Sanatın bilinçaltı yolculuğu ve bir serginin anımsattıkları

Rubi ASA Sanat
28 Şubat 2024 Çarşamba

Arter’de, Selen Ansen küratörlüğünde gerçekleşen Ömer Koç’a ait özel koleksiyonun sergisini gezdiğimde sanatın insanın içsel dünyasına nasıl da dokunabildiğinin yanı sıra nasıl da iyileştirici gücü içinde sakladığının farkındalığıyla karşılaştım.

‘Farz Et Ki Sen Yoksun’, başlığıyla Hayyam’ın rubailerinden oluşan bir dize ile anlam yaratılması istenmişti koleksiyonun bütününde.

Sergi takriben 400 sanatçının katkısıyla ve 600 yapıttan oluşan bir külliyat. Sergi her yapıtıyla çok sesli birçok hikaye anlatırken kendinizi bu hikayelerin kahramanlarının yerine koyup iç dünyanızla paralel bir yolculuğa çıkarken buluyorsunuz.

“Farz Et Ki Sen Yoksun” derken; kişinin öznel yanı olan benliğinizden uzaklaşıp bedeninizi ruhunuzdan ayrıştırmaya çalışıp ve bu ayrışmanın merkezine varlığınızı koyduğunuzda bir garip buluşmanın psikanalitik öznesi oluyorsunuz.

Küratör Selin Ansen sergiyi şöyle tanımlıyor:

İnsan olmanın iyisiyle kötüsüyle aktarılabilir bütün hâllerini koruma altına alma fikrine tutkuyla yaklaşmak ve nihayet en yücesinden en gündelik olanına, en kalıcısından en geçici olanına jestler, imalar, hareketler, ölmeden bırakılmış ve sonra yaşayanlarca bulunmuş ve korunmuş izler gibi temaların peşinden gidiyor yapıtlar.

Koleksiyonerin oyuncul yorumunu yansıtan bir birikim yoluyla insanî zevkleri, arzuları, geçmiş hayatların heveslerini ve düşlerini; bize taşınan kitapları, koltukları, resimleri, heykelleri ve fotoğrafları buluşturan bu sergide bir araya gelen yüzlerce yapıt ve nesne, mekânda kurdukları yakınlıklar yoluyla yeni çağrışımlar için yaşama tutunan bir görüş alanı açıyorlar.

Sanat psikoterapisi mindfulness’ olarak adlandırılan zamanın farkındalığı anlamına gelir.

Sanatın buradaki rolü anlık olarak gerçekleşen duygu ve düşüncelerin insan zihninden ve algısından bağımsız bir uzamda buluşup izlenmesi olayıdır... Psikoterapik süreç bilinçli bir farkındalık arayışı olup yapıt kendisini bu zaman diliminde sanatçı olgusu ve küratörün sunumu ile bütünleşen süreçte izleyicinin de katılımı ile tinsel bir bağ kuran sanat yapıtı her seferinde yeni bir terapötik süreç başlatır.

Yani bu ilişki biçimi , gündelik yaşantımızda kurduğumuz ilişkilerden farklı olarak danışan ve terapisti arasında kurulan özel bir ilişki türüne benzer bir alan açar. Terapötik arayış olarak dikkat çeken bu süreçte farklı yönelimlerin, eğilimlerin tercihlerle çelişkilerin daha kolay anlaşılması olanaklıdır...

Arter’deki bu çok özel Ömer Koç Sergisi ile Küratörü Selen Ansen’in mekan düzenlemedeki olağanüstü yorumu, adeta bir terapi odası işlevi görmektedir.

Kişinin duygularının dışa vurulmasını sağlayan sanat terapisi gerek sanatçı gerek yapıt gerek izleyici yönünden ele alındığında birçok kilit noktaya ışık tutabilir. Odaklanmayı algıyı ve konsantrasyonu arttırmak, bakış açısını geliştirmek, kendinle yüzleşmek, varoluş amaçlı endişe ve korkuların yenilmesini sağlamak ve hayal gücünün de etkisiyle varlık sürecine etki etmiş oluyor.

Bu da kişiye özgü ve içinde hapsolmuş olduğu duygu durumlarının daha kolay ifade edilmesine, olanaklıysa düzelmesine yardımcı olur. Terapötik sanat süreci bu anlamda destekleyici bir etki yaratır. Yaşam serüveni bireye özgü farklı anlamları ve değerleri ifade eden bir yolculuktur. Bu süreç kişiye özgü olmakla birlikte tüm insanlığı ortak bir paydada buluşturan kolektif duygularıyla da şekillenir.

İnsanın en temel varoluş problemlerinden biri, kendi ‘otantik ben’iyle buluşabilmesidir. Bu arayış insanın en temel korku ve kaygıları ile yüzleşerek özgürleşmesini beraberinde getirebilir. Sanatın üretim süreci de, sanatçısı da yanı sıra ortaya konan yapıt da ve izleyici olarak katılımcısıyla da kendi içerisinde geçmişin izlerini barındırır. Bunun terapötik süreci aslında yapıtın yeniden ve her defasında yeniden yaratılmasıdır. Sanat sayesinde erişilen bu ruhsal deneyim bireysel olduğu kadar toplumsal bir dönüşüme de katkı sunmaktadır. Toplumda kolektif bellek oluşumunda önemli bir yeri olan sanat, kültürel bağları da bu etkisiyle güçlendirir.

Arter’deki Ömer Koç özel koleksiyonu bu açıdan çok önemlidir. Koleksiyonerin oyuncul kimliği Selen Ansen’in küratoryal başarısı ile yansıtılan birikim; insan olmanın varoluşsal sorunlarını bir bir ele alıyor.

Sergiyi gezme sürecimde yapıtların etkilerini düşünüp ve nesneler arasında bağ kurma çabalarımla imgelerin yorumlanması benim için oldukça zorlayıcı fakat sonuçta tatminkar bir süreç yaratmıştı.

Anladım ki imgelerin anlamına ulaşıldığı zaman onları yorumlamak ve kavramak mümkün olmaktadır. Sergideki tüm bu imgelerin çok tanıdık ve evrensel görünmeleri de aslında kişiye özel (hatta bana ait görünen) diğer yüzlerinin de var olduğunu duyumsatır. Kişi ancak varlığını merkeze alabildiğinde ve geçmişle şimdiyi sentezlediği süreçte imgelerin bu değişen yüzlerini yorumlamakla ancak o doygun ve kapsamlı teropötik süreçle buluşabilir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün