Metin Sarfati ile Spinozyen Düşünceler - 1

Okuyacağınız yazı dizisi Metin Sarfati´nin Ekim 2021 - Nisan 2022 tarihleri arasında düzenlediği “Spinozyen Düşünceler” etkinliklerinin ses kayıtlarından oluşmakta. Ses kayıtları metinsel olarak aktarılırken, gerekli düzenlemeler ve kısaltmalar ile birlikte, en az müdahaleyle okuyucuya sunulmaya çalışıldı. Temmuz 2022´de kaybettiğimiz Sarfati´nin doğum gününe özel olarak hazırlanan bu söyleşi dizisi, aynı zamanda son dönemde üzerinde durduğu kavramlarla ilişkili olması ve kendi düşünsel dünyasının bir resmi olması nedeniyle de büyük öneme sahip.

METİN SARFATİ Perspektif
13 Aralık 2023 Çarşamba

Niçin Felsefe Yaparız? / 06 Ekim 2021

Hepimiz bir şey arıyoruz. “Bir şey aramak”, “bir şeyin olmaması” demek. Felsefeyle bir şey arıyorsak eğer, “felsefeyle olmayanı aramaya çalışıyoruz” demek.

Lyotard da, büyük eseri Postmodern Durum’u yazmadan evvel diyordu ki, -büyük eseri derken övgü anlamında söylemedim ama- felsefe ile birlikte ciddi bir anlama çabası vardı. Bir şey aradığımıza göre, demek ki bir şey yok ve onu aramaya çıktık yola. Onu felsefeyle arayacaksak, öyleyse felsefe olmayanı olma haline getirme çabasıdır diyebilir miyiz? Yani olmayanla olanın birlikte sentezlenme çabasıdır diyebilir miyiz? Olmayanın sırrına eremediğimiz, anlamadığımız yani eksik olduğumuz, eksik kaldığımız, eksik olduğumuzu ta içimizde hissettiğimiz... Kimseye söylemesek de ta derinlerimizde eksikliğini hissettiğimiz, bir aramaya çıkma ve düşünme serüveni ise, felsefe en basit tanımıyla “varlıkla yokluğun kesiştiği yerde vardır” diyebiliriz.

Ama tüm bunlarla birlikte bir şey daha var: Varlıkla yokluğun yani yokluktan varlığa geçme, yok olandan var olana geçme çabası arzudur. Eylem, isteğin/arzunun sonunda doğacaktır. Şimdilik buna istek diyelim. İstek, varlıktan yokluğa geçmenin istediğidir. İstek, öyleyse boşluğun istediğidir. İstek öyleyse néantın yani boşluğun dile getirilmesidir ya da dile getirilmeden akla getirilmesidir veya akla getirilmeden direk eyleme geçilmesidir.

Arzuyu tanımlamak

Ciddi bir soru daha var; arzu nedir? Bunun üzerinde hiç düşündük mü? Arzunun özünde ne vardır ve dinamikleri neler? Boşluğun içinde savrulurken, boşluktan kurtulmaya çalışmanın temel dinamikleri nelerdir? Çünkü arzu ettiğimiz temel şey o. Yani; boş olanı var olanla doldurmak. Her ne kadar içinde yaşadığımız iktisadın büyük sistem olduğu çağda maddi gereksinmeler ön plana bilhassa çıkarılıyorsa da, temelde hepimizin kendi başımıza kaldığımızda tatmin olmayan, boşluğu anlamlandıramadığımız yanlar ortaya çıkıyor.

Öyleyse tekrar söylüyorum; bu arzu, boş olana, yok olana varlık yükleyebilme arzusu, bunun ihtiyacı felsefenin temel dinamiğidir. Öyleyse hemen söyleyebiliriz artık; felsefe, boşluğun bilimidir. Ne dersiniz? Ben bir şey yapmadım şimdilik. Ortaya koyduğum önerilerden geldiğim yer burası oldu. Bir; boşluğun bilimi, iki; arzunun bilimi, üç; arzunun deşifre edilmesi.

Paul Claudel / Saten Pabuçlar (Tiyatro Uyarlaması) 2021

 

Ünlü düşünür Paul Claudel’in bir eseri vardır, Le Soulier de satin (Saten Pabuçlar), Türkiye’de çok bilinen bir eser değildir ama ünlü bir eserdir. Zannediyorum tiyatroya uyarlanmıştır ama hiçbir tiyatro bunu oynamayı da kabul etmemiştir çünkü dört gün süren bir oyundur. Le Soulier de satin’in girişinde büyük bir hüzün vardır. Büyük bir bunalım vardır. Ayrılmadır bu. Ayrılmanın getirebileceği yokluğa karşı, kopuşa karşı büyük bir ilgisizliktir. Dört gün süren tiyatronun başı böyle başlar.

Ayrılık, Spinoza’dan da çok iyi bildiğiniz gibi, tekin parçalanmasıdır. Ayrılık, uniténin, tek olanın yok olmasıdır. Felsefe, yok olanın, tek olma haline getirilmesinin çabasıdır. Çabanın ismi arzudur. Arzu, felsefenin temel alanlarından birisidir. Ayrıca felsefeyi felsefe yapan da arzudur. Öyleyse işin başlangıcında madem yoku, var olanla birleştirmeye çalışacağız, madem yoku var edeceğiz, öyleyse arzuyu tanımlayacağız. Paul Claudel’in dışında başka bir sürü düşünür, -mesela Merleau-Ponty bunların başında- arzuyu tanımlama çabası içindedir.

Eğer arzu bir boşluktan doğuyorsa, bütün mesele bu boşluk içinde ne yapacağımızdır? Zaten ne yapıyoruz boşluk içinde!

Merleau-Pontylere, Paul Claudellere gitmeden önce, galiba hepimizin felsefeyle birlikte çabası, olmayanı oldurmaktır. Yani acaba anlamlandırmak mıdır varlığı? Yani (varlığın) kendisini.

Modern zamanlarda arzunun yeniden deşifre edilmesi

Açıkça söylemek gerekiyor; iktisadın egemen olduğu  çağda, Feuerbachlardan, Marxlardan ve Nietzschelerden sonra, -dinlerin ve teolojik olanın sonsuza kadar yok olduğunun sanılmasına rağmen-, dinler ve teoloji tekrar toplumların yönetiminde ve insanların yaşamında, egemenliğin dönüşümüne talipseler, -felsefeyle birlikte değil ama felsefeyle boşluğu anlamlandırmakta yarıştıkları için-, dinler zaten hiçbir zaman ortadan çekilmemişlerdir. Yani dinler tekrar egemen olmuş oldu. En azından spiritüel olarak, İslam dünyasında da artı siyasal olarak... O zaman aynı soruyu soruyorum ve soruya Marx’tan bir cevapla devam etmek istiyorum. Lyotard, “Marx, hiçbir zaman felsefeyle dalga geçmemiştir, felsefenin hakkını vermiştir” diyor, -ben de aynı fikirdeyim- ve Lyotard devam ediyor; “Marx hiçbir zaman felsefeyi bir kenara koymamıştır, derinliğine bir şekilde ele almıştır. Çünkü Marx, arzudan bahsetmiştir”. Marx’ın bahsettiği arzu, kapitalistin arzusu olabilir. Marx’ın bahsettiği arzu, kapitalistin birtakım yollarla benimsettiği arzudur. Marx’ın arzusu, köleleştiren arzudur. Boşluğu doldurmak için köleleşen ruhlarımızdan bahsediyor olabilir, Marx. Öyleyse felsefe, isteğin bir kızı olabilir mi? Dikkat ederseniz: ilk olarak; konuyu mutlaka arzuya getirmeye çalışıyorum. İkincil olarak; birliğin, tekliğin parçalanmasına götürmeye çalışıyorum.

Savrulan Arzu ve Felsefenin Çabası

Smith ve Marx’la, insanın büyük trajedisi yabancılaşma olarak tarif edildiyse de, yabancılaşmanın kökeninde de arzunun eyleme geçmemesi var. Çünkü arzu, La Boétie’ye de göre savrulan bir arzudur çağımızda. Savrulduğu için özgürleştiremeyen bir arzudur.

Felsefe, bütün bunların boşluğunu doldurmak için var olmuş olabilir mi? Yani felsefe; arzunun arzusuna cevap vermek için var olmuş ve bu boşuna bir çaba olabilir mi? Trajik yanı bu. Felsefenin sınırı acaba arzunun deşifre edilememesinde, dolayısıyla büyük boşluğun, büyük yokluğun ve büyük yokun, var olma haline getirilememesinde yatıyor olabilir mi? Boşluğun içinde savrulan insanın büyük trajedisi olabilir mi? Eğer insan ve bugünün büyük sistemindeki insan, eğer arzu makinesiyse; bugünün düzeni, bugün içinde yaşadığımız gün arzunun günüyse ve bu arzu Heidegger’in deyişiyle hiperbireyin arzusu haline -La Boetie’nin de deyişiyle- getirildiyse, boşluk filozof tarafından doldurulamayacaktır. Platon’un ünlü Le Banquet’sinden (Şölen) bugünün Heidegger’ine ve temel aktörümüz büyük Spinoza’ya kadar, boşuna bir çaba olacaktır bu. Mesela Freud’a göre boşluğun itkisi değil midir erotizm? Erotizm ki, boşluğun yokluğunda yok olmaya çağırıyordur insanı. Boşlukta kendini yarına götürmeye çalışan dinsel eylemli insanın trajik sonudur dinsel eylem, Freud için. Boşun bizzat kendisidir. Büyük okyanusun içinde, boşluğa gidip yok olacağını bile bile yol alan akarsuyun trajedisidir. Merleau-Ponty’nin güzel bir eseri vardır; her yerde ve hiçbir zaman ve hiçbir yerde (Partout et nulle part) ismi.  Felsefeye Övgü (Éloge de la philosophie) isimli üst başlıklı kitabında buna yer vermiştir. Ve orada “niçin felsefe?” sorusunu sorar. Freud da aynı soruyu dönüp Spinoza’ya sorar; “Üstat niçin felsefe?”.  Ve Spinoza’dan aldığı insanın trajik sonunu, insanın trajik yaşantısını bütünlemeye çalışır Freud ama bütünlerken gösterdiği tek bir yol vardır; okyanusta yok olan akarsu. Filozof onun için gücünün sınırlarını ve arzusunun içindeki yokluğu bilendir. Onu bilmeyen kim vardır; bugünün büyük iktisadi sisteminin bireyleri olarak biz varız. Bireysel var olmayı, varlığın tek çıkar yolu olarak bilen biz varız sadece. Halbuki Merleau-Ponty’nin “her yerde her zaman ve hiçbir yerde hiçbir zaman”ın yanında mesela Heidegger’in (felsefenin) hiçbir yere çıkmayan yolları  ile, bütün bu arayışın, arzunun büyük yöneliminin ve arzunun bütün o savrulmalarının trajedisi, ta mitolojik tanrılardan bugüne kadar bir tek yerdedir: Onun ismini modern zamanların başında radikal bir aydınlanmacı koyuyor tekrar. Ne diyor Spinoza: “büyük trajedi, tekliğin yok olmasıdır”. Tekliğin yok olmasının nedeninde - hep karşı çıkıyor gibi göründüyse de- sanırım teolojik perspektifin büyük bir yeri vardır. Teoloji her ne kadar tanrısal tekliği koymaya çalışıyor gibi göründüyse de…

Felsefe yapmak, derinliğine ve çoğu zaman hayal kırıklığıyla sonuçlanabilecek bir yoldur. Arzu vardır kökeninde, arzunun kendisi bizzat boş bir temel üzerinden yükselendir. Felsefe neyi kavrayacaktır peki; boşu. Felsefe, arzunun belki çıkmaz yoludur. Felsefe belki, parçalanmış, mitolojik, çok eski zamanlardaki, zaman öncesi zamanlardaki bir birlikteliktir. Belki Freud halkların tarihsel bilinçaltlarında bunu bulmaya soyunmuştur. Ve tabi ki onun arayışı da hüzünle sonuçlanmıştır. Nerden biliyoruz? Mesela; Musa ve Tek Tanrıcılık’tan biliyoruz. Bir zamanlar var olan bir bütünlüğün arayışı olabilir mi teolojik görüşün cennet vaadi? Evet! Olabilir. Cennet, bu vaat değil midir? Bugün maddi toplama ve cinsel eyleme sıkıştırılmış arzu, bu hayal ürünü vaadin, vaat edilmesine zemin hazırlayan değil midir?

İnsanın büyük trajedisi

Tekliğin bitmesi -sanırım- insanlığın ama özellikle modern zamanların insanlığının büyük trajedisidir. Öyleyse sormak lazım; niçin arzu etmek gerekiyor ve neyi arzu etmek gerekiyor? Heidegger onun için bir yere çıkmayan yollar demiyor mu? Neyin bir yere çıkmayan yolları; felsefenin bir yere çıkmayan yolları. O zaman sormak gerekiyor; felsefi söz, felsefi kelam nereden geliyor ve meşruiyetini nereden alıyor? Felsefi kelam niye dile geliyor ve hangi şartlarda felsefi kelam kendini dinletebiliyor? Onun için sordum; hangi felsefi kelamı arıyoruz? Arzumuzunkini mi? Felsefi kelam, arzunun olduğu yerde dile gelebilir ama arzunun kendisi boşluğun içinden doğar. Peki, ne yapacağız? Spinoza’nın büyük birliğini, zamanların ötesinde var olmuş olan büyük birliğini tekrar tesis edebildi mi modern zamanlar? Asla! Parçaladı, paramparça etti. Peki, varoluşun kökeniyle felsefenin birlikteliğindeki giz nedir? Varoluşu anlamlandırmak mıdır felsefe? Varoluşun kendisi demek ki anlamlı değil. Madem felsefe olmayanla uğraşıyor yani olmayanın düşüncesidir felsefe, öyleyse modern zamanlar da olmayı oldurmaya çalışır. Böylece yeni bir trajedi patlıyor; arzunun güdümünde olmayanı oldurmak. Kim yapabilir bunu; insan dehası! Tabi bunu yapmaya soyunmak, arzunun boşluğunu unutmak demektir. Boşun üzerine köprü inşaa etmek demektir. Boşun içindeki olmayan varoluş kaynağını, boşun içinden çekip çıkarmaktır. Ama ismi orada; boş. Heidegger söylüyor; bir yere çıkmayan yollardır felsefenin yolları.

Modern zamanların mesleğidir inşaat mühendisliği yani mühendislik. Sonra da çok övünerek söylenmiştir 80’lerden bugüne kadar. Bir mühendisliktir iktisatçılık. Boşluğun mühendisliği olur mu? Hangi mühendis boşluğun üzerine bina yapar ki? Bir mesele var; boşun temel dinamiğidir arzu ama bir yandan da güç var. Bir yandan da bir iktidar arayışı var. Arzunun iktidar arayışı var.

***

Bir zamanlar çıkarmanın yapıldığı gündü1 en uzun gün. Modern zamanların en uzun günü ise, sosyal ağlar ile iletişimin kesildiği altı saat.2  Altı saat içinde birey arzularının tatminsizliğinde kıvrandı. Güç ise, tekniğini kullandığımız o ünlü büyük patronun gözlerinde dile geldi. Denildi ki; insan aklı yanlış yapabilir. Yanlış mıdır getirilen yeni hakikatin temeli? Hayal midir yoksa hakikatin temeli. Hangi hakikattir inşaa etmeye çalıştığımız ve altı saatte yok olan. İsterim ki ardı ardına getirdiğimiz sorulara bir cevap arayalım. Niye biliyor musunuz? Ben cevap bulamıyorum!

Boşluğun üzerindeki iktidardır yaşanan. Spinoza aynı zamanda iktidarın filozofudur. Naif değildir Spinoza, gücün filozofudur. Onun için emperyal filozof olmakla tenkit edilmişti. Ama hangi güç; hayalin gücü değil, yalanın gücü de değil, boşun gücü de değil, arzunun gücü de değil, arzularının içinde savrulan boşluğun insanının  gücü de değil. Hakikatin gücüdür bu, ki o hakikat çoktan beri yok ettirilmiş, unutturulmuş ve biz gönüllü köleler olarak o hakikate kapıldık. Altı saat içinde boşluk bir anda gözle görünür hale gelmiştir. Arzu bir an içinde depreşmiştir. Arzu bir an içinde, kör edici bir etkiyle, Freud’un okyanusunun yolunu açmıştır.

Arzu ve özne çatışması

Bilgeliği arayabilecek miyiz? Bilgeliği bulabilecek miyiz? Ruh kendi kendisine dönebilecek mi? İç yolculuğa çıkılabilecek mi? Teolojinin ünlü bir ismi, kutsal kitabın baş sayfalarında şöyle der; “hadi yürü git”. Anlaşılamamıştır ki “hadi yürü git”, bir yere emperyali götür demek değil: Kendi içine git, arzunun boşluğunu doldur demek.

Filozof, kendi gücünün sınırını bilendir. Filozofun modern zamanlarda bu boşluğun üzerinde bir işi olmuştur. Smith’den de Marx’tan da almıştır o işi; “yeniden yapmak!”. Ama Smith ve Marx ile başlamamıştır. Fransız İhtilali’nin temel yönelimidir; “insan olan yapabilendir”. Ve tabi bizim çok hoşumuza gitti. Spinoza defalarca “hayır” diyor. Çünkü Tanrı dahi “yapabilen” değildir. Çünkü Tanrı olan dahi, -Spinozyen anlamdakinden bahsediyorum teolojik anlamda değil- kendi boşluğunun dipsizliğinde savrulur. “Çünkü Tanrı bizzat insanın kendisidir”, ben söylemiyorum, naklediyorum.

Özgürlüğüne gidilen yolda arzuyu anlamak

Şöyle diyebilir miyiz; felsefe yapmak tümüyle arzuya boyun eğmektir. Eğer boyun eğmek ise, hakikatin yoluna boyun eğmektir. Felsefe yapmak apriori özgürleşebilmek hiç değildir. Hakikatin kendisi, kendi sınırları içinde özgürleştirebilir. Hakikatin kendisini anlayabilmek, tarihin istenildiği gibi, Neron’a göre, Sezar’a göre, Fatih’e göre yeni baştan inşaa edilememesi demektir. Türklere göre, Fransızlara göre, İngilizlere göre tarihin inşaa edilememesidir. Var mıyız öyle bir özgürlüğe? Tabi ki yokuz! Çünkü arzumuzun esiri olarak, boşluğun çocukları olarak, yokluğun çocukları olarak, modern zamanların başından itibaren, özgürlükyapabilmek” olarak öğretildi.  Bu topraklarda ise Cumhuriyet ile beraber öğretildi. Hayal kırıklardan, boşluklardan başımız duvarlara çarpa çarpa, yine de gücümüzle inşaa edebileceğimizi zannediyoruz.

Unuttuk ki boşluğun üzerine bir şey inşaa edilmez ve unuttuk ki arzunun derinliğini önce anlamak ve kavramak lazım. Arzuyu derinliğine anlamak, felsefi kelamı anlamlandırmak demek ancak. Felsefi kelam ancak o zaman dile gelir ama önce arzuyu anlamak, filozofun sınırını anlamak. Nereden geçiyor bunlar; parçalanan birliğin içinde yabancılaşan varlığın tahayyül edilen, zaman öncesi bir zamana geri dönmesinden. Bu tahayyülün bizzat kendisinin tehlikeli olduğunu ve Heidegger’in felsefenin bir yere çıkmayan yolları vardır sözünü de unutmadık. Ama başka yolu yok!

Tekliğin tek haline getirilmesinin başka, onun arayışından başka yolumuz yok.

Çıkacağımız yolda tekliği arayacağız.

Çıkacağımız yolda özgürlüğü arayacağız

1 I.Dünya Savaşı, 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan ve 11 Kasım 1918 tarihinde sona eren Avrupa merkezli küresel savaş.

2 5 Ekim 2021 tarihinde Mark Zuckerberg'e ait popüler sosyal medya siteleri Facebook ve Instagram ve WhatsApp'a erişim sorunu.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün