8 Aralık´ta, tam bir yıl önce, doğum gününde başlayan bu yazı dizisiyle bir yolculuğa çıkıldı. Onun düşünceleri ve soruları, kelimeler aracılığıyla yeniden anlam buldu. Bu sadece bir hatırlama çabası değildi; onun dünyasında gezinmek ve kendimize dönüp bakmaktı. Şimdi, Spinozyen Düşünceler yazı dizisinin 13. yazısıyla, yine doğum gününde bir aradayız. Bir yıl geride kaldı. Her metin, bıraktığı izlerden bir işaret oldu; onunla düşünsel bir diyaloğu sürdürmenin ve yeni anlamlar keşfetmenin bir yolu. Onun dünyasına açılan her kapı, aynı zamanda kendimize uzanan bir pencere. Bu süreçte çok şey yapıldı, ama hâlâ üzerinde düşünülecek, yazılacak çok şey var. Bu yolculuk devam ediyor; onun izinden giderek birlikte düşünmeye ve yeni anlamlar keşfetmeye devam edeceğiz. Bu yolculukta bizimle olan herkese teşekkürler. Yazılar sürdükçe, bu düşünce yolculuğu daha da derinleşecek ve yeni kapılar aralayarak, geleceğe uzanacak. İdil Sarfati
İstek ile kaderin ciddi bir ilişkisi var; “İsteğimiz var mı? İsteğimiz özgür mü?” diye istek konusuna devam etmek istiyorum. Ama önce bunu biraz daha şiirsel bir anlatımla yapan birinden birkaç satır alıntı yapmak istiyorum. Yeryüzünün Paylaşılması şiirinde Schiller şöyle sesleniyor:
Zeus bir gün seslendi insanlara göklerden; / ‘Dünyayı size verdim, alın mülkünüz olsun! / Bu sonsuz armağanı bölüşüverin hemen, / Ama kardeşçe yapın, herkes hakkını alsın!’
Eli ayağı tutan herkes geldi üşüştü, / Harıl harıl işlere sarıldı genç, ihtiyar, / Ekin dolu tarlalar hep çiftçilere düştü, / Elde silah avcılar ormanlara daldılar.
Tüccar ambarlarını doldurdu tıka basa, / Altın gibi şarabı rahipler seçti hemen, / Yolları tutan kral çıkararak bir yasa ve dedi ki: 'Ben de onda bir alacağım her şeyden.'
Bu paylaşma bittikten çok sonra bir gün şair, / Uzak uzak ellerden gelip dünyaya vardı; / Yeryüzünde nimetler çoktan bitmişti bir bir, / Gördü ki, her nesnenin bir de sahibi vardı.
Herkese bol bol nimet dağıtırken ey ilah, / Unuttun mu en sadık oğlunun benim hissemi? / diye şikayet etti, haykırdı: 'eyvah eyvah' / Tahtına yüz sürdü ama sesini yükseltti.
Tanrı dedi: 'Hayaller aleminde gezersen, / Buna söz söylemeye hakkın olmaz ki evladım! / Sen acaba neredeydin dünya paylaşılırken?' / Şair dedi: 'Unuttun galiba. O zaman ben senin yanındaydım.
Seyrediyordu gözüm yüzünü hayran hayran, / Duyuyordu kulağım göklerin ahengini, / Coşup sarhoş olmuştum seninle ve ışığınla o zaman, / Dünya nimetlerini kaçırmışım, affet beni ey Tanrım!'
Zeus dedi: 'Ne yapsak, bu dünyayı verdim artık ben, / Benim malım değildir artık bu dünya, bu kentler bu kırlar; / Ama gökte benimle yaşamak ister isen, / Her gelişte cennetin kapıları sana açık.'
Bu şiir üzerine söylenecek bir sürü şey var. Temel çıkarımı, iktisadın dünyasını simgelemesi ama daha derindeki çıkarım; kaderi ele alması. Kader şurada; Tanrı, dünyayı vermiş oluyor Schiller’e göre. Öyleyse dünyanın sahibi yok. Ondan sonrası Hobbesyen bir dünya yani bugün bildiğimiz bir dünya. Yani kavganın egemen olduğu, Spinozyen deyişle, “gücün egemen olduğu bir dünya.” Herkes belirlenmişliğin içinde kendi düşünü yaşıyor. Bu tabii ki bugünün kapitalist dünyasını hatırlatıyor. O zaman düşünmek lazım; kapitalizmi oluşturan insanın arzusu mu? Tanrı’nın dünyayı insana bırakması mı Tanrı’nın kaderi, iktisadın kaderi? Tanrı şairi unutuyor. Tanrı’nın şairini unutması, tanrısal bir yazgı mı? Şair, “ben seninleydim,” diyor. “Ben senim”, “sen de bensin,” diyor.
Unutan kim? Mülkiyeti dağıtan kim? Holokost kimin? Tanrı’nın mı, Hitler’in mi, yoksa insanlarının mı? Sahi, atom bombası kimin? Kaderin getirdiği yer mi? Yoksa şairin unutulmasının sonucu mu? Yoksa, insanın sonsuz isteğinin mi? İnsan istediğini bilen tabii ki değil. İstediğini bilmeyen nasıl bilebilir ki geri kalanını? Kader üzerine nasıl fikir ileri sürebilir ki? Halbuki duygulanımların birinci tanımında diyor ki Spinoza; “istek, insanın bizzat özüdür”.
İsteğin filozofudur Spinoza. Düşüncesinin temelinde bizzat isteğin özü vardır. İstektir temelde belirleyici olan. Düşüncenin anlaşılması isteğin doğru tahlil edilebilmesinden geçecektir, çünkü isteğin kaynağı bizzat Tanrı’nın içindedir. Tanrı’nın zorunluluğunun içindedir. Tanrı’nın zorunluluğunun içindedir ki, istek insanın varoluşunun temel nedenidir. Bu durumda istek, içkin olandır. İnsanın bizzat kendisidir. İstek, insanın bizzat özüdür. Bu durumda istek, yaşama isteğidir. Öyleyse istek, insanın kendini var etmesinin isteğidir. Peki ya isteğimizin nedenini bilmiyorsak? İsteğimizin nedenini bilmeden bildiğimizi zannediyorsak? İsteğimizin nedenini yani varlığımızın nedenini bizzat kavrayamadığımız zaman kendi dışımızdaki bütün nedenlere teslim oluruz. Bu nedenler Girardyen bir taklide kadar bizi götürecektir. Ve biz taklit sonucunda edindiğimiz istekleri veya siyasi iradenin veya iktisadi iradenin dayatmalarını gayet rahatlıkla kendi isteğimiz zannedeceğiz ve zannediyoruz.
Şair Tanrı’nın yanında bunlara kendini teslim etmeyendir. Ama bu biçimde dünyadaki mülkiyetten hak talep edemeyendir. Dış nedenlere teslim olmanın temel sebebi yani köleleşmenin temel sebebi isteğin bilinmemesidir. İsteğinin nedeni ile isteğin sonuçları arasındaki ilişkinin kavranamamasıdır. Bizi kendi doğamıza aykırı davranmaya iten bunu bilmemektir. Ve bu bilmemenin temeli de isteği, yani conatusun temelini, yani yaşamın temelini bilmemektir.
Öyleyse hemen şunu söyleyemez miyiz; cehalet gerçeği ters yüz etmemize neden olacaktır. Cehalet, gerçeği başı aşağıda, ayakları yukarıda göstermeye neden olandır. Cehalet, bilgisizlik ve bilinçsizliktir aynı zamanda. İnsanlar genel olarak faydalı olana ‘iyi’, faydasız olana ‘kötü’ der. Hepimiz öyle yapıyoruz ama bir adım sonrasında yanılmaya başlarız. ‘İyi’ ve ‘kötü’nün varlıklara içkin olduğunu düşünürüz. Mutlaklaştırırız bizim için göreli olarak faydalı olana ‘iyi’, olmayana ‘kötü’ dememizi. Halbuki bir mutlaklık tespitinden başlamamıştık bir şeye ‘iyi’ veya ‘kötü’ demeye. Sadece bize yararlı olana ‘iyi’ veya ‘kötü’ demiştik. Rölatif yani göreli bir bakıştı. İsteğimiz bize faydalı olanı aramakta yol gösterecektir. Halbuki biraz derinliğine düşünsek, çok açık bir şey göreceğiz; asıl neden tersine, istek değildir belirleyici olan. Asıl neden; faydayı aramaktır. Faydayı arama eylemini istek zannedeceğiz. Halbuki istek o değil. Temel dinamik fayda. İnsan, kendi varlığının peşinde olandır mutlaka. Öyleyse faydalı olanı arayandır. Şimdi bu daha sonra liberal felsefeye geçişin yollarını açacaktır ama o kadar basit değil. İlk tespitimiz; nedenle sonucun karıştırılmakta olduğudur.