Metin Sarfati ile Spinozyen Düşünceler – 6

İsteğin İllüzyonu - II

METİN SARFATİ Perspektif
8 Mayıs 2024 Çarşamba

Filozof diğer isteklere aklın gözüyle bakarken, bir yandan da kendi isteğini dizginleyemeyendir aynı zamanda. Filozofun dizginleyemediği isteği, sorgulama isteğidir. İsteğin isteğini anlama isteğidir. Filozof, isteğin isteği üzerine düşünmezse filozof olmaktan çıkar.

Sophia ile yani philosophia ile Fransızca’da bilmek anlamındaki savoir filli ve Latince’de tat almak anlamına gelen savure (scire) fiili aynı kökten gelir. Yani tat almak yavaşça hazza varmak demektir. Düşünme ancak yavaşın içinde var olabilir. Yavaş bugün engellenendir. Yavaş bu çağın ayıbıdır. Şeytan çabuğun telaşında var. Filozof o yüzden isteğin dinamiğini anlayan olacaktır. İsteğin dinamiğini çözmek, hızın dinamiğini çözmektir. Felsefe yapmak, kendini isteğe bırakmaktır. İsteğin isteği üzerine istekli olmak demektir. Ama kendini isteğe bırakanın eyleminin dinamiklerinin araştırılması demektir. Bunun için filozof kendi içinden çıkmadan, kendi içine bakabilendir.  Bunun sadece iç görüleriyle ilgisi yoktur. Bunun maddi zincirlerle ilgisi vardır. Maddi zincirlerin birbirini takip edip, birbirlerini provoke etmesiyle, birbirlerini kışkırtmasıyla vardır. Kıskançlığın aşk tahayyülünü oluşturmasıyla ilgisi vardır.

Tahayyülün yarattığı, kıskançlığın fişeklediği sevi zannedilenin, hem bireysel hem iktisadi düzeyde ve sonuçta tabii ki siyasal düzeyde nasıl eklemlendiğini göstermek istiyorum. Mesela Proust diyor ki, bu sadece tahayyülün kristalleşmesinin -aşktan ve kıskançlıktan bahsediyor ama daha çok kıskançlıktan- bir kişinin üzerinde yoğunlaşmasıdır. Ama o yoğunlaşma asıl dinamiğini kıskançlığın sahibinin zihninde bulacaktır. Yani bu isteğin getirdiği büyük iç sıkıntısı aslında bizzat tahayyülün kendisine olacaktır. Burada sanki birbiriyle ilgisi olmadığını düşüneceğimiz bir yere geçeceğim ama aslında öyle değil.

Diderot eğer kendisinden 150 yıl önce yaşamış filozofun Ethika’sını tümüyle okumadıysa bile, kuşkusuz özgürlüğün ancak gereklilik ve zorunluluk zinciri içinde mümkün olabileceğini biliyordu. Spinoza diyor ki, özgürlük arayışı önce özgür olmamanın bilincine varmaktan geçer. Yani ben de şunu ilave ediyorum; zincire vurulmuş - sembolik olarak- bir insanın esareti, bizimkinden daha az kötüdür. Zincire vurulmuş olan, zincire vurulduğunu somut olarak görüyordur ve bilincindedir. Düşünmesine gerek yoktur. Biz esir olduğumuzu bilmiyoruz. Esir olduğumuzu bilmek, gereklilik ve zorunluluk zincirinin kavranması ile başlayacaktır ancak. Belki Holbach’ın materyalizmine kadar gitmeye gerek yok özgürlük ve gereklilik zincirine evet demek için, ama Spinozyen gereklilik ve zorunluluk biraz daha doğal ve evrensel olandır. Yani Holbach’ın materyalizminden biraz ayırmak için söylüyorum bunu. Mesela teleolojik teoloji terimi amaçsal bir teolojidir. Ama teolojiler her zaman amaçsaldır. Yani tarih, Tanrı’nın tarihidir. Tarih, teolojinin tarihidir. Tarih, insanın tarihi değildir. Tarih, özgür aklın tarihi değildir. Niye? Özgür akıl zaten yoktur.

Özgür Akıl Var mıdır?

Teleolojik teolojide ileri sürülen şey çok kısaca şudur; tanrısal eylem, insan eylemine yön verebilir. Yani öyleyse insan davranışlarına yön veren, tarihe de yön verebilir. Bu aslında bizim özgürlük yanılsamamızın temelinde yatacaktır. Çünkü öyle bir kutsal düşledik ki, bu kutsal, zihnimizde düşlediğimiz o güçlü insanın, özgürlüğünü kendi elinde tutan insanın bir üstü olsun. Tanrı, iradesiyle gücü birbirine eşit olandır. Öyleyse özgürdür. Diderot’un kendine özgü materyalizmi bunu reddediyor. Yani teleolojik teoloji dediğim kavrayışın dışında, çünkü teleolojik teolojide tarihin nereye gittiği bellidir.

Diderot’nun, modern zamanların perdesinin açılışında çok etkili olmuş Jacques le Fataliste yani Kaderci Jacques romanı çok önemlidir. Kaderci Jacques uşaktır. Diderot Kaderci Jacques’ta, Hristiyan uygarlığının temel hipotezlerini reddedecektir. Bu temel hipotezlerin reddi ile yeni bir uygarlığın kapısı açılacaktır. Bu temel hipotezlerin reddinde, -benim perspektifimden- Spinozyen ipuçları Diderot’un zihninde ciddi bir şekilde yer etmiştir. Spinoza’nın radikal özgürlüğünün, modern zamanları açtığına dair tezlerimin temelinde bu geçiş var.

Hristiyan uygarlığının temel hipotezlerini Diderot reddediyor. Aslında bu; insan köleliğinin reddi demektir. Ama Diderot bu reddi bugünün köleliğine kapı açmak için yapmamıştır. Bu reddi, insanı, daha doğrusu Heidegger’in deyişiyle “insan olanı”, ufukların ötesine alıp bırakmak için yapmıştır. Bu zor işe bunun için kalkışmıştır. Ama bugün modern sonrası denilen zamanda insan olan, kendi köleliğinin, Proustyen diyebileceğimiz ama aslında iktisadi, toplumsal ve siyasal cezaevini yani kendi cezaevini oluşturmuştur. Cezaevinin gardiyanı olmayı bile akıl edememiştir, kıskançlığının ve tutkularının tutsaklığında.

Öyleyse teleolojik teolojide, tanrısal eylemin özünde bir amaç taşıdığı düşüncesi var. Tanrı, yaptığını bilendir. Bildiğini de yapandır. İradesi olandır. İradesini gerçekleştirmeye gücü olandır. İrade, güç, bilmek ve yapmak bu dört unsur birden teleolojik teolojinin temel unsurlarıdır. Tanrısal amaç, insan ruhuna Tanrı tarafından indirilmiştir.  Musa ile Tanrı’nın Sina Dağı’nın tepelerinde karşılaşmasının temelinde bu vardır belki de.  Kutsal amacı insan ruhuna vermek, onun için indirmek. Spinoza’ya göre, bu amaç indirilemez. Bu amacın ismini söylemeye koyulmuştur; iştahtır. Amaç insanın iştahıdır. Aman diye uyarmıştır, neden ile sonucu birbirine karıştırmayın. İştah nedendir. İştah belki kıskançlıktır. Yani fiziki iştahla, duygusal iştahın birbiriyle bir bütünlük sağlıyor olması lazımdır. O zaman inşa ettiğimiz hapishanenin içine kendimizi kapatabiliriz. Influencerın iktisadi düzeninin mimarının da, siyasi düzenin mimarının da temel eylemi budur.  Ve üstelik diyor ki Spinoza; insan iştahı, nihai neden de değildir. Etkin nedendir olsa olsa. İnsan iştahının gerisinde başka şeyler de vardır öyleyse.

Mesela bizim iştahımızın ötesinde neler var?  Sosyal medyanın büyük patronlarından bir tanesi Mark Zuckerberg demişti ki, “Tanrı benim. İhtiyaçları ben yaratırım”. Doğru değil mi?

 

Kıskançlığın Tahrik Ettiği İstek

Diyor ki Spinoza, insanlar o kadar az şeyi bilirler ki, kendilerinden çok emindirler, çok gururludurlar her şeylerinden. Bilmediklerini bilmemeleri onların bilmelerini engelleyen temel nedendir. Gurur, gözü kör edendir. İktisadın düzeninin büyük mimarları kör insanları sever. Kendi duygulanımlarının tutsaklığı içinde yanıp biteni isterler. Kıskançlığı sevi ile karıştıranı severler. Kıskançlığın, aşkın dinamiği olabileceğini bilmeyeni severler. Kıskançlığın, aşkın sonucu olabileceğini düşüneni severler.

Diyor ki Spinoza, “onlar öyle bir bilmezler ki hiçbir şeyi, kendi iştahlarının nedenini dahi bilmezler”. Kendi isteğimizin nedenini bilmiyoruz. Neyin bizi iştahlandırdığını bilmiyoruz. Influencer bizi iştahlandırıyor olmasın? İki gün evvel hiçbirimiz hamburgeri bilmiyorduk. Hamburger nasıl da iştahlandırıyor bizi. Hamburger istiyorum demek özgürlük örneği mi? İktisatçıya göre zaten sorun yok. İstiyorsa ve alabiliyorsa, sıraya girdiyse, elini cebine koyduysa istek gerçektir. Ama biz altına bakmak istiyoruz.

Proustyen Cehennemin Yolları

Spinozyen yolda devam edip a priori şunu varsayarsak; “Tanrı kendi özgür iradesi içinde var olmuştur”, o zaman şunu reddetmiş olacağız: “Tanrı kendi zorunluluğu içinde davranan bir model değildir.” Çünkü teolojik zihne göre, Tanrı’nın kendi zorunluluğu içinde davranıyor olması tanrısal tarihle çelişir. Çünkü bizim tahayyülümüze göre özgür olmak, zorunluluğun dışında var olmak demektir. Ama zorunluluğun dışında var olmayı istemek, cahil olmakla eşdeğerdir. Hepimiz ne çok isteriz değil mi bir yerden atlayıp uçmayı? İnsanlık var olduğundan beri istenmiştir. Galata Kulesinden uçan Hezârfen, uçayım derken düşmüş ve ölmüştü çünkü kendi zorunluluğunun dışında yaşamaya çalışmıştı. Zorunluğunu görme alçak gönüllüğünden ve bilgisinden mahrum olmak… Mesela kıskançlığın kör edici kuyularından uzak durmamak… Çünkü biz özgürlüğü böyle tarif edince, neden ile sonucu birbirine karıştırınca, Tanrı’nın da öyle yaşaması gerekiyor. Tanrı öyleyse kimdir? Bütün kutsal figürlerde uçan bir figür vardır. Yürüyen bir figür çok yoktur. Kutsalı anlatmanın yolu uçan bir figürdür. Ve içimizdeki büyük istek budur. O çocuksu istek; uçmak kuşlar gibi.  Tahrik edilmiş istek odur. O isteğin ışığında öyleyse, Tanrı veya elçileri uçabilendir. Diyor ki Spinoza, “anlamıyorum, istediğini istediği zaman yapan bir Tanrı düşüncesi sizi mutsuz etmeyecek mi?” İstediğini istediği zaman yapamayan, dolayısıyla kaprisi olmayan, öyle bir gücü de olmayan, iradesiyle gücü eşit olmayan, isteği ile gücü eşit olmayan bir Tanrı bizi özgürleştirmeyecek mi? Özgürlük çünkü önce benimdir. Bilmek, duygulanımlarının selinde kulaç atmak değildir. Duygulanımların selinde kulaç atmaya bayılan, gerçekliği gerçek dışında türetecektir. Ve nedenlerle sonuçların karmaşasında gözleri görmez olacaktır. O zaman tabii ki her anlamda Proustyen cehennemin yolları açılacaktır.

Kutsalın kendi zorunluluğu dışında var olacağını ileri sürmek, aslında özgürlüğün var olduğunu sağladığı kadar var olmadığını da sağlamayacak mıdır? Yani hiç değilse biliyoruz ki, pencereden dışarı çıkıp uçmaya kalkarsak düşeriz. İllüzyon ve sanı aynen sevideki kıskançlık gibi zihni yok edecektir. Nedenler ve sonuçlar birbirine karışacaktır. İstekler gücü aşacaktır.

Özgür iradeli yani istediğini istediği zaman yapabilen, iradesi gücüne eşit, gücü isteğine eşit bir kutsal ama günah işlemenin sorumluluğunu kullarına bırakacaktır. Çünkü bütün teoloji insanın özgür iradeli olduğundan bahseder. Biz de Spinoza ile beraber a priori bir özgür irade var olmadığını düşünüyoruz. Kutsala sorarsanız, “niye tarih baştan sonra kanlar içinde yazılıyor?” Diyecektir ki, “özgür iradeli olan sensin. Sorumluluk senin.” Nedenlerle sonuçlar birbirine karışmıştır. Leibniz dahil ne diyor, Tanrı eğer varsa, dünyanın rasyonel sistemi içinde ancak vardır. Rasyonellik, gerekircilik ve zorunluluk demektir. Leibniz, Spinoza ile beraber, Diderot’ya ve Aydınlanma’ya yol açacaktır. Bu topraklar üzerinde bu serüven yaşanmamıştır. Aydınlanma’ya yol açılmamıştır. Hala daha açık değildir Aydınlanma’nın yolu. Modern zamanlar bu topraklar üzerine ithal olarak gelmiştir. Ama modern zamanlar ithal olarak gelmez.  Bu toprak üzerinde nedenler ve sonuçlar birbirine karışmıştır. Özgür olmamanın bilincinde bile değildir buranın insanı. Özgürlükle isteği karıştırandır. Nedenle sonucu karıştırandır. Kıskançlıkla seviyi karıştırandır. Köleliğin tezahürünün özgürlük olduğunu sanandır.

15.12.2021

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün