İddialı dört film

Bu yazımda Filmekimi programında yer alan prestijli dört filmden bahsedeceğim. ´Strange Way of Life´ Pedro Almodovar´ın 30 dakikalık bir queer westerni. ´Rüya Senaryo´ takip edilmeyi hak eden Norveçli Kristoffer Bogli´nin ikinci filmi. ´Sefiller´ ile olay yaratan Fransız Ladj Ly´ın, ikinci filmi ´İstenmeyenler´ de aynı coğrafyada geçiyor. ´´Daaaaaali!´ absürt komedilerin yönetmeni Quentin Dupieux´nün Salvador Dali´ye bir saygı duruşu.

Viktor APALAÇİ Sanat
22 Kasım 2023 Çarşamba

‘Strange Way of Life’

Pedro Almodovar’ın ikinci İngilizce filmi ‘Strange Way of Life / Exirana Torma De Vida’ya, yarışma dışı gösterilerek dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde çok az sayıda seans verildi. Bir türlü bilet bulamadığım için izlemek Filmekimi’ne nasip oldu. Film silahlı kovboylar, kasaba şerifi, tozlu çöl ve parlak renkleriyle Almodovar usulü queer bir western. 1910 yılında geçen filmde bir adam çölü aşarak 25 yıldır görmediği eski dostunu ziyaret eder. Eskiden olduğu gibi geceyi yatakta geçiren ikilinin asıl amacı farklıdır. Filmin ortak yapımcılarından Saint Laurent’ın renkli kostüm tasarımlarının esin kaynakları da James Stewart’tan Kirk Douglas’a erkek oyuncuların Hollywood filmlerinde giydikleri.

Portekizli efsanevi Fado kraliçesi Amalia Rodrigues’in film ile aynı adı taşıyan fadosundan esinlenen Almodovar filmin çekimlerini, Sergio Leone’nin meşhur spagetti ‘western’lerini çektiği İspanya’daki Tabernas de Almeria çölünde yaptı. Konuya gelince… Çiftlik sahibi Silva (Pedro Pascal), 25 yılın ardından kasaba şerifi olan eski arkadaşı Jake’i (Ethan Hawke) görmek için çölü geçer. Kiralık katil olarak birlikte çalışan, tutkulu bir aşk yaşayan ikilinin bir araya gelme sebebi, birbirlerini özledikleri için değildir. Silva bel ağrılarını doktorla konuşmak için geldiğini söylemesine rağmen, Jake Silva’nın oğlunun, erkek kardeşinin dul eşini öldürmekten arandığının bilincindedir. Samimiyet, nostalji, barışma ve akşam yemeğinden sonra yatakta biten gecenin sabahında, Jake Silva’nın topal oğlu Joe’yu cinayet yerinde gören tanıklar olduğunu ve kendisini yakalayıp adalete teslim edeceğini söyler.

Farklı yollardan Joe’nun saklandığı eve ulaşan ikili amaçlarına ulaşmak için her yola başvuracaktır. Pedro Almodovar’ın Ang Lee’nin Annie Proulx’un romanından alınan üç Oscar Ödüllü filmi ‘Brokeback Dağı’na bu kısa western’iyle cevap verdiğini iddia eden eleştirmenler oldu. Az karakterli bu modern westernde yarım saatin nasıl geçtiğini anlayamadım. Almodovar finali seyircinin tercihine bırakıyor. Filmlerinde hep aynı teknik kadroya çalışma alışkanlığı olan İspanyol usta, görüntü yönetmeni José Luis Alcaine, kurgucu Teresa Font ve bestekâr Alberto İnglesias’tan verim almayı sürdürüyor. Hele bu filmin ardından gösterilen ‘İnsan Sesi / Human Voice’u izledikten sonra Alberto İnglesias’ın müzik partisyonlarıyla Almodovar’ın filmlerine nasıl zenginlik kattığına bir kez daha tanıklık ettik.

‘Rüya Senaryo’

Kristoffer Borgli son derece özgün ilk filmi ‘İlgi Manyağı/Sky Pike’ ile herkesin dikkatini üzerine çeken, takip edilmesi gereken bir yönetmen oldu. Norveçli yönetmen, senaryo yazarı, kurgucu Borgli’nin ikinci filmi ‘Rüya Senaryo/Dream Scenario’ yine tuhaf olduğu kadar komik, karanlık ve çılgın bir komedi. Başroldeki Nicholas Cage’in yapımcıları arasında bulunduğu bu İngilizce filmde, talihsiz bir aile babası olan bir üniversite öğretim üyesinin, milyonlarca yabancının aniden onu rüyasında görmeye başlamasıyla gelişen olaylarda hayatı altüst olur. Cage’in canlandırdığı, orta yaş bunalımının pençesinde kıvranan basiretsiz aile babası Paul, tüm dünyada herkesin rüyasına girdiğini ve insanların kâbus görmesine sebep olduğunu fark ediyor. Bu olağanüstü durum önce kendisine devasa bir şöhret getirirken, sonradan her şey tersine dönüyor.

Gece vakti ortaya çıkışı kâbus gibi bir hal alınca Paul, yeni keşfettiği yıldızlığa doğru ilerlemek zorunda kalır. Ancak okul yönetimi, ebeveynler, öğrencileri, hatta karısı ve iki kızı tarafından dışlandığını görünce bir çıkışsızlığın içine hapsolur. Dünya prömiyerini Toronto’da yapan film, şöhret kültürü ve grup psikolojisini eleştiriyor. Korku, komedi, fantezi ve bilimkurgu türlerini bünyesinde barındıran filmin konusunun ilginç ve özgün olduğu şüphe götürmez. İlk kez çıplak kafalı ve itici gördüğümüz, filmin bütün yükünü omuzlarında taşıyan Nicholas Cage performansıyla göz kamaştırıyor. Ancak filmin tekrarlara düşen senaryosundan gelen aksaklıkla, fazla uzun olması gibi bir problemi var. Süresi 15-20 dakika daha kısa tutulsaydı etkileyiciliği artardı.

‘İstenmeyenler’

İlk uzun metrajlı filmi ‘Sefiller/Les Misérables’ ile Cannes’da Jüri Ödülü kazanan, Mali doğumlu Fransız yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu Ladj Ly, doğup büyüdüğü Paris’in kenar mahallelerinin sorunlarını dile getirmişti. Yaşanmışlık kokan bu etkileyici filmden sonra Ly ikinci filmin konusunu yine aynı coğrafyada geçen ‘İstenmeyenler/Les Indésirables/Batiment 5’ ile yaptı. Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Bu film ilki kadar güçlü ve zengin konulu değil. Senaryosu zaman zaman sarkıyor ve tekrarlara düşüyor; olay örgüsü yoğun ve doyurucu değil. Bu filmde Afrika kökenlilerin dışında Suriyeli göçmenler var. Biri, “bulduğum Fransa hayalimdeki Fransa değil” diyerek düş kırıklığını dile getiriyor.

Bir cenaze merasimiyle açılan filmin ikinci sahnesinde, kentsel dönüşüm için yıkılan büyük bir blokun enkazından gelen toz toprağı teneffüs eden belediye başkanının fenalaşıp öldüğünü görürüz. İdealist bilinen genç çocuk doktoru Pierre, parti kararıyla başkan seçilir. Oysa karısı, “Nasıl kabul edersin? Semtin bazı mahallelerini hayatında görmedin” der. Pierre göreve başlar başlamaz belediyenin sorunlarını çözmenin kapasitesinin çok üstünde olduğunu görür. Ancak gizli bir ajandası vardır ve asıl niyetini uygulamaya kararlıdır. Tıpkı eski başkan gibi, oturanları yerlerinden ederek bu işçi kentini kendince nezihleştirmeyi amaçlayacaktır.

‘Sefiller’de olduğu gibi, Paris banliyösünde ihmal edilmiş bir ilçede geçen film, benliklerinden ödün vermeden kendilerine yer açmaya çalışan bir topluluğun sert, tavizsiz, gayet kişisel ve politik bir portresini çiziyor. Kanunlara uymayan, kural tanımaz Pierre bir binadaki dairede çıkan yangını bahane ederek tüm bina için tahliye emri verir. Daire sahiplerine tazminat ödemeden yıkma kararının alınması bir dizi felakete yol açar. Şoven, kompleksli, megaloman, peşin hükümlü, sertlik taraftarı belediye başkanının emriyle polisin göçmenlere karşı gereksiz şiddet uygulamalarının banliyöde günlük olay kategorisine girdiğini görürüz.

Fransa’ya uyum sağlamaya çalışan, iyi niyetli, iyi huylu Malili genç, polisin acımasızlığı karşısında saf değiştirir. Bakımsız toplu konutlarda oturan Haby adlı genç ailesinin, evlerinden hoyratça çıkarılmalarını asla kabullenemez; çareyi şiddete şiddetle cevap verilmesinde görür. Filmin başarılı final bölümünde başroldeki Haby’nin beklenmedik eylemleri filmin vasat notunu bir puan yukarıya çekiyor.

‘Daaaaaali!’

İnanılmaz Ama Gerçek/Reality’, ‘Deri Ceket/Le Daim’, ‘Lastik/Rubber’ gibi absürt komedilerin sıra dışı yönetmeni Quentin Dupieux (49), ‘Daaaaaali!’ ile gerçeküstünün zirvesine erişirken Salvador Dali’ye benzersiz bir saygı duruşunda bulunuyor. Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilen bu filmi, efsanevi sanatçı ile başarısızlığa mahkûm, çekimleri asla başlayamayan bir belgesel projesi için onu ziyaret edip duran bir Fransız gazeteciyi gözlemliyor. Gilles Lelouche, Edouard Baer, Jonathan Cohen, Pio Marmai ve Didier Flamand gibi farklı oyuncuların Dali’yi canlandırdıkları filmde sanatçının bazı yapıtlarından esinlenen canlı tablolar da yer alıyor. Dupieux filmi için “Elbette bu bir fantezi, son derece hayran olduğum, bayıldığım bir kişinin etrafında çıkılmış bir seyahat: Dali’nin dediği gibi, asıl başyapıtı, kişiliği. Filmim de naçizane bunun hikâyesini anlatıyor” diyor.

Luis Bunuel gibi dahi bir yönetmenle ‘Le Chien Andalou’ gibi sürrealist bir filmde ortak çalışan Salvador Dali’den etkilenen Quentin Dupieux esprili, neşeli, yaratıcı ve çılgın bir biyografik komedi yapmış. Ancak yazdığı dağınık ve kaotik senaryodan gelen aksaklıklar filmin etkileyiciliğini zedeliyor. Filmin konusu kısaca şöyle: Eczacılık kariyerinden vazgeçip gazeteciliğe başlayan Judith’in (Anais Demonstier bir dergi için Salvador Dali ile bir söyleşi yapması gerekmektedir. Ancak bu belgesel projesi, yapımcısının (Romain Duris) ısrarına ve iyi niyetine rağmen, Dali’nin bitmez tükenmez anlamsız talepleri yüzünden kolay gerçekleşemeyecektir. Dali’nin sürekli okşanması gereken gururu, meloman egosu filmde karikatürize ediliyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün