Bir hafta sonu kaçamağı KÜÇÜKKUYU

Biraz gezi, biraz deniz, biraz kültür turu diyorsanız tam da hayal ettiğiniz kısa tatili Küçükkuyu´da gerçekleştirmek mümkün.

Cako TARAGANO Seyahat
31 Ocak 2024 Çarşamba

Uzun zamandır sevgili eşimin hayal ettiği, Küçükkuyu tatili için kendisinin doğum gününü fırsat bilip, hoş bir sürpriz yapmak istedim. Daha önce Kaz Dağlarına yaptığımız tatilden çok memnun kalmıştık. Aynı coğrafya aynı il ve ilçe içinde olduğundan Küçükkuyu tatilinin de keyifli geçeceğini düşünüp sürpriz programı kafamda şekillendirmeye başladım. Perşembeden pazara dört günlük Long Weekend denilen uzun hafta sonu tatili için perşembe sabah saat 6’da İstanbul’dan yola koyulduk. Keyifli ve rahat geçen bir yolculuk sonrası yaklaşık beş saat sonra Edremit Körfezindeki Güre’den, ilçeye giriş yaptık. Önce sahilde bir yol yorgunluğu kahvesi içtikten sonra, Kazdağı Müzesini gezdik. Özel sektörün işlettiği müze küçük ama bakımlı ve çok şirindi. Buradan Küçükkuyu’da kalacağımız arkadaşımızın evine gelip yerleştik. Hemen vakit kaybetmeden kendimizi yollara attık. Sahili baştanbaşa geçip limanın bulunduğu bölgeye geldik. Burada kafeler, lokantalar, pastane ve çay bahçeleri var. Öğlen yemeği vakti gelmişti. Bir balıkçıda oturup,  garsonun tavsiyesi ile balık ekmek siparişi verdik. Mezgitin kılçıklarını çıkarıp mısır ununda kızarttıktan sonra, çıtır çıtır taze ekmek içinde yeşillik ve soğanla getirdi. İlk ısırığı attığımızda garsonun tavsiyesine uymaktan duyduğumuz memnuniyeti dile getirdik. Bu harika balık ekmeğin yanına acılı şalgam suyu sipariş verdim.

Yemek sonrası çevreyi tanıma turuna çıktık. Küçük bir çarşısı olan, esnafın halkı tanıdığı, geçerken bir birlerine selam verip hatır soran, görüntüde eğitimli ve modern bir halk olduğu ilk gözlemim oldu. Akşamüstü denize neredeyse sıfır olan evimizin balkonunda birer bardak buz gibi bira ile gün batımını izleyip Happy Hour yaptık. Akşam yemeği için İstanbul’dan hazırlıklı gelmiştim. Mangallık bir şeyler almıştım. Birkaç mezelik ile önce ilk kadehleri parlattık. Etlerimiz hazır olunca da ikinci kadehlerimizi doldurduk. Denize sıfır manzaralı balkonumuzda harika bir keyif yapıyorduk. Karşımda Midilli Adası hafif hafif çalan Yorgo Dalaras’ın müziği, elimde rakı kadehi adeta Yunan adasındaydım. Ertesi gün programı dolu idi; ne de olsa yol yorgunluğu da vardı daha geç olmadan yattık.

Kahvaltı lezzeti

Sabah uyanır uyanmaz deniz manzaralı balkonumuzda sabah kahvelerimizi içip ayılmaya çalıştık. Erkenden cuma günleri kurulduğunu öğrendiğimiz pazara gittik. Tarla domatesleri, yeşillikler, sebzeler, meyveler harika idi. Fiyatlar derseniz İstanbul’dakilerin yarısı kadardı. Üç günlük ihtiyacımız kadarını aldık. Sahilden eve dönerken marinadaki kafelerden birine oturup çarşıdan aldığımız simitler eşliğinde kahvaltı ettik. Kaşarlı menemen damak çatlatan cinstendi. Pazardan aldığımız tarla domateslerinden birkaç tane garsona verdik; dilimleyip getirdi. Güneş içimizi ısıtırken, yaptığımız kahvaltı da midelerimizi şenlendirdi. Kahvaltı sonrası malzemeleri eve bırakıp günlük turistik gezimize çıktık. Bölgedeki Troas Antik Kent ziyareti ile başladık. Granit taş ocağı, antik hamam kalıntıları ile Alexandria Troas Tapınağı çok ilginçti. Buradan sahildeki Dalyan Kafe’ye gelip kahve molası verdik. Kahve fincanları Atatürk resmi ve imzalıydı. Kafe ve çevre sakinlerinin sıkı bir Atatürkçü olduklarını anlattılar. Enerjimizi toplamış gezimize devam edebilirdik. Yakındaki Pembe Göl diğer bir adı ile Kalpli Göl’e geldik. Gölün içindeki killi toprak yüzünden göl pembe renkteydi. Yukarıdan baktığınızda kalp şeklindeydi. O yüzden bu isimle anılıyordu göl. Gölün arkasında ‘batık sütunlar’ denen sahile geldik. Az önce ziyaret ettiğimiz granit taş ocağından sahile getirilip gemilere yüklenerek o dönemler Venedik ve Bari kentlerine götürülen sütunlar denize düşebiliyormuş. Bu sütunlar sahilde adeta bir direk gibi duruyorlardı. Bu yüzden burası batık sütunlar sahili ismi ile anılıyormuş. Buradan Apollon’a adanmış olan, Zeus’un oğlu farelerin tanrısı Symintheion tapınağını ziyarete gittik. Apollon Symintheion Tapınağına girer girmez adeta büyülendik. Sütunları, basamakları, fareler ile olan efsanevi hikâyesi bizleri çok şaşırttı. Yavaş yavaş sindire sindire tüm alanı gezdik. Dolu dolu bir tur ile günü geçirdik. Akşamüstü eve dönüp duşumuzu aldıktan sonra evimizin önündeki sete şezlonglarımızla oturup bu kez şarap kadehlerimiz ile gün batımını izleyip Happy Hour yaptık. Şarapla başlayan geceyi yemekte de şarapla devam edip harika bir Şabat akşamı yaşadık.

Pembe Göl

 

Cumartesi sabahı kahvaltıyı ben hazırlarken sevgili eşim ve evinde misafir olduğumuz arkadaşımız sabah yürüyüşüne çıktılar. Döndüklerinde sofra hazırdı. Bir gün evvel pazardan aldığımız domates, salatalık, biber, roka ile desteklediğim kahvaltılıkları yörenin doyumsuz zeytinleri ve zeytinyağı ile süsleyip, hazırladığım yumurtayı afiyetle yedik. Kahvaltı sonrası yarım günlük turumuza başladık. Daha evvel gelişimizde kaldığımız Adatepe bölgesine gittik. Buranın köy meydanının kahvesini çok beğeniriz. Sabah kahvelerimizi içtikten sonra çevre gezisine koyulduk. Arnavut kaldırımlı yollarda ara sokaklara dalıp evleri, bahçeleri, kümes hayvanlarını izleyip köyün tadını çıkarttık. Geçen geldiğimizde uğrayıp kahve içtiğimiz Manici Kasrı Oteline yine geldik. Çok beğendiğim, çok keyif aldığım harika bir butik otel. Öğlene kadar buralarda oyalandık. Aslında bu yöreye gelmek isterseniz gezilecek çok yer var. Behramkale-Assos’tan tutun da Hasan Boğuldu Şelalesine, Zeus Altarı’ndan, Zeytinyağı Müzesine, Kazdağı’na kadar harika gezilip görülecek yerler var. Geçen turumuzda buraları ziyaret ettiğimizden tekrar gitmek istemedik. Daha çok dinlence tatili olsun istedik. O yüzden yarım günlük tur sonrası eve dönüp denizin tadını çıkartmak istedik. Ekim ayının ikinci yarısında böyle bir hava ile karşılaşacağımızı açıkçası bizlerde ummuyorduk. O halde sezonun son denizinden faydalanmak için kendimizi Küçükkuyu’nun serin sularına attık. Biraz gezi, biraz deniz, biraz kültür turu derken tam da hayal ettiğimiz bir tatil yaşıyorduk. Akşamüstü bu kez ben yürüyüşe çıktım. Sahili baştanbaşa geçip tekrar marinaya geldim. Yolunuz bir gün buralara düşerse sahildeki balık lokantaları arasında Yengeç Restaurant’ı seçin derim size. Manzarası, mezeleri, balıkları kalitesi diğerlerinden bir tık daha güzel.

Adatepe

  

Akşam yemeği için evde İtalyan gecesi yapalım dediler. O zaman hazırlama ve servisler benden deyip mutfağa geçtim. Salataları hazırlayarak başladım. Parmesan peyniri ve çilekle süslenmiş roka salatasını balzamik sirke ile tatlandırdım. Klasik kıvırcık salatayı taze soğan, domates ve nar taneleri ile renklendirip biraz hardal, mayonez, yörenin halis zeytinyağı ve limonla sosladım. Mozarella peyniri ve domatesi yuvarlak dilimler halinde kesip, taze fesleğen ile renklendirip nar ekşisi ile soslayıp Caprese salatası hazırladım. Ana yemek olarak Penne Al Arabiatta yaptım. Harika kırmızı şarap eşliğinde Toto Cutugno müziği ile enfes bir İtalyan gecesi yaşadık. Final için İtalyan spesiyalitesi tiramisuyu çarşıdan almıştım. Soğutulmuş şampanya ile geceyi sonlandırdık.

          

Pazar sabahı kahvaltımızı yine çok beğendiğimiz sahildeki kafede yaptık. Menemen vazgeçilmezimiz olmuştu. Bu kez yanında domates, salatalık, biberden oluşan söğüşü hazırladı. Bal ve kaymak kahvaltımızı şenlendiren malzemeler olmuştu. Güneş bizi denize çağırıyordu. Kahvaltı sonrası hareket edeceğimiz öğlen saatlerine kadar denizin keyfini son kez çıkarmak için eve döndük. Harikulade bir tatilin sonuna gelmiştik. Arabamıza binip akşam hava kararmak üzereyken İstanbul a döndük.

Bir Tutkudur Seyahat…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün