ardından bölünmenin adil olmadığı gerekçesiyle reddedilen 1947 Filistin'i bölme kararına atıfla "İster içeride olsun ister siyasi partilere dönüşsün, Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünme daha derindi ve bu bölünme taraflar militanlaştığında da sona ermedi" ifadelerini kullandı.
Yüzde 54'ü İsraillilere, yüzde 45'i Filistinlilere ve yüzde 1'i de uluslararası vesayet altındaki Kudüs'e şeklinde taksim edilen bölünme kararını reddeden Filistinliler Oslo Anlaşmalarıyla Filistin'in en fazla yüzde 22'si gibi daha da adaletsiz bir paylaşımı kabul ettiklerinde, Hamas ve benzeri gruplar anlaşmayı bozmaya çalıştılar.
Bu da birçok savaşa yol açtı.
Şimdi de İsrail Gazze'yi yeniden işgal ediyor.
Bu fırsatı kaçıranların sadece Filistinliler olmadığını, İsraillilerin de Filistinlilere içeride ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaparken, dışarıda da zulüm ve vahşet uygulayarak bu fırsatı kaçırdıklarını söyleyen Said, "İsrail, (Gazze'deki) savaştan önce Arap ülkeleriyle altı ayrı barış anlaşması imzalayarak yaşamak istediği bölgede barış ve refah için parlak bir fırsat yakalamıştı.
Arap ve İslam dünyasının kapılarını İsrail'e açacak barış ve normalleşme ilişkileri için müzakereler devam ediyordu. Fakat İsrail'in 7 Ekim 2023'teki saldırıya verdiği yanıt tüm sınırları aştığında ve İran'ın tuzağına düşüldüğünde bu fırsat kaybedildi" değerlendirmesinde bulundu.
https://www.youtube.com/watch?v=05C9Ouj1GlE
https://www.youtube.com/watch?v=IEOFDhf_5OI
Dürzîlerin yeni dönemde Şam yönetimi ve İslamcı yapılarla ilişkileri, yönetimin hangi yönde ilerleyeceğiyle yakından bağlantılı olacak. Tıpkı Kürtlerin durumu gibi. Üstelik bu sefer hem Kürtlere hem de Dürzîlere çok yakından ilgi duyan saldırgan bir bölgesel güç merkezi var Suriye’nin yanıbaşında: İsrail.
İsrail Savunma Bakanlığı gerekirse Şam yakınında yaşayan Dürzilerin korunması için hazırlık yapılması için talimat verdi. İsrail yönetimi, daha da açık bir pozisyon alarak ‘Suriye’deki radikal İslami rejimin Dürzilere vermesine müsaade etmeyeceğini’ ilan etti. Burada esasen birbiri içine geçmiş iki niyet var. Birincisi, Dürzilerin korunması bahanesi ile İsrail’in Suriye’nin güneyini askersizleştirme siyasetini bizzat denetleme fırsatı kazanması. Nihayet ikincisi ise, Dürziler üzerinden Suriye içinde bir müdahale imkanı üretmek.
Daha yakından bakınca bu girift siyasi denemenin içine Çerkeslerin de yerleştirildiğini görüyoruz. Aslında burada şaşırtıcı bir nokta yok. Hem Çerkesler hem Dürziler İsrail ordusunda askere alınan yegâne iki Yahudi olmayan azınlık. Bu stratejiye paralel iç gelişmeler de ortaya çıktı. Geçen hafta İsrail hükümeti ülkedeki Dürzi ve Çerkeslerin durumlarını iyileştirmek için 1 milyar ABD doları kadar bir harcama paketi ilan etti. Yeni konutlar inşa etmekten eğitim alanına kadar yatırımlar içeren paketin amacı elbette İsrail’in iç cephesini Suriye’deki gelişmelere göre güçlendirmek. Belli ki İsrail kendi stratejisi için Suriye’deki Arap olmayan ve çeşitli nedenlerle İslami bir rejimden mutlu olmayacak grupları doğal bir ‘müttefik’ olarak görüyor. Nitekim, açıklanan paketi tartışmak için Dürzi ve Çerkes liderler ile bir araya gelen Netanyahu ‘hem ülkedeki hem bölgedeki Dürzi dostlarımız ile ilerleyeceğiz’ dedi. Belli ki İsrail, Suriye’deki Dürzi ve Çerkeslere ‘bakın bizdeki soydaşlarınız/dindaşlarınız ne kadar mutlu yaşıyor’ demek gerektiğini dış politikasının bir cüzü olarak zorunlu görüyor.
https://www.youtube.com/watch?v=ttsNncJNnCY
Şin Bet raporu, The New York Times tarafından saldırıdan haftalar sonra yayınlanan ve İsrailli, Arap, Avrupalı ve ABD'li yetkililerle yapılan görüşmelerin yanı sıra İsrail hükümetine ait belge ve kanıtların incelenmesine dayanan bir makalenin bulgularını yansıtıyor.
Netanyahu'nun ofisi Şin Bet'in bulgularına ilişkin yorum talebini reddetti. İsrail medyası, ofisin küçük bir grup yerel gazeteciye “Başbakan Benjamin Netanyahu'nun yakın çevresine atfedilen” resmi olmayan bir açıklama yaptığını bildirdi. Bu açıklamada istihbarat teşkilatının “hiçbir soruya cevap vermeyen bir ‘soruşturma’” sunduğu ve “örgütün başarısızlığının büyüklüğüne” karşılık gelmediği belirtildi.
Netanyahu’nun ofisi, istihbarat ajanlarının bir dizi başarısızlığını ortaya koydu. Bunlar arasında, saldırıdan sadece birkaç gün önce sunulan ve Hamas’ın İsrail’e karşı bir harekâttan kaçınmak istediğini “kesin bir dille” belirten bir değerlendirme de yer aldı. Ofis, Bar’ı yetersiz kalmakla suçladı: “Şin Bet başkanı, saldırı gecesi başbakanı uyandırmayı gerekli görmedi oysa düşünülebilecek en temel ve bariz karar buydu,” denildi.
İslam ülkelerindeki Yahudiler geçmiş devirlerde genellikle iyi muamele görmüştür gerçi, ama iki istisnadan söz edilir: Biri İran, diğeri Fas. Elbette hikâye kurgusal ama yazarın Fas’ı seçmiş olması belki tarihsel gerçeklerden az da olsa ilham almış olabileceğini düşündürüyor. Örneğin Hafid’in, Şoşana bulunmadığı takdirde Yahudi mahallesini yerle bir edip hepsini memleketten süreceği tehdidini savurması o kadar da fantezi gibi durmuyor. Mamafih “Zuleima adındaki Çerkes güzeli” gibi motifler tamamen şarkiyatçılık ürünleri.
https://www.k24kitap.org/min-nevadiril-kutub-33-hem-ayni-hem-farkli-bir-harem-romani-5081
Netanyahu ile Trump'ın, "Gazze meselesinde" bir ayrışmaya doğru gittikleri gözleniyor
Elbette biri meseleye daha "küresel perspektiflerle" bakarken, diğeri "yerel-milli ihtiyaçlarıyla" maksimalist çözümlere odaklanıyor.
Netanyahu:
- Rehinelerin tamamının serbest bırakılmasını sağlamayı
- Rehineler kurtarıldıktan sonra, operasyonları sürdürmeyi
- Hamas'ı askeri ve yönetim gücü olarak yok etmeyi
- Gazze'nin artık İsrail için bir tehdit oluşturmamasını sağlamayı (kontrol edebilir, müdahale edebilir olmak)
- Gönüllü Tahliye planı ile, Gazze'de nüfusun seyreltilmeyi
- Filistin devletinin kurulmasını engellemeyi, planlıyor
Trum ise:
- HAMAS'la direk görüşüyor (ABD temsilcisi; "biz israil'in ajanı değiliz" diyerek görüşmemesi gerektiğini söyleyen İsrailli mevkidaşlarını azarladı) ve Amerikan rehinelerinin kurtarılmasını, kendi iç politikasının uzantısı gibi görüyor
- HAMAS'la, 5-10 yıllık bir "geçici anlaşma" yapmayı ajandasına alıyor (Bu anlaşma ile, HAMAS 5-10 yıl silah bırakacak ve yönetime girmeyecek)
- Arap dünyası ile ilişkilerini geliştirmek için, "Filistin devleti olabilir" tezini de masada tutuyor
Trump'ın elbette HAMAS'ı tehdit de ettiğini ve onlara cehennemi yaşatacağını da duyduk.
Trump üzerinde, özellikle Evanjelik Hristiyanların, "Batı Şeria'yı da İsrail toprağı yapalım" baskısı da ortada.
Değerlendirirsek...
"Trump'ın görüşleri ağırlıklı Gazze çözümlemeleri", daha mümkün gözüküyor..
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1898820692126453913
"Konuşmanın zor olduğunu anlıyorum. Saygı duyduğum birçok insan, hatta eğlence, müzik ve spordaki kahramanlarımdan bazıları bile sessiz ve dışarıda kalmayı seçti. Oysa bazıları kariyerlerini Yahudi kimliklerine yaslanarak yaptı ve diğerleri ekranda Yahudileri oynayarak ün kazandı"
https://www.bolgearastirmalari.com/_files/ugd/3ce997_e81dec37bacb4204a8cb644ffaec0593.pdf
Boyoz kelimesi İspanyolcadır. İspanya’nın Katolikleştirilme sürecinde sürgün edilen Yahudiler, yanlarında inançları ile birlikte başka şeyler de taşırlar buralara. Bunların başında Ladino dili ve ona bağlı olan kültürleri gelir.
Boyozun 500 yıldan fazla bir süredir İzmir’deki Yahudi cemaatince evlerde üretiliyor olmasına rağmen bu ürünün ne zaman ticari bir ürün haline geldiğini bütün İzmir’de satıldığını bilmiyoruz. Bu konularda, herkes gibi biz de araştırmacılar tarafından aydınlatılmayı bekliyoruz.
Bir Yahudi gastronomisi ürünü olan boyozun ilk üretildiği ve İzmir’le tanıştığı olan yer eski Yahudi Mahallesidir. Yani Havra sokağı, Tilkilik çevresi. Bugün tek bir Yahudi bireyin orada yaşamamasına rağmen, her adım başında bir boyozcunun olması, onun yanısıra bir başka Yahudi gastronomik öğesi olan kavun çekirdeklerinden yapılan bir içecek olan Subiya’nın satılıp tüketilmesi kültür mirasının kendi doğalında sahiplenilmesinin ve korunmasının müthiş bir örneği.
Yukarıda örneğini verdiğim Mavi kortijo ve Akın pasajı da özgün olarak belirli bir kültüre ait olup ortak mirasımız haline gelmiştir. Ancak, aynen boyoz ve subiya örneğinde olduğu gibi bu mirasın kökenini belirtmekten ve kabul etmekten çekinmemeliyiz, çünkü bu rengimize renk, kişiliğimize katmanlar ekleyip İzmir’i ve İzmirliyi sadece zenginleştirmektedir.
https://www.gazeteduvar.com.tr/havra-sokaginda-yasayan-yahudi-mirasi-boyoz-ve-subiya-haber-1762424
https://d33vxfhewnqf4z.cloudfront.net/a/baltimore-yahudi-muzesi-turkce-sarkilarla-sergi/8002691.html
İzmir Karataş’lı Lahana Bey’in ABD yolculuğu da birçok Türk Yahudisi gibi işte bu panayırla başladı.
Tireli Jacob Lahana’nın oğlu olan Lahana Bey, İzmir’deki eğitiminin ardından tıbbiyede okumak için İstanbul’a gitti.
Fakat bir sorun vardı. Lahana Bey mikroptan çok korkuyordu. Tam da o sene, 1899’da, büyük kolera salgını İstanbul’u kavuruyordu. Tıp okumaktan vazgeçip Paris’e gitti. Bir süre orada ticaret yaptı, salgın bitince tekrar İstanbul’a döndü.
İşte bu sırada meşhur St.Louis panayırı için bir grup Musevi tüccar Türkiye’den ABD’ye gidiyordu. Lahana Bey de bu gruba katıldı.
North America vapurunu dolduran Türkiye’li Museviler şarkılar söyleyip, dans ederek New York’a vardı. Hemen hepsinin hayali bu panayırla birlikte zengin olmaktı.
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ates-yalazan-arsiv-balikcisi/abdnin-meshur-lahana-beyi-42722807
Bulgurcu Sokak’ta bulunan “Onsekiz Sıraevleri”, “18 Evler” veya Ladino dilindeki ismiyle “Las Dizioço”, İstanbul’un sayılı tarihi sıraevlerinden biridir.