“Sinema sevgilim, tiyatro eşim İki kocalı Hürmüz gibiyim!”

Bambaşka bir tutku değerli yazar Erdoğan Mitrani´nin sinema ve tiyatroya duyduğu. Orta okulda edebiyat öğretmeninin verdiği tiyatro eleştiri yazısı ödeviyle başlayan ve 70 yıldır hiç içinden çıkmayan sadakatle bağlı olduğu kocaman bir aşk gibi. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Onur Üyesi, TEB SİYAD, FIPRESCI jüriliği gibi çok kıymetli unvanlarından ziyade onu mutlu eden, sahnenin ve sinema salonlarının havasını solumak. Hem sinema hem tiyatro eleştirmenliği yapan ilk ve tek Yahudi yazar olan Erdoğan Mitrani ile bu sevdanın temellerini, kendisini en çok heyecanlandıran deneyimlerini, Altın Portakal ve Devlet Tiyatroları´ndaki süreçleri ve biri sevgilim diğeri eşim dediği sinemayla tiyatro serüvenini konuştuk.

Zehra ÇENGİL Söyleşi
8 Kasım 2023 Çarşamba

Tiyatro ve sinemaya adanmış koca bir ömür… Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Onur üyeliği, SİYAD üyeliği, sayısız köşe yazıları ve daha niceleri... Nasıl başladı içinizdeki bu sevda?

Sinema ilk aşkım. Nişantaşı’nda oturuyorduk. Annem, ben 11 aylıkken vefat etmiş. Babaannem ve dul halam bizimle yaşar, benimle ilgilenirlerdi. Bizim zamanımızda öyle yuva falan yoktu, çocuklar ayak altında dolaşsın istemezlerdi. Pangaltı’da Tan Sineması vardı, oradan Kenter’lere doğru yürürken bir de Yeni Sinema’yı görürdünüz. Beş, belki de dört yaşındaydım. Beni Yeni Sinema’ya götürürler, çok şık kıyafetleriyle hatırladığım Rum matmazellere emanet ederlerdi. Üç film birden izlerdim. Benim için asıl gerçek sanki sinemaydı. Kötü karakterler arkasını döndüğünde ekrana doğru dilimi çıkarırdım. 77 yıldır devam eden bir tutku. Sonra Saint Michel’e girdim. Orta sonda, edebiyat öğretmenimiz Haydar Ediskun 15 tane tiyatro bileti verdi ve gelecek hafta o oyunu izleyip tartışacağımızı belirtti. Ben geleneksel tiyatroları zaten izliyordum ama benim için Nedret Güvenç’in oynadığı ‘Tarla Kuşu’ oyunu bambaşka bir heyecan oldu. Gelecek haftaki derste hepimiz bir şeyler anlattık. Ders bitince kompozisyon dönem ödevi, konuştuklarımızı yazmak olarak belirlendi. Öğretmenimiz “Bir gün büyüdüğünüzde fark edersiniz ki hayatınızın ilk tiyatro eleştirisini yazdınız” dedi. O gün bugündür sinema sevgilim, tiyatro eşim mi desem… İki kocalı Hürmüz gibiyim, aynı aşkla bağlıyım onlara.

İkisi arasında daha ağır basan yok mu sizin için?

Şu sıralar tiyatro azıcık daha önde. Çünkü sinema negatif bir evrim geçiriyor. Pandemi sonrası seyirci azaldığından daha çarpıcı ve kitlesel bir yöne gidiyor. Şalom’da başladığım tiyatro yazarlığında ise 16. yılıma girmek üzereyim.

70’lerin başında kurucularından olduğunuz Somal İnşaat’la Afife Jale Tiyatrosu başta olmak üzere birçok kültür merkezinin restorasyonunu, aynı zamanda tasarımını da yaptınız. Acaba bu sebeple de sanat sevgisi içinize daha fazla işlemiş olabilir mi?

Tam tersi, sanat sevgisi bunları iyi yapmamı sağladı. Çok sevdiğim sanata hizmet olarak yaptığım için, diğer işlerimden daha şevkle yaptım. Her zaman gerçek tutkum sanattı. Üniversitede böyle bir bölüm okumamamın sebebi ise orta halli bir ailenin çocuğuydum. Fukara değildik, hiç eksiğim olmadı ama hem kendimi hem de ileride kuracağım hayatı geçindirmek zorundaydım. O zamanlar da sanattan para kazanılamıyordu; gerçi bugün daha beter.

Bilgi Üniversitesi, Bilgi Eğitim Bölümünde ‘Film Okumak’ adıyla bir sinema atölyesi yönetiyorsunuz. Plato Film Okulunda, Açı ve Enka Liselerinde de çeşitli eğitimlerle genç nesille de ilişkinizi sıcak tuttunuz. Yeni neslin üretimdeki hevesini ve başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anda Türkiye’nin kolay günler geçirmediğini hepimiz biliyoruz. Ben Türkiye’nin geleceği için son derece umutluyum ama. 15 yıl önce ilk başladığımda Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları kış uykusuna yatmıştı. Devlet Tiyatrosu hala ağır uykusuna devam ediyor. 15 senede belki dört-beş izlenebilir oyun sahneledi benim açımdan. Şehir Tiyatrosu geçen sene silkelenmeye başladı, Sayın Ayşegül İşsever’i sanat yönetmeni olarak aldıklarından beri çok ciddi bir toparlanma var. Zaten Muhsin Ertuğrul’dan sonraki iki altın döneminde de başında iki kadın vardı. Yazmaya başladığımda ödenekli tiyatrolarda izlenecek pek bir şey bulamadım. Bir arkadaşım apartmanlarda, kenarda köşede oyun sahneleyen tiyatroları keşfetmemi tavsiye etti. En eskileri Kumbaracı50 ve DOT olan çok sayıda topluluğu keşfettikçe daha da heyecanlandım. O zamanlar onlara alternatif deniyordu ama tiyatronun hasını bugün İstanbul’da bu tiyatrolar yapıyor.

“MUTLAKA TRİPLE CHECK YAPARIM”

Erdoğan Mitrani’nin bir günü nasıl geçiyor? Çok fazla okuma yaptığınızı tahmin ediyoruz. Makalelerinizin yazımıyla birlikte nasıl bir sisteme oturtuyorsunuz?

Oyunları izlediğimde en geç pazar akşamı yazımı gazeteye yolluyorum.  Her hafta iki-üç oyun yazıyorum. Oyunu izlemek de kolay değil. Sekiz sene önce arabamı sattım; toplu taşımayla o kadar rahat ettim ki bir daha araba almadım. Bir zamanlar Beyoğlu’nda çok sahne vardı ama artık tiyatronun kalbi Asya yakasında atıyor. Tarabya’da oturuyorum. Metro, metrobüs ve 20 dakika yürümeyle tiyatroya ulaşıyorum. Bu sene çok önemli oyunlar koyan DasDas ise Ataşehir’de. Neyse ki ona da kolay ulaşma sistemini buldum. Tüm izlenimlerim, kısaca not almazsam unutuluyor. O yüzden gece geç yatıyorum. Haftada üç kez de filmlerin basın gösterimlerine gidiyorum. Bazen çok ilginç oyunlar sahneliyor gençler, kimsenin tanımadığı yazarlardan. Ben iki satır da olsa o yazardan bahsetmek zorundayım. Kendime hata yapmak gibi bir hak tanımadığımdan özellikle bilgilendirme konusunda mutlaka double hatta triple check yaparım. Eleştirmen olarak görevimin sadece izlenimlerimi paylaşmaktan değil, okuyanlara oyunları tavsiye etmek olduğunu düşünüyorum. Eğitmenlik yılarımda bir kısa oyunun dahi ne büyük zahmetle ortaya çıktığını öğrendim. Emeğe saygım var. Bu yüzden beğenmediklerimi yazmıyorum.

Pandemi sürecinde dahi hiç durmadınız. Yurt içi ve yurt dışı çevrim içi tiyatro gösterimlerini izlemeye devam ettiniz. O dönemi hangi cümlelerle tanımlarsınız? Sahnelerden uzak yaşamak zor geldi mi?

Yalnız sahnelerden değil insanlardan uzak yaşamak bana çok zor geldi.  Allah’tan büyük aile olarak yaşadığımızdan yapayalnız değildik. Sanki pandeminin suçlusu bizmişiz gibi, bir de biz yaşlıları hapsettiler.  Festivalde davetli olduğum birçok oyunu izleyemedim çünkü bize yasaktı, bu müthiş rahatsız edici bir olaydı. Fransızlar, İngilizler, Kanadalılar o arşivlerini açmamış olsaydı hakikaten çok mutsuz olurdum.

“BELA TARR İLE SABAHA DEK BEYOĞLU’NDA SOHBET ETTİK”

Şimdiye dek sizi en çok heyecanlandıran deneyim ne oldu? Sizin ağzınızdan dinlemek isteriz.

Yaşlanmak benim gibi bedenin 82 ama kafa yaşın 28 bile olamamışsa biraz zor ama en büyük avantajı sayısız güzel anı biriktirmiş olmak. Örneğin korist yengem sayesinde İstanbul Operası’nın açılışından bir gün önce Leyla Gencer ile Orhan Günek’i kostümlü genel provasında ikinci balkondan izlemiş olmak. O efsaneyi en azından üç-dört kez operada izleme fırsatım da oldu.

İKSV Sinema Festivalinde Bela Tarr’ın yedi buçuk saatlik “Satantango” filmini izlediğimizde çıkışta salonda çok az kişi kaldığını anımsıyorum. Biri omzuma dokunarak İngilizce “Filmimi nasıl buldunuz?” dedi, Efsane yaratıcı Bela Tarr’la sabaha dek süren muhabbetimizi unutamam tabii ki. Beni çok heyecanlandıran yepyeni bir olgu da bu yıl DasDas’ın başlattığı İO Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali.

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Kanun Hükmünde’ belgeselinin yarışma programından çıkarılmasıyla jüri ve birçok film festivalden çekilmişti. Sonra, festival yönetimi belgeseli yeniden geri alınca bu kez de Kültür Bakanlığı desteğini çekti ve festival iptal edildi. Bu tartışmalar hakkındaki fikriniz nedir?

Festivallerde kesinlikle sansür olmamalı ve festivale katılacak filmler hakkında seçici kurulların kararına sonrasında hiç kimse müdahale etmemeli. Ama öyle bir dönemde yaşıyoruz ki yönetimler kendini her türlü konuda söz sahibi görüyor. Üzücü olan, bu olayın anlamsız ve kısır bir çatışmaya dönüşmüş olması ve sonuçta bu yıl iptal edilen festivalin geleceğinin de tehlikeye atılması.

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne Tamer Karadağlı’nın getirilmesi de çok fazla eleştiri aldı. Siz ne düşünüyorsunuz?

Herkes Tamer Karadağlı’ya şaşırıyor; ben de gerçek bir sanatçı ve çok sağlam bir idareci olan Tan Sağtürk’ün operanın başına getirilmesine şaşırıyorum. Tamer Karadağlı’nın orada olması fark etmiyor. Devlet Tiyatroları zaten kış uykusuna yatmış, o da bunu devam ettirir. Tan Sağtürk’ün ise Allah yardımcısı olsun.

“ÖDÜLLERDE CİNSİYET AYRIMI KALKMALI!”

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) ‘kadın/erkek oyuncu' ayrımını geçen yıl kaldırdı. Cinsiyet ayrımının sinemada da kalkması gerektiğine inanıyor musunuz?

Cinsiyet ayrımından bahsederken kadını ötekileştirmekten bahsediyoruz. Sinemada üç büyük festivalden biri olan Berlin de aynı kararı aldı sadece ‘En İyi Oyuncu’ ödülünü veriyor. Siz hiç gördünüz mü ‘En İyi Kadın Yönetmen’ ya da ‘En İyi Kadın Yazar’ diye bir ödül verildiğini? Absürt bir şey, tabii ki kalkmalı.

“SİNEMANIN GELECEĞİ MESELESİ OLAN YAPIMLARDA!”

Kulüp gibi meselesi olan yapımlar çoğalmalı mı sizce?

Sinemanın geleceği meselesi olan yapımlarda. Çünkü pandemiden sonra bu kadar zaman geçse bile Oppenheimer gibi çok çok önemli filmler dışında salonlar boş veya yarı boş. Kulüp sayesinde belki birçok insan Yahudi toplumunu yeni yeni tanıdı.  Şalom’da da İvo Molinas’ın yaptığını en çok önemsediğim tarafı, İvo’nun hem Yahudi toplumunu Yahudi olmayan çoğunluğa açmaya çalışması, hem de Yahudi olmayan çoğunluğa Yahudi toplumunu tanıtma çabası geliyor. Bu açılım çok önemli. Kendi cemaatimizden de bu hikayeleri bilmeyenler var. Dizide dönemsel hatalar olduğu söyleyenlere gelince, sanırım onlar belgesel ile kurmaca arasındaki farkı bilmiyor.

Siz hem tiyatro hem de sinema eleştirmenliği yapan ilk ve tek Türk Yahudi misiniz?

Sinema eleştirmenliği ve tiyatro eleştirmenliği yapan ilk ve tek Yahudi değilim, sanırım ki ikisini birlikte yapan tek kişiyim. Hem Tiyatro Eleştirmenleri Birliği hem de SİYAD ve FIPRESCI’de jüri üyeliğim var. Benden sonra da biri yetişir mi bilemem ama, isteyene her türlü desteği vermeye hazırım.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün