Nesim Ovadya İzrail ile tiyatro tarihine yolculuk

Nesim Ovadya İzrail, ülkemizin hâlihazırda yaşayan en önemli tiyatro tarihi araştırmacısı… 2018´de BGST Yayınlarından çıkan ´Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar´ kitabıyla başladığı bu yolculuğunu, 2022´de Aras Yayınlarından çıkan ´Düşler Sahnesinde – Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizimden Milliyetçiliğe Türkiye´de Tiyatro 1902 – 1962´ ve aynı tarihte yayına hazırladığı Aşod Madatyan´ın ´Sahnemizin Değerleri´ kitaplarıyla sürdürdü. Bu çalışmalarını, bu yıl yayınlanan ´Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet Tiyatrosunda – Mardiros Mınakyan´ (Kor Yayınları) eseriyle de taçlandırdı.

Erdem Beliğ ZAMAN Sanat
18 Ekim 2023 Çarşamba

Ahbabı olmaktan gurur duyduğum Nesim Ağabey ile son kitabı özelinde Beyoğlu’nda bir röportaj yaptık. Tiyatro tarihimizden, Mardiros Mınakyan’dan ve çalışma sistematiğinden konuştuk.

Nesim Ovadaya İzrail’in ailesi İsrail Devleti kurulduğunda Türkiye’den İsrail’e göç eder. Kendisi 1952’de Kudüs’te dünyaya gelir. Ancak bir süre sonra ailesi, Nesim Bey henüz bir yaşındayken Türkiye’ye geri döner. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden inşaat mühendisi olarak 1973’te mezun olur. Aynı üniversitede lisansüstü tahsilini tamamlayarak 1978’de mühendis olarak hayata atılır. 2008’de emekli olunca tarih çalışmalarına başlar. İlk çalışmaları siyasi tarih üzerinedir. 2011’de Pencere Yayınları’ndan ‘Krikor Zohrab’, 2013’te İletişim Yayınları’ndan ‘24 Nisan 1915’ kitabı yayınlanır. Daha sonra kendini tiyatro tarihi araştırmalarına verir. İkinci eşinin annesi ‘Şahinyanlar’ ismiyle tanınan meşhur bir oyuncu aileye mensup olduğundan, tiyatro tarihi konusundaki ilk araştırmalarını Şahinyanlar üzerine yapar.

Siyasi tarihten bahseden ilk eserlerinin paralelinde tiyatro tarihi araştırmalarını da Osmanlı ve Ermeni tiyatrosu sahalarında sınırlar. Bilhassa Ermeni tiyatro kumpanyaları ve oyuncular üzerine eğilir. Tiyatro tarihi araştırmalarını siyasi tarihle irtibatlı şekilde inceler.

İlk sorum Mınakyan kitabı hakkında; ülkemizde bu kadar tafsilatlı bir tiyatrocu biyografisi var mıydı?

Herkes tarih yazar. Bunun altında yazarın duygu dünyası vardır. Bir kere konular eşelenmemiş, ele alınmamış konular. Mesela Mınakyan… Ben de yazmadan evvel bir plan yapıyorum. Bu planı yaparken de görüyorum ki, araştırmalarımda karşıma çıkan kişileri benden sonra kim ele alacak? Bugün onların çocukları değil ama torunları yaşıyor. Çok uzak bir tarihten bahsetmiyorum çünkü. Onların bile haberleri yok dedelerinin çalışmalarından! Onları bir şekilde kayda alıp, torunlarına seslenmek, tarihi bir şekilde yeniden, daha sıradan insanların önüne koymak gibi bir duygusal bakışa sahibim. O nedenle bulabildiğim en ince detayları bile kayda geçirmeyi kendime hedef seçmişim. Biraz vakanüvislik gibi. Şunu da söyleyeyim, Ermenilerin yayın dünyası çok zengin. Gazeteleri, dergileri, araştırmaları… Çalıştığım dönemle alakalı çok geniş bir literatür var ve bu literatüre kimse girmiyor. Yani sen şimdi bu işin bir tarafına yaklaştın, görüyorsun. Bir Boğos Çalgıcıoğlu giriyor. Ermenistan’da bazı akademisyenler giriyorlar tamam ama İstanbul’da giren yok. Dolayısıyla bulduklarımı kayıt altına almak gibi bir endişem var.

Ermeniceyi bu yüzden mi öğrendiniz?

Evet. Henüz konuşamıyorum. Önce Ermeniceyi bilmeden, sadece İngilizce, Fransızca ve Türkçe kaynaklara başvurarak düz bir tarih araştırması yapabileceğimi düşündüm. Krikor Zohrab’ı çalışıyordum. Bir gün Rober Haddeciyan’a gitmiştim. O’na da bazı konuları danışıyordum. “Sen Şaruryan’ın kitabını gördün mü? Onu çalışıyor musun?” dedi. Albert Şaruryan, Ermenistan’da Krikor Zohrab’ın gün gün biyografisini içeren bir çalışma yapmış. Çok değerli bir çalışma anlayacağın. İlk defa sana söylüyorum, bu bilgiyi almasaydım Krikor Zohrap çalışmam çok basit olacaktı. Bu kitabı buldum ama okuyamıyorum. Yardım istedim. Maryam Drameryan isminde bir kadın yardım etti bana. Haftada iki gün buluşup bu kitabı tercüme ettik. O okuyordu ben de devamlı not alıyordum. Birkaç ay sürdü çalışma. Baktım, bu böyle olmayacak. Kadına karşı da mahcup oldum. Bir gün kızım aradı, “Baba bir ilan gördüm. Beyoğlu’nda Nor Zartonk diye bir yer varmış. Ermeni gençlerin kurduğu bir dernek. Ermenice kursları başlatacaklarmış. Sen de oraya başvursana…” dedi. İlk önce kem küm ettim sonra hak verdim. Haftada bir gün – dört saat oraya devam ettim. En disiplinli, düzenli öğrencileri oldum. Ama çalıştım, her bilginin üzerinden geçtim. Sonra ufak ufak Ermenice kitapları tercüme etmeye başladım. Şu an epey hızlandığımı da söylemeliyim.

Osmanlıca biliyor musunuz?

Osmanlıca kursuna da gitmiştim. Epey bir mesafe aldım ama çalışmadım Osmanlıcaya daha sonra…

Nesim Ağabey kaç dil biliyorsunuz?

Fransızcayı okulda öğrendim. İngilizceyi daha sonra kendim öğrendim. Ermenice, Türkçe, Ladino var. Ladinoyu konuşabiliyorum. Ama İstanbul Ladinosu konuşabiliyorum. Mesela senin de katıldığın Yahudi Tiyatrosu Sempozyumuna, İspanya’da bu konuda birçok akademik çalışma yapmış Elena Romero gelmişti. Onunla rahatça anlaşamamıştım.

O ki çalışma sistematiğinize girdik, Mınakyan’a sonra döneriz. Çok velutsunuz (üretken). Nasıl çalışırsınız? Tavsiyeleriniz var mı?

Önce şunu ifade edeyim; siyasi tarihle ilgili olan ‘Krikor Zohrab’ kitabım 2011’de, ‘24 Nisan 1915’ ve ‘Şahinyanlar’ kitaplarımın yayınlandığı 2018’e kadar hiç kitap çıkarmadım. Bu süre zarfında devamlı tiyatro çalıştım, malzeme biriktirdim. Dehşet bir malzeme var elimin altımda. Dolayısıyla çalışmalarım Ermeni Tiyatrosunun sıfır kilometresinden başladı. Beş yıllık çalışma sonunda inanılmaz bir birikim sağladım. Şu an bir kitabım daha hazır mesela. Ağırdan alıyorum biraz. Çalışırken bir konu üzerinde durmuyorum; o konunun ilişkili olduğu her konuyu araştırdığımdan elimde daima birkaç kitap oluşturacak malzeme birikiyor. İki sene Surp Pırgiç Hastanesi’ndeki kütüphaneyi haftada iki ziyaret ettim. Resmen okul gibi. Oradaki tüm gazeteleri, dergileri, kitapları taradım. Ondan sonra Patrikhane’deki kitaplığa haftada iki kere gittim. Bu malzemeler kimsenin kolay kolay ulaşamayacağı malzemeler. O beş senelik ara dönemin bana getirdiği birikimdir beni velut yapan.

Kaç saat çalışırsınız günde?

Çok saat. Yani sabahleyin saat on-on bir arası başlarım. Sabah yürüyüşüm ve sporum vardır. Duşumu sonra kahvaltımı yaparım. Ardından başlarım. Ayrı bir odada çalışırım. Gece gece yarısına kadar mola vermek kaydıyla çalışırım.

Gelelim Mınakyan’a. Mınakyan, bir kitaba değecek kadar mühim bir aktör müydü? Onu önemli kılan özelliği neydi? Güllü Agop ve Muhsin Ertuğrul’la mukayese etsek, aralarındaki fark ne olurdu?

Bence mühim. Türk Tiyatrosunu bir çadır gibi düşünsen, çadırın bazı bağlantı direkleri vardır. Bunlar arasındaki en önemli iki direk Güllü Agop ve Mardiros Mınakyan’dır. Bahsettiğim gibi Güllü Agop daha çok biliniyor, onun hakkında daha çok araştırma yapılmış, kabul görmüş. Epey malzeme çıkmış Güllü Agop’tan. Ama Mınakyan dağınık bir şekilde bugüne kadar beklemiş. Diasporada da yok. Bir tek Ermenistan’da Henrig Hovhannesyan isimli birinin çalışması var. Buna rağmen Mınakyan, çok kişiye değmiş bir sanatkâr. Mesela Güllü Agop’tan anılarında bahseden pek kimse yok. Ama Mınakyan’ı herkes bir yerde görmüş, tanımış. Az veya çok. Ve bunlar kaleme alınmış. Türk Tiyatrosu’nun bütün o ilk isimleri Mınakyan’ın tezgâhından geçmiş. Okul yok, konservatuar yok. Tek usta Mınakyan. Muhsin Bey de Mınakyan’ı seyrederek tiyatroyu sevdiğini ifade ediyor. Dolayısıyla Mınakyan’ın seyirciye karşı da bir avantajı var. Güllü Agop’u seyreden seyirci sayısıyla Mınakyan’ı seyreden seyirci sayısı arasında uçurum var. Türk seyircisi tiyatro seyretmeyi Mınakyan ve kumpanyasından öğrendi; nasıl oturacak, nasıl kalkacak… Tulûat tiyatrolarında -yazdığın için iyi bilirsin- bir rahatlık, laubalilik var. Bir yandan çamaşır asılı, diğer yandan kestane pişiyor ama oyun devam ediyor. Mınakyan tiyatrosunda ise bir ciddiyet var. Öyle yemek yemek, ikide bir ayağa kalkmak yok; olduğu zaman da polisiye bir olay oluyor. Türk Tiyatrosunun mihenk taşıdır Mınakyan. Güllü Agop da mihenk taşı ama Mınakyan daha ileriye getirmiş tiyatroyu. Bugün Türk Tiyatrosu hakkında konuşacağın zaman ağzına ilk alacağın isim Muhsin Ertuğrul değil mi? Mınakyan da Osmanlı Tiyatrosu için o kadar önemli. Hem Ermeni, hem de Türk Tiyatrosu için eşit önemde bir şahsiyet.

Mınakyan kitabını yazmaktaki maksadınız neydi?

Bir eksiklik olduğunu baştan düşünüyordum. O eksikliği kapatmak için yazdım. Mınakyan bir dönemi temsil ediyor; bir dönemin figürü. O dönemi ele almak için Mınakyan’ı konu mankeni seçtim; onun üzerinden o dönemi anlattım. Yoksa kitapta özel hayatına dair bilgi pek yok. Başta da dediğim gibi biyografi değil tarih yazıyorum. Yazdığım tarihi de bir biyografi üzerinden götürmeye gayret gösteriyorum. Sansür heyetini anlatıyorum, tiyatronun gelişimini anlatıyorum. Maksadım o dönemin tiyatrosunun durumunu anlatma.

Çok teşekkür ederim.

 

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün