“Onlar şimdiye kadar bodrumlarda, çamaşırhanelerde, mutfaklarda saklandılar. Fısır fısır konuştular. Herkesin her şeyini biliyorlar. Kim kiminle görülmüş, kim parasını kumarda kaybetmiş, kim sarhoş olup ortalığı dağıtmış, kim kimin servetine çöreklenmiş… Anlatma sırası şimdi “Gurur ve Önyargı”nın hizmetçilerinde! Perde açılıyor, sis dağılıyor. Şarkılar, dedikodu, kahkaha, müzik, skandal, pespayelik ve şatafat… Hepsi burada!”
42 yıllık gözden uzak, kısa, sade yaşantısına karşın, roman tarihinin ilk büyük kültü olmayı başaran Jane Austen 1813’te yayınlanan ikinci romanı ‘Pride and Prejudice / Gurur ve Önyargı’da, beş evlenmemiş kızı olan taşralı Bennet ailesinin, yakınlarındaki malikâneyi kiralayan Bingleylerin ve arkadaşlarının üzerinden, kadınların aşklarını seçme hakkı ile geleneklerin onlara biçtiği "en iyi gelecek" rolü arasındaki gerilimi, mizah, zekâ ve sevecenlikle yansıtır.
Bennetlerin büyük sorunu, kızlar koca bulamazlarsa ailenin bütün mal varlığının Bay Bennet’in tek varisi yeğeni, kibarlık budalası genç din adamı Bay Collins’e kalma olasılığıdır ki, Bayan Bennet kızların hepsini evlenmiş görme konusunda oldukça ümitsizdir.
Aşk meşk! Romantizm! İhtiras! Balolar! Dans! Taşralıyla soylunun, kendini yetiştirmiş güzeller güzeli zeki Elizabeth’le, gururlu ve yakışıklı Darcy’nin zıtlıklarla çatışmalar üzerinde kurulu aşkı! Ve bütün âşıkların her şeye rağmen kavuşarak, mutlu yarınlara koşması…
Günümüz okuyucusu için bu epey demode bitmez tükenmez hikâyeyi, İngiliz oyun yazarı, yönetmen, oyuncu Isobel McArthur, “Pride and Prejudice (sort of)” adıyla, leydilerin, soylu erkeklerin gölgesinde kalmış kadınların iki yüzyıllık sessizliğin intikamını almaya geldikleri, asi, güncel, komik ve müthiş eğlenceli bir müzikli danslı tiyatro gösterisi metnine dönüştürüyor.
Öykünün bu hınzır uyarlamasında, üst sınıfın kirli çamaşırlarını çok yakından bilen, yaşananlara şahit olan, kulak kabartan, mekânları yönetme gücünü elinde tutan emekçi sınıftan hizmetçiler, evin pisliklerini temizlemeyi bırakıyor ve hikâyeyi, kodlanmış erkek rolleriyle dalga geçerek, kodlanmış kadın rollerini acımadan eleştirerek aktarıyorlar.
Erdem Avşar’ın ‘Gurur ve Önyargı* (*gibi bir şey)’ adıyla çevirdiği oyun bir BKM ve DOT ortak yapımı olarak, Murat Daltaban yönetiminde sahneleniyor. Burak Etöz’ün sahne, Cem Yılmazer’in ışık tasarımları değişik mekânları ustalıkla yansıtan işlevsel ve görkemli bir oyun alanı oluşturuyor. Tomris Kuzu’nun dönemi yansıtırken, minimal değişikliklerle kişilikleri ayrıştıran kostüm tasarımı çok başarılı. Oğuz Kaplangı’nın müziği ve Tan Temel’in koreografisi şarkılı danslı oyunun ruhuna cuk oturuyor.
‘Gurur ve Önyargı*(*gibi bir şey)’, ayrıksı anlatımına alıştığımız çarpıcı DOT oyunlarından değil. BKM’nin bildik görkemli yapımlarını anımsatsa da tam olarak onlardan biri de sayılmaz. Klasik üstün yapım formatına Murat Daltaban’ın müthiş enerji ve neşe üflediği, akışın ve teknik detayların yapım yönetmeni Özlem Daltaban tarafından kusursuzca çözümlendiği çok başarılı ve etkileyici bir hibrit çalışma.
Romanı çok sevdiği hissedilen Isobel McArthur, uyarlamasında metnin nerdeyse tamamını sahneye aktarıyor. Kimi kısaltmalar yapılmış olsa da iki perdelik oyunun süresi 140 dakika! Daltabanların benzersiz akıcılığa sahip parlak çalışması, izleyiciyi bu uzunluğu hissetse bile bir an bile kopmadan sahneye bağlıyor.
Bu başarıda hizmetçilerimiz Birce Akalay (depresif Effie), Nergis Öztürk (öfkeli Flo), Özge Özberk (tecrübeli Tillie), Ayşegül Uraz (lafını sakınmayan Clara) ve Kardelen Arpacı’nın (gözünü soylulardan ayırmayan, her şeyi gözlemleyen Anne) dört dörtlük ekip oyunculuğunun büyük etkisi var.
Murat Daltaban’ın her zamanki olağanüstü oyuncu yönetiminde beş kadın oyuncu, benzersiz bir enerji ve mizah gücüyle romanın kadınlı erkekli tüm karakterlerine can veriyorlar.
Birce Akalay, oyunculuğu sesi ve elverişli fiziğiyle her şeyi çatır çatır söyleyen Elisabeth’e çok yakışıyor. Taşra Kabare yıllarından beri müthiş bir müzikal oyuncusu olduğunu kanıtlamış benzersiz Nergis Öztürk, panikleyen Mrs. Bennet’le edebiyat tarihinin en ünlü jönü, öfkesiyle aşkını bastırmakta meşhur Darcy olarak olağanüstü. Elisabeth’e aşırı düşkün, kalbi kırık arkadaş Charlotte’u, koca adaylarının en sevimlisi Charles’ın ablası, görümcelerin en sinsisi Miss Bigley’i canlandıran Özge Özberk çok başarılı. Ailenin kısmeti açılan kızı Jane’i, yılanlar yılanı George’u, Lady Catherine’i ve De Bourgh’u ustalıkla ayrıştıran Ayşegül Uraz, etkileyici performansını billur gibi sesiyle söylediği şarkılarla tamamlıyor. Kardelen Arpacı Bennet kızlarından hem sessiz Mary’yi hem ergen Lydia’yı, sümsük Mr. Collins’i ve tatlı teyzecik Mrs. Gardner’i ustaca yorumluyor. Küçük bir Noel çamı da Mr. Bennet’i var ediyor.
Biraz eskimiş bir klasiğe getirilmiş taptaze, müthiş keyifli, görselliği, müzikleri ve şarkılarıyla başarıyla sahnelenmiş ve oynanmış bir yorum. 14, 24, 27 Şubat, 21 Mart Maximum UNIQ ve sezon boyunca İstanbul ve Türkiye’nin büyük sahnelerinde. Kaçırmayın derim.
TiyatroDEA’da Sema Elcim’in yeni oyunu
‘Sen Ne Güzeldin Aşkımızın Şehri’
Sema Elcim, Eser Zakuto, Özgür Elcim’in 2020’de İstanbul’da kurduğu TiyatroDEA’nın yeni yapımı, Sema Elcim’in yazdığı, Nagihan Gürkan’ın yönettiği tek kişilik ‘Sen Ne Güzeldin Aşkımızın Şehri’nin süpervizörlüğünü Ayşenil Şamlıoğlu, dramaturgisini Selen Korad Birkiye, dekor tasarımını ve sanat yönetmenliğini Başak Bugay üstleniyor. Işık tasarımını Utku Kara, müzik ve ses tasarımını Vehbi Can Uyaroğlu, hareket tasarımını Salih Usta yapmış.
TiyatroDEA, kuruluşundan beri hep Sema Elcim’in toplumsal konuları ele alan, özellikle etnik kimlikleri yüzünden dışlananları konu edinen oyunlarını sahnelemiş. Elcim, ilk oyunu ‘Feramız Pis!’te, Türk Süryanilerinin gelenek ve görenekleri üzerinden ötekileştirme ve ayırımcılık kavramlarına farklı bir perspektiften yaklaşmış. ‘Gabriel’in Düşü’nde, Midilli’de geçen olaylar aracılığıyla, 6-7 Eylül sonrasının Yunanistan’a göç etmek zorunda bıraktığı insanları ve mülteci sorununu irdelemiş. 6-7 Eylül olaylarına ‘İstanbul Mon Amour 2023’ ile bir kez daha dönerek olağanüstü kısa oyunu ‘1955’te, seyircileri 6 Eylül gecesinin zifiri karanlığını yaşayan öğretmen Madam Argıri’nin ertesi günkü son dersine götürmüş.
Elcim’in ‘Monologlar Müzesi - Kadın Yüzler’ deki ‘H-is Kokulu Kitaplar’ adlı kısa oyunundan yola çıkarak yazdığı ‘Sen Ne Güzeldin Aşkımızın Şehri’, 1990’larda Türkiye’de patlak veren siyasi skandalların ve faili meçhullerin her gün arttığı döneme, Bursa’da sol-seküler bir ailede büyümüş, Edebiyat Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’a akrabalarının yakınına yerleşmiş 17 yaşındaki Ebru’nun gözlerinden bakıyor.
Ebru, siyasi kimliğini, 1980’de yurtdışına çıkmak zorunda kalmış eski öğrenci lideri dayısının bir zamanlar dâhil olduğuna benzer bir çevreyi, 68 kuşağının hayali temsilcilerinin eşliğinde üniversitenin koridorlarında, amfilerinde ve soğuk avlularında aramaktadır. Zamanla arayışına Manisalı Gençler Davasının, faili meçhul cinayetlerin, Susurluk Kazasının, 28 Şubat sürecinin gölgeleri düşmeye başlar.
Farklı disiplinleri aynı anda sahneye taşımayı hedefleyen ekip, Kaan Temizkan’ın video art illüzyonu ve “performansını bekleyen dekor” olarak tarif ettikleri Başak Bugay’ın karışık malzeme, heykel ve resim çalışmalarından oluşan mekânsal yerleştirmeleriyle, izleyiciyi içe dönüşe ve yüzleşmeye teşvik ediyor. Yaratılmış ortama girer girmez seyirciyle birebir interaktif iletişime giren, Ebru olarak yaşadıklarını beden dili, sesi ve oyunculuğuyla 90 dakika boyunca yaşayan / yaşatan Naz Çağla Irmak’ın müthiş yorumu amaçlanan yüzleşmeye önayak oluyor. Finaldeki o müthiş uzun stilize işkence sahnesi kesinlikle unutulur gibi değil. Genç kızın 17 yaşın çocuksu saflığıyla yaşadığı düşsel dünyayı ürkünç bir karabasana çeviren, ister devrimci, ister polis, hepsi de haşin ve acımasız erkeklerin dünyasını dış ses olarak Çağdaş Tekin yansıtıyor.
Sema Elcim’in bugüne kadar yazdığı bu en politik ve en başarılı metni, etkileyici görselliği, çok başarılı yönetmenliği ve heyecan verici yorumuyla yılın izlenmesi şart işlerinden! 12, 13, Şubat Metrohan, 12, 13.Mart DasDas Sahne ve sezonda İstanbul sahnelerinde.