Seçmediğin kaderin kurbanı olmak

“Bizi Auschwitz´ten New York´a götüren uçaktaki yolcular, sürekli önlerine bakıyorlardı. Bizi görmek istemiyorlardı. Hannah ve Flora´ya baktıklarında yalnızca vicdan azabı duymakla kalmıyorlardı, bu kadınların çektikleri acıları çekmekten de korkuyorlardı. Uçak inişe geçmeden kısa süre önce, yaşlı bir adam yanımıza yaklaşıp ´Özür dilerim´ dedi. Çok duygulandım. Hannah ile Flora gözlerini bile kırpıştırmadılar. Her türlü duygudan arınmış olmalarından korkuyorum.”

Neşe BİNARK Perspektif
26 Temmuz 2023 Çarşamba

Rebecca Gategno ile birlikteyiz yine, Brigitte Peskine’in ‘İmparatorluk Çökerken İstanbul’da Bir Yahudi Ailesi’ kitabının kahramanı olan Rebecca ile... Bu kitabı okumuş ve daha önce paylaşmıştım. Yazar ‘İkinci Dünya Savaşı’nın Ateşinde Bir Yahudi Ailesi’ kitabında Rebecca Gategno’nun hikayesinin ikinci bölümünü anlatıyor. Rebecca’nın hayatının geri kalan kısmını 1935-1939, 1939-1945, 1945-1955 yılları arasında inceleyerek ayırıyor Brigitte Peskine. Rebecca Gategno’nun yaşamının baharı, Doğu’ya özgü çizgiler taşıyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Judaria’dan (Yahudi Mahallesi) ayrılan Rebecca, Fransa’ya okumaya gidiyor. Bir yıl sonra ablası Adela, arkasında üç öksüz bırakarak hayata veda ediyor.

Birisinin bu çocukları büyütmesi gerektiği için, Rebecca’yı dul kalan kocayla evlenmeye zorluyorlar. Kahramanımız, gönül borcunu önce İstanbul’da daha sonra Paris’te ödüyor. Rebecca’nın olgunluk yıllarıysa tam anlamıyla tropikal geçiyor. 1932’de Venezüella’ya ağabeyi Vitali ile karısı Simone’un yanına gidiyor. Seçmemiş olduğu bir kaderin kurbanı olarak Maurice ile evleniyor. Simone’un söylediği “Umudunu yitirme, bir ömrün içinde birçok yaşam vardır” sözüne inanıyor. Bir değil, bir batında tam iki çocuğu oluyor: Méir ve Sarah. Çocuklarını büyütürken damarlarında dolaşan hiç tanımadığı sıvının, annelik içgüdüsü olduğunu keşfediyor. Kocası Maurice, ait olmadığı bir ülkenin özgürlüğü için savaşıyor, bir ülkeye ait olma duygusunu yakalamaya çalışıyor. Karısını ve çocuklarını ihmal ediyor. Rebecca kaçak ve anarşist hayatı yaşayan kocasıyla, tehlikeli bir seyahate çıktığında kızı Sarah sıtmaya yakalanıp ölüyor. Rebecca’nın hayatı altüst oluyor ve kendini arama serüvenini yaşamaya başlıyor. Peki ya, yazarlık kariyeri?

“Çocuğunu kaybetmek diye bir şey olmamalı hayatta. Utanılacak bir şey bu, doğaya aykırı bir şey. Kabul edilemez bir şey. İlk günlerin şokunu atlattıktan sonra, deli gibi sürekli tekrar ettiğim buydu işte! Yo, yo, yo. Başıma gelenleri tüm benliğimle reddediyordum. Uykumdan uyanacaktım ve Sarah yanımda olacaktı. Uyanıyordum, ama Sarah yoktu. Uyanıyordum ve Maurice gözlerini tavana dikmiş hareketsizce yatıyordu. Uyanıyordum ve Méir kapıdan bana bakıyordu, gözlerinde kınayan bakışlarla. Uyanıyordum ve yeni bir gün başlıyordu, sonu gelmez ve nemli. Acım beni kemiriyordu, tıpkı içinden kanlı solucanlar çıkaran bir kıyma makinesi gibi. Manivelasını annem çeviriyordu. Babam, tek söz etmeden onu izliyordu. Hayır, babam asla mutfağa girmezdi. Orası erkeklere göre bir yer değildi.”

Bir öykü uydurmak insanı gerçeklerden uzaklaştırır

“Hatırlıyordum… İspanya’dan kovulduğumuzdan beri, atalarımız giysilerinin astarlarına altın liralar dikmeyi adet edinmişlerdi. Hiçbir Sefarad madalyonsuz ve camino de leche y miel kutsamasız yola çıkmazdı.”

Rebecca, aylarca evde olmayan, bunun üzerine çok az para kazanan kocasıyla tartışarak oğlu Méir’de alıyor ve kuzeni Simone’un evine taşınıyor. Oğlunu, yakınlardaki Fransız okuluna yazdırıyor. Simone Rebecca’ya, kızının acısıyla dağılmış aklını toplasın diye bir de akşamları yatmadan önce oğluna okuyabilsin diye, çocuk masalları yazmasını öneriyor. Garip bir fikir olmasına rağmen, işin basitliği Rebecca’yı teşvik ediyor ve yazmaya başlıyor. Çocuklar için masallar ama bu masallarda neler yok ki! Toplama kampları, bölünmüş aileler, kaybolan çocuklar...

“Masallarımın kahramanı, çok tombul, çok gürültücü, çok renkli ve her gittiği yerde sorun çıkaran bir tukan’dı.” (Rengarenk gagası olan, güzel sesler çıkaran bir kuş türü). Bu her şeyin çok fazlasına sahip kuş bir süre sonra, sıkıntılarımın, öfkemin sözcüsü oluverdi. Yahudileri damgaladıkları sarı yıldızı taktı. 16 Haziran 1942’de Yahudileri toplama kampına götürdükleri otobüsün üzerinden uçtu. Çığlık çığlığa annelerini çağıran çocukların seslerini bastırmak için ciyakladı. Fransız polisinin üniformalarına pisledi. Daha az renkli, daha küçük gagalı kardeşlerini yardımına çağırdı, ama nafile, onu duymazdan geldiler.

...Yazmayı sürdürdüm ve olumlu tarzımı korumak için büyük çaba harcadım. Çocukların, savaş zamanında bile (özellikle de savaş zamanında) mucizelere ihtiyaçları olduğunu düşünsem de, işim her geçen gün güçleşiyordu. 1943 yılının sonlarına doğru, Selanik’te yaşayan Yahudiler yakalanıp sınır dışı edildi. Maurice’in tüm ailesi, annesinin kuzenleri, herkes... Doğulu Yahudilerin en parlak cemaati dağıldı. Kısa süre sonra sıra bazı Selaniklilerin sığındıkları Kos ve Rodos Adalarına geldi. Mengene, acımasızca sıkılıyordu. Haber Caracas’a ulaştığı gün, yazmakta olduğum öyküyü yırtıp attım. Akbabalar, Tukan’ımın hakkından gelmişlerdi.”

Rebecca’nın kuzeni Simone’un oğlu Jacques, eşi Colette ile birlikte fotoğraf çekip bir gazete için muhabirlik yaparlarken, Auschwitz’te Hannah ve Flora ile karşılaşıyorlar. Hannah’nın ailesinin Venezüella Llanos’lardaki çiftlik evine taşınıyorlar. Bir süre sonra yeğeni Jacques’ın davetiyle Rebecca çiftlik evine ziyarete gidiyor. Flora ile tanışması hayatının dönüm noktası oluyor. Hep yazmayı istediği kitabını burada yazıyor. Flora’dan esinleniyor, toplama kampında acı çekmiş, hayalete dönmüş on beş yaşındaki bu kızdan. Tavan arasında bir odaya kapanıyor, durmaksızın haftalar boyunca kitabını yazıyor ve bitiriyor. Caracas’a geri döndüğünde kocasıyla ayrı kalmaya karar veriyorlar ve çok üzgün bir şekilde beşinci sınıf bir otele yerleşiyor. Otelde, bütün eşyaları ve kitabının müsveddesi çalınıyor. Her şeyini yitirmiş bir şekilde önce Fransa’ya sonra da Amerika’ya gidiyor. Herkesten kaçıyor.

‘Buena familia’sının (İyi aile) özellikle izini bulmasını istemiyor. Amerika’da intihara kalkışıyor, ölmüş ablasının doktor olan kızı onu kurtarıyor. İyileşince, bu kez tamamen ortadan kayboluyor. Artık kitabını da çaldıklarına göre, yaşamak için hiçbir nedeni olmadığına inanarak kendisine sıradan bir hayat kurmaya çalışıyor. Kafeteryalarda garsonluk yaparak aylar geçiriyor. Nihayet bir gün kendisini Hollywood’da buluyor. Kuzeni

Simone, onun izini buluyor. Kitabını çalan Venezüellalı hırsızın, onu bir kesekağıdı içinde otelin lobisine bıraktığını ama kendisine ulaşamadıklarını söylüyor. Ve... Daha fazla anlatamayacağım, klavyemin bağı çözüldü. Burada durmak zorundayım. Tavsiye ediyorum. Brigitte Peskine’nin size daha önce tanıttığım ‘İmparatorluk çökerken İstanbul’da Bir Yahudi Ailesi’ ve bu satırlarda paylaştığım ‘İkinci Dünya Savaşının Ateşinde Bir Yahudi Ailesi’ kitaplarını mutlaka okumalısınız. Bazı konulara bakış açınızı yeniden gözden geçireceksiniz. Kitabın son tırnağını kapatmadan önce sizleri Rebecca’nın kitabından alıntılarla baş başa bırakmak istiyorum. Keyifli okumalar... Dostlukla…

“Benim Floram borekitas (poğaça) yapmak istemiyordu, o okumak ve ailesinden, cemaatinden ve Rodos adasından oluşan bu hapishaneden kurtulmak istiyordu. Anne babasının kendisine uygun gördükleri genç bir adamla evlenmek üzere İstanbul’a ya da İskenderiye’ye gönderilmeyi reddediyordu.

On dört yaşına geldiğinde benim Floram isyankar bir genç kız olacaktı. Tabii Nazilerin onunla ilgili başka planları olmasaydı eğer. Yaklaşık bir ay kadar, yani Rodos ile Auschwitz arasındaki yolculuk boyunca, Flora acıktı, susadı, üşüdü, yüreği yandı.

...Biraz hava alabilmek, bacaklarını azıcık uzatabilmek için mücadele etti. Akrabalarının ağlayışına, bağırışına yardım isteyişlerine, dua edişlerine, boyun eğişlerine tanık oldu. Can çekişenleri, hastalananları, ölenleri gördü.

...Babasının azarı, annesinin uyarısı karşısında hüngür hüngür ağlamış ve kendisine üstünlük sağlamaya çalışan bu erişkinlere başkaldırmıştı. Oysa şimdi her biri kendi pisliklerinde debelenen titrek birer varlığa dönüşmüşlerdi”.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün