Sanatçı Ahmet Güneştekin´le ´Görünmez Kalanların Hikâyeleri´

İnsan olmanın çok yönlü etkilerini anlamak için insanoğlu sanat eserlerini okuyabilmeyi ister. Sanatın her alanının kendine özgü bir dili vardır. Bu dili çözmemizi sağlayan ise sanatçıların ürettikleri anahtar eserlerdir. Birden fazla disiplini bir arada kullanarak zamanlar arası çalışmalarıyla, geçmişi şimdiyle birlikte inceleyen, ´kavramsal heykel´ konusunda görsel sanatlarda enstalasyon eserler veren sanatçı Ahmet Güneştekin ile sanatı hakkında ve Holokost´u çalışma konusunda bir söyleşi yaptık. Keyifli okumalar…

Neşe BİNARK Söyleşi
4 Ekim 2023 Çarşamba

56. Venedik Bienali ile eş zamanlı iki heykel ve altı tablodan oluşan ‘Milyon Taşı’ başlıklı serginizde, diğer dinlerle birlikte Yahudiliğe ait rölyef simgeler de kullandınız. Bu sanatsal çalışmanızın altyapısını nasıl oluşturdunuz? Eserlerinizle Yahudi simgelerini nasıl bağdaştırdınız? Bunun için özel bir yönteminiz var mı?

Orta Çağdan kalma bir kilise olan Pietà’da açılan sergide Kutsal Yüzleşme serisi yer alıyordu. Bu eserler üç ana dini, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ı temsil ediyor. Doğrudan önden bakıldığında, eserler, arka planda büyük bir filigranı andıran figüratif veya soyut unsurların (Davud’un Yıldızı, Haç ve Hilal) etkisini yaratmak için tasarlanmış bir dizi şeritle kaplı. Geçmiş, çeşitli etnik grupların çatışmaları, karşılaşmaları ve çıkar çatışmalarıyla dolu. Anıtsal duvar rölyefi şeklindeki bu işlerimde, şiddetin ve yerinden edilmenin karmaşık tarihini kronolojik bir süreç olarak yansıtmak yerine paralel dikey çizgiler oluşturdum. Nesneler, içerdikleri ortak kavram ve değerler açısından hem kutsal bir yüzleşmeyi hem de dinlerin birbirinin devamı olduğunu vurgulamaya yönelik. Birbirinden çok farklı kaynaklardan besleniyorum. İşlerim yaşadığım coğrafyanın tarihiyle yakından ilgili. Doğu, geçmişte yan yana yaşayan ve aynı kaynaklardan beslenen ilk Yahudi, Hıristiyan ve Pagan topluluklarıyla genetik bağları olan çeşitli gnostik gruplara ev sahipliği yapmış. Bu grupların en azından embriyonik formda birbirlerini etkilediğini varsayabiliriz. Sözlü anlatım biçimlerimi melezleştirip yenilerini yaratarak pek çok ortak noktayı ve öğeyi paylaşmışlar. Köklerine bakıldığında tüm işlerimin ana dinamiği bu süreklilik ve ortaklık düşüncesi. Uzun yıllar yaptığım araştırma gezileri sırasında yaşadığım coğrafyanın tarihselliğine yakından tanık oldum. Bu tanıklık çalışmamı içerik ve biçim açısından etkileyerek birbirine geçen, girift ve melez yöntemler kullanarak çalışmamı sağladı.

 Gâvur Mahallesi sergisinden ‘Mübadilin Kayığı’ başlıklı eser

Araştırma, özümseme ve üretme evrelerinizden söz eder misiniz?

Yaşadığım dünyayla nasıl ilişki kurduğum benim için çok belirleyici. Bugünü geçmişe nasıl bağlarım ve deneyim yüklü bir bakış nasıl kurarım sorusuna yanıt arayarak çalışıyorum.

Malzeme seçimlerim ve kompozisyonum bulduğum cevaplara göre şekilleniyor. Mitosların bir düşünce formu olarak hâlâ güncel olduğunu düşünüyorum ve onlara bir anlam kodlama yöntemi olarak bakıyorum. On yılı aşkın bir sürede sahada yürüttüğüm etnografik çalışmalardan sanatsal olarak yararlanmanın bir yolunu buldum. Bir ifade biçimini diğerine dönüştürerek mitolojik unsurları güncel formlarla yorumlamaya başladım. Fikirler atölyede çalışırken değil dışarıda, hayatın içinde bulunmalı. Belli bir akıma ait olduğumu düşünmüyorum ama geometrik soyutlama ve optik yanılsamalardan nesnelerin kullanımına, deneysel anlatımlardan kavramsal yaklaşımı vurgulayan çalışmalara kadar pek çok farklı akımdan öğeler kullanıyorum. Hem hareketli görüntülerle hem de buluntu nesnelerle çalışıyorum. Uygulamaya geçmeden önce bazı temel sorular etrafında düşüncelerimi geliştiriyorum. Kendimi olasılıklara açık bırakıyorum. Bilinçaltımın işime rehberlik etmesine izin veriyorum çünkü orada bilinçten çok daha fazlası olabilir.

 

'Kutsal Yüzleşme’ sergisinden Yahudiliğe ait rölyeflerle bezeli eser.

Kendinizi bir sanatçı ve zamanın tanığı olarak değerlendiriyorsunuz; her tanıklığı da sanatla bırakma gibi bir göreviniz olduğuna inanıyorsunuz. Bu söylemleriniz doğrultusunda Holokost’u inceleyip, Holokost konulu bir sergi açmayı düşünür müsünüz?

Alman okullarında her öğrencinin bir toplama kampını, Holokost anıtını veya müzesini ziyaret etmesi zorunluymuş. Burada amaç insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir suçun tekil boyutlarını çocukların anlamasını sağlamak. Kendi kolektif tarihiyle yüzleşmekten kaçmanın ve de çok farklı tarihsel olayları onunla eşitleyerek göreceli hale getirmenin önüne geçmek. Geçmişi sorgulayan gelecek nesillerin öncülüğünde İspanya’da bellek haritası yeniden çiziliyor. İspanya dünyada en çok toplu mezarın olduğu ülkelerden biri. Bugün dahi yakınlarını aramaya devam eden iç savaş mağdurları, onların ya toplu mezarlarda olduklarına ya da başka ailelere evlatlık verilmiş olduklarına inanıyor. Ölülerin dilin ötesinde konuşma gücü, iç savaş sırasında ve sonrasında halka karşı işlenen suçları sessiz ama inatçı bir şekilde hatırlatmaktan vazgeçmemiş. İnsan ruhunun geçmişiyle ilgileniyorum, onların seslerini ve sözlerini topluyorum. Görmezden gelinen kayıp geçmişler, kayıp yaşamlar, kayıp insanlarla ilgileniyorum. Tarihi, ona tanık olanların, katılanların, görünmez kalanların hikâyeleriyle düşünüyorum.

Kendime sorduğum şey onları nasıl işitilir kılabileceğim. Çalışma pratiğim ve daha pek çok şeyi bir yüzleşme olanağı etrafında ördüğümü görebilirsiniz. İnsanlığa karşı suçlar söz konusu olduğunda geçmiş günahlarla yüzleşmek toplumları küçültmüyor. Aksine olgunlaştırıyor ve iyileştiriyor. Sergilerimin düşünsel inşası bu adımları izliyor. Holokost’la bir sergi açmayı planlamadım ama biliyorum ki, bir insan ancak adı hatırlanmadığında unutulur. Her bir isim, bir insandır. Üretiyorum çünkü böyle bir unutuluşun önünde durmak istiyorum. Fırsatım olursa bu konu üzerinde de çalışmak isterim.

Yakın zamanda İzmir’de gerçekleşen ‘Gâvur Mahallesi’ serginizi hazırlarken, ‘mübadelenin’, zorunlu göçün yani bir başka insanlık dramının sizi ne şekilde etkilemesine izin verdiniz? Ruhunuzun nasıl bir yerinden oluştu sanatınız?

Göç olgusu ve nesneleri üzerine bir süredir düşünüyordum. Hafıza ve hatırlamayı bir araştırma yöntemi olarak kullanarak bazı soruları tartışmak başlangıç noktamdı. Her sergiye bir hafıza çalışması, alternatif bir tarih yazım alanı olarak bakıyorum. Mübadeleyi bu anlayışla çalıştım. Amacım, mübadelenin başkalığın düzenlenmesi üzerindeki etkilerine, buna dayalı politikaların nasıl uygulandığına bakmak ve sonrasında gerçekleşen tüm kitlesel yerinden edilmelerde olduğu gibi ayrıştırıcı uygulamaların toplumları küçümseyen yönlerini tartışmaktı. Sergi, Mıgırdiç Margosyan’ın ‘Gâvur Mahallesi’ kitabıyla aynı adı taşıyor çünkü onun düşüncelerini takip eden bir kültürel çeşitliliğe vurgu yapıyorum. Bu terminolojinin işaret ettiği bir dünyanın içinden konuşmak istiyorum. Aynı coğrafyadan insanların çok derin bağlara sahip olduğunu ve bu bağları yeniden okumamız gerektiğini söylüyorum. Ortak coğrafya, kültürel yakınlık ve coğrafi akrabalık vurgum buna yönelik. Toplumsal ve bireysel travmalara neden olan konuları çalışmak zordur ve incelikli bir yaklaşım izlemek gerekir. Bu yüzden ürettiğim işlerle olumlu bir alan açmaya katkıda bulunmak istiyorum.

Söyleşi için teşekkür ederim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün