İzel Rozental´in, büyük halası Angèle Guéron´un günlüğü ve mektuplarından yola çıkarak kaleme aldığı ´Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri´, savaşın yıkıcılığı ve insanın her koşulda kendisini yeniden yaratabilmesinin gücü üzerine ilham veren bir grafik roman. Kitap, Osmanlı´nın son dönemlerine dair bir pencere açarken, insanın kaderle olan kaçınılmaz ilişkisini de sorgulatıyor. Anjel Hala´nın hayata tutunma çabaları ve o dönemin çalkantılı günlerinde geçen hikâyesi, her satırında bizi geçmişimiz ve bugünümüzle yüzleştiriyor.
Angèle Guéron 1909’dan 1915’e kadar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en büyük Yahudi kız okullarından Edirne’deki Alyans Okulları’nın yöneticisiydi. İzel Rozental bir gün şans eseri bu ünlü öğretmenle aslında akraba olduğunu öğrenir. Vaktiyle annesinden dinlediği hikâyelerde ‘Talihsiz Anjel’ adıyla anılan ‘büyük hala’ aslında Angèle Guéron’dan başkası değildir.
Sizi İzel Rozental ile yaptığım keyifli sohbetle baş başa bırakıyorum.
Çok keyifli bir roman olan ‘Talihsiz Anjel Hala’yı bir solukta okudum. Senin için özel bir anlamı olduğunu düşündüğüm bu kitabı yazmak nasıl bir deneyimdi? Neler hissettin?
Teşekkür ederim, ben de Angele Guéron’un anılarını bir solukta okurken çok heyecanlanmıştım. Başlangıçta epeyce bocaladım, kitabın ilk bölümünde o süreci anlatıyorum zaten. Anılar önceden Türkçeye çevrilmişti, onları yeniden çevirmenin pek anlamı olmayacaktı. Kurgulamak daha doğru geldi bana, fakat kurgularken aslına sadık kalmalıydım. Mektupları defalarca okudum, her defasında anlatılması güç duygulara kapıldım. Yüz küsur yıl öncesiyle bugün yaşananları karşılaştırdım. Ne yazık ki insanlık bir adım dahi ileriye gidememiş diye hayıflandım. Kentin hunharca bombalanması, asker sivil demeden on binlerce insanın ölmesi, kuşatma sürecindeki açlık, sefalet, hastalıklar, insanın hiç dinmeyen hırsı, zaafları… Sanki günümüzde yaşananların yüz yıl önceki provası yapılmış gibi... Sonunda kendi hikâyemi kurguladım ve anıları bir grafik romana dönüştürerek Anjel Halamı hikâyemin içine entegre ettim. Bu yaşımdan sonra benim için heyecan verici, yepyeni bir deneyim oldu.
Anjel Hala’nın kaleminden yaşamını ve Bulgar işgali altındaki Edirne’yi anlatan günlükleri ile 600 mektubunu okudun. Bunlardan yola çıkarak büyük halanın kişiliğini nasıl tasvir edersin; onu tanımak ister miydin?
Elbette, çok isterdim! Ailemin içinde ondan hep ‘zavallı Anjel’ diye söz edilirdi. ‘Zavallılık’ aslında bir merhamet sıfatı olarak kullanılırdı. Başlangıçta ben de kitabın adını ‘Zavallı Anjel Hala’ koymuştum, fakat sonradan yanlış anlaşılacağını düşünerek ‘talihsiz’ sıfatını kullanmayı daha uygun gördüm. Angèle Guéron birçok yönden talihsizdi. İlk kocasının psikolojik sorunları varmış, boşandıklarından üç gün sonra bunalıma girip intihar etmiş. Henüz yirmi yaşında olan Anjel için bu dramı yaşamış olmak yeterince ağır bir yüktü. Fakat Anjel güçlüydü, bir müddet sonra yeniden evlendi ve çocuk sahibi oldu. Ancak mutluluk perisi bir türlü bu aileye uğramadı! Çocuk çok zayıf ve hastalıklıymış. O esnada Balkan Savaşı patlak verdi, Edirne bombardımanı ve kuşatması başladı. Hemen herkes İstanbul’a kaçarken, bu genç kadın, görevinin başından ayrılmadığı gibi, yaralanan Osmanlı askerlerine yardımcı olmak için çabalarken, savaş ortamından istifade eden bazı fırsatçılarla da mücadele ediyordu... Böylesine güçlü bir kişilik Angèle Guéron’unki.
Angèle Guéron, savaşa rağmen umudunu ve inancını hiç kaybetmedi. Askerlerin iç çamaşırı ihtiyacı için kadınları organize ederken, Alliance’ın müdürü olarak görevine devam etti, bu arada sanatı da unutmayarak mermi kovanlarından, şarapnellerden vazolar yaptı, şiirler yazdı, hatta yaşanan zorluklarla dalga bile geçebildi. Bu gücünü sence nereden alıyordu? Aldığı eğitimin bunda payı olabilir mi?
‘Jwa.org’ (Jewish Women’s Archive) sitesinde yer alan biyografisine baktığımızda çok iyi bir eğitim almış olduğunu görüyoruz. Alliance’ın İstanbul’daki kızlar okulundan mezun olduktan sonra, önce Tunus’a, ardından Hayfa’ya öğretmen olarak tayin olmuş. Mektuplarında alıntıladığı kimi edebî metinlerden ve üslubundan kendisinin iyi bir edebiyatçı olduğunu anlıyoruz. Üstelik inci gibi bir el yazısı var, onca mektubunu okurken hiç zorlanmadığımı söyleyebilirim. Ruhundaki ince mizah duygusu ise en zor koşullarda bile moralinin yüksek olmasını sağlıyor. Ancak bana kalırsa, bütün bu özelliklerinde aldığı eğitimin yanı sıra içinde yetiştiği aile kültürünün payını yadsımamak gerekiyor.
Doğru bildiğinden şaşmayan ve sözünü sakınmayan Anjel, Yahudi cemaati yetkilileriyle sık sık ters düşüyordu. Cemaat ile bu dindaşı neden bu kadar çatışıyordu?
Her küçük toplumda olagelen normal hadiseler. Anjel, gerçek anlamda bir ‘Doğrucu Davud’... Gençliği de var… Haksızlıklara hiç gelemiyor, hangi makamdan gelirse gelsin torpilin her türlüsüne karşı çıkıyor, baskılara boyun eğmiyor, toplumun bazı ileri gelenleriyle arası, demin sıraladığım nedenlerden dolayı açılıyordu. Üstüne üstlük Edirne’deki Yahudi toplumunun önemli bir gazetesinin kibirli sahibiyle olan anlaşmazlığının ona pek yarar getirdiğini söyleyemem. İlk kocasının intiharının ardından, bir buçuk yıl gibi bir süreden sonra yeniden evlenmiş olması da cemaat içinde sıkça dillendirilen bir konu. Malum, küçük ve kapalı bir toplumda dedikodular yıpratıcı olur.
Büyük bir kıtlık ve kargaşanın yaşandığı, insanların ayakta kalma mücadelesi verdiği bir ortamda, yurtsever ve İmparatorluğa sadık bir azınlık mensubu olan kahramanımızın, Osmanlı’ya bu samimi inanç ve bağlılığını nasıl yorumluyorsun?
Aslında ‘kahramanımızı’ biraz da aynı dönemde yaşamış Moiz Kohen’e benzetiyorum. Bilirsin, Liz Behmoaras’ın biyografik bir çalışması vardır; ‘Bir Kimlik Arayışının Hikayesi - Munis Tekinalp, Moiz Kohen’ diye; Kohen’in de benzer bir görüşü vardı. Şu farkla ki, Anjel seküler bir aile ortamında büyümüş, Kohen ise babası haham olduğundan daha muhafazakâr bir aile içinde yetişmişti. Fakat her ikisi de Alliance’ın tedrisatından geçmiş Osmanlı vatanseverleriydi. İkisinin de Osmanlı’ya ve Türklere çok içten bir sevgi duyguları vardı. Bu belki de o dönem Hıristiyan dünyasında hüküm süren yoğun antisemitizmin, asılsız komplo teorilerinin Türklere bulaşmamış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Nitekim işgal sonrası mektuplarından birinde Anjel, duygularını şöyle ifade ediyor: “Türkler yeniden kırmızı kuşaklarını taktılar. Ne bir küfür ne bir intikam çığlığı duyuluyor. Kin yok, komplo yok. Türk büyüktür, çünkü o iyidir.”
Anjel, o savaş yıllarında büyük bir disiplinle şehrin günlük yaşamı ve savaş hakkında detaylı günlükler tutarak Alliance’ın Paris’teki merkezine yolladı. Bütün bu belgelerin tarihsel bir önemi oldu mu?
Oldu tabii. Bütün bu mektuplar bir bir tarihe geçti. Zaten o dönemle ilgili yapılan araştırmalarda, yazılan kitaplarda Angèle Guéron adına sıkça rastlanır. Edirne’de yaptığım bir iki araştırma gezisinde konuştuğum kişiler arasında Angèle Guéron adını bilmeyen duymayan yok gibiydi. Mektuplardaki edebî üslup ise apayrı bir konu. Bence ileride bu mektuplar romanlara, filmlere veya televizyon dizisine bile kaynak teşkil edebilir.
Tarih boyunca, insanı ve toplumu derinden etkileyen olayların başında gelen savaşlar, trajedinin her türlüsünün yaşanmasına neden oldu ve oluyor. Bu gidişatın bir gün değişeceğine dair bir ümidin var mı?
Bana bu soruyu 1970’li yıllarda sormuş olsaydın, hiç tereddüt etmeden “evet, var” cevabını yapıştırırdım. Fakat bugün gelinen noktada maalesef artık öyle bir beklentimin kalmadığını itiraf etmeliyim. Ümit etmek istiyorum ama beceremiyorum! Bu kitabı yazmamın en önemli nedeni de bu olsa gerek. “İşte bakın, bundan yüz küsur yıl önce neler yaşanmış, hiç mi ders alınmıyor?” demek istiyorum. Ama sanırım nafile…
Bu kitabın hem yazarı hem çevirmeni hem de çizerisin. Hangisi seni daha fazla zorladı? Yazar İzel ile çizer İzel arasındaki görev paylaşımı konusunda rekabet oluştu mu?
Aslında bu kitabın iki yazarı var, Angèle Guéron’u unutmayalım! Onun mektuplarını Türkçeye çevirirken biraz sadeleştirdim, kısalttım ve sonrasında kendi hikayeme entegre ettim. Çizer İzel ile yazar İzel arasındaki rekabete gelince, çizme ve yazma eylemleri bana her zaman haz vermişlerdir, bu kitapta ikisi birden olunca tadından geçemedim! Fakat ben iyi bir çizgi roman okuru olmakla birlikte bir çizgi roman sanatçısı değilim. Öyle bir eğitim almadım, vaktiyle keşke almış olsaydım diye hayıflanmıyor değilim. O zaman belki daha fazla üretebilirdim. 73 yaşımda böyle bir işe kalkışmak, ne yalan söyleyeyim beni bayağı zorladı.
Halanla rüyalarda buluşmaya devam ediyor musun?
Bu aralar pek uğramıyor. Sanırım hâlâ kitabı inceliyor ve hatalarımı aramakla meşgul. Kitapla ilgili çeşitli mekân ve kentlerde bazı söyleşiler ve sergiler planlandı, eminim yakınlarımda olacaktır…