Garrone´nin son başyapıtı

Sonbaharın sinema şöleni Filmekimi´nin iki iddialı filmi.

Viktor APALAÇİ Sanat
25 Ekim 2023 Çarşamba

İki gencin Senegal’den Avrupa’ya gidiş çabalarını anlatan epik film ‘Kaptan Benim!’i izlerken hissettiklerimi ve duygularımı iki kelimeyle özetleyebilirim: “İnsanlığımdan utandım.”

Kaptan Benim!

Matteo Garrone’nin son Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen dâhil 12 ödül kazanan ‘Kaptan Benim! / İo Capitano’su Filmekimi programının en kaliteli filmleri arasındaydı. Dünyayı görüp rap yıldızı olmayı hayal eden iki delikanlının Senegal’den Avrupa’ya gidiş çabalarını anlatan film, AB kapılarına dayanan mülteci ve kaçak göçmenlere karşı yürütülen devlet politikalarını sert bir dile eleştiriyor. İki gencin giriştiği zorlu yolculuk, tıpkı çağdaş bir Odissea gibi amansız çölden Libya’daki işkence dolu ceza kamplarına, oradan da uçsuz bucaksız açık denize uzanıyor.

‘Gomorra’ filmiyle Napoli mafya örgütü Camarro’nun kirli çamaşırlarını cesaretle gözler önüne seren Matteo Garrone, ‘Kaptan Benim!’de Afrikalı göçmen adaylarını soyan yerel mafya benzeri örgütlerin ipliğini pazara çıkarıyor. Akdeniz’e ulaşmaya çalışan Senegalli göçmenlerin Nijerya çöllerinde yollarını kesip, denizi aşmak için biriktirdikleri paralara el koyan, paraları olmayanların ailelerini aratarak 800’er dolar haraç para toplayan, hiç parası olmayanlara işkence uygulayıp öldüren eşkıyaların eylemleri senaryoda gerçekçi ve inandırıcı bir şekilde yer alıyor. Aynı senaryoda Libya’nın başkenti Trablus’a ulaşmayı başaran göçmenleri sömüren, esir alıp insan ticareti yapan silahlı, kanlı örgütlerin çalışma yöntemleri de yer alıyor. İçinde yaşadığımız zalim ve yozlaşmış dünyanın insanlık ayıplarını sergileyen bu kan dondurucu filmi izlerken hissettiklerimi ve duygularımı iki kelimeyle özetleyebilirim: İnsanlığımdan utandım.

Matteo Garrone’nin Massimo Gaudiso ve Massimo Ceccherini ile müştereken yazdığı senaryo bu iki Afrikalı kaçak göçmenin AB sınırına gelene dek yaşadıkları cehennem hayatını anlatıyor. Film, 18 yaşından küçük iki göçmen adayının İtalya sınırına gelene kadar yaşadıkları baskıyı, şiddeti, zulmü ve soygunculuğu sergiledikten sonra, AB’ye ayak bastıklarında yaşayacakları dehşeti izleyicinin duyarlılığına emanet ediyor. Türün diğer filmleri arasındaki, Senegalli Cibril Diop Mambety’nin 1973 tarihli ‘Touki Bouki’si Senegalli bir çobanla bir üniversite öğrencisinin boğa boynuzlu motosikletleriyle Paris’e gitme hayallerini anlatıyordu. Jonathan Nossiter’in bilimkurgu filmi Last Worlds’ (2020) hayatta kalan son insanlardan olan 17 yaşındaki bir gencin Atina’da biten yolculuğunun hikâyesiydi.

Venedik’teki ödül töreninde Garrone mikrofonu hikâyenin esin kaynağı aktivist Kovassi Pli Adama Mamadou’ya verdi. Mamadou ödülü ‘ulaşamayanlara’ adadı. İtalya’nın Oscar adayı olan filmin senaryosu, bu çileyi çekmiş göçmenlerle görüşerek oluşturuldu ve vardıktan sonra değil, yol boyu başlarına gelenleri onların bakış açısıyla yansıtıyor. Matteo Garrone’nin 50’nin üstünde ödülü var. Cannes’da iki filmi Jüri Büyük Ödülü kazandı: ‘Reality’ (2012) ve ‘Gomorra’ (2008). Bu sonuncusu yaratıcısını Yılın Avrupalı En İyi Yönetmeni yaptı. Garrone’nin ‘First Love’ı (2004) Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’yle taçlandırıldı.

Garrone’nin deniz düşü olarak nitelendirilebilecek ‘Kaptan Benim!’inde denizi çok iyi kullanılıyor. Kendisine Nostalgia’da iş birliği yapan görüntü yönetmeni Paolo Carnera destek veriyor. Başroldeki Seydou Sarr son derece inandırıcı performansıyla Venedik’te En İyi Genç Oyuncuya verilen Marcello Mastroianni Ödülü’nü hak ediyor. Matteo Garrone’nin sömürgeciliğe dair kapsamlı bir analiz yaptığı, gerçeküstü ve büyüleyici filmi ‘Kaptan Benim!’ hayatta kalma konulu filmler zincirine eklenen etkileyici bir halka.

 

Kara Kutu

1975 İstanbul doğumlu Aslı Özge üniversitede sinema eğitiminden sonra şimdi yaşadığı Berlin’e taşındı. İstanbul Film Festivali’nde Köprüdekiler’ ile Altın Lale, ‘Hayat Boyu’ ile En İyi Yönetmen, ‘Ansızın’ ile FİPRESCİ En İyi Film ödüllerini kazandı. Dünya prömiyerini Münih Film Festivali’nde yapan ‘Kara Kutu / Black Box’ı eleştirmenler ‘Alman orta sınıfının yüreğine bir bakış atan mükemmel bir gerilim filmi’ olarak karşıladı. Filmin açılış sahnesi Berlin’in merkezindeki yıpranmış, eski bir binanın avlusuna vinçle indirilen siyah bir konteynerle başlıyor. Film boyunca bu Kara Kutunun hiçbir işlevi olmadığını gördüğümüzde, bunun metaforik bir anlam taşıdığını anlıyoruz. Aslı Özge düşen bir uçağın düşme sebebinin ‘kara kutu’nun bulunmasından sonra aydınlandığını söylüyor ve “İnsanların kötü bir olay olduğunda gerçek hislerinin ortaya çıkmasını bir kara kutu gibi düşündüm. Yani kutu açılıyor ve herkesin gerçek yüzü ortaya saçılıyor” diyerek filmine bu adın verilmesinin sebebini açıklıyor.

Sokağın iki girişini kapayan polisler binanın avludan çıkışını da kapatınca bina sakinlerinin belirsizlik, korku ve şüphe dolu bir gününe tanık oluyoruz. Polis ve yetkililer herhangi bir açıklama yapmayınca kendilerince bu ablukanın nedenlerini tahmin etmeye çalışırlar. Terör tehdidinden kaçak suçlamalarına, çeşitli teoriler önce güven kaybına, sonra da hızlıca asabiyete dönüşür. Bina sakinleri varoluşlarını tehdit eden bu belirsizlik karşısında, insaniyet maskelerini birer birer düşürür ve güçle kapitalizmin elinde birer oyuncak gibi kendi çıkarlarının peşine düşerler. Güç, dayanışma ve bencillik filmin öne çıkan temaları. Gücü eline geçiren, egoistçe kendi çıkarlarını düşünüyor, haksızlığa ses çıkarmıyor, tatsız bir olay karşısında kimse karşı çıkan kişinin kendisi olmasını istemiyor, herkes önce kendi çıkarını kolluyor.

Mahalle baskısı ile bir insan en yakın arkadaşına ihanet edip saf değiştirebiliyor. Çatı katında polisin bir ceset bulmasıyla olayın gizemi tırmanıyor. Evde borsada oynayarak vakit geçiren Koch ailesinin işsiz aile reisi Daniel ile iş bulma peşinde koşan sorumluluk sahibi eşi Henrike arasındaki geçimsizlik, evlerinin ablukaya alındığı gün su yüzüne çıkıyor. İkilinin yıllardır halının altına süpürdüğü gerçekler, dile getirilmeyen ihtilaflar, kriz anındaki gerilimli ortamda karşılıklı suçlamalara yol açıyor. Komşular arasındaki samimiyetsizlik, herkesin gizli bir ajandası olması, küçük hesaplar, diş bilmeler hep ‘kara kutu’nun açılmasıyla ortaya saçılıyor.

Aslı Özge gerilimi ayakta tutmayı başaran mizanseni, filmi etkileyici finali ve kalabalık bir oyuncu kadrosunu yönetmedeki başarısıyla puan topluyor. Uyumlu uluslararası oyuncu kadrosunda aksayan yok. Aslı Özge “Almanya’da insanların ‘dışarı çıkmaması gibi bir şey olamaz’ önyargısının pandemiyle doğru olmadığının gördük. Filmin senaryosuna eklediğim Dağıstanlı ressam İsmail, vatandaşlarının Rusya’yı protesto eden gösterilerinin afiş ve pankartlarını hazırlıyor. Filmde bir İranlı, iki Türk de var. Binanın avlusu benim için bir ülke gibi. Bu çeşitli karakterler aslında toplumun bir yansıması. Filmi Almanya’da çektiğim için buradaki toplumun bir aynası gibi düşündüm” diyerek yazdığı senaryoya açıklık getiriyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün