42. İstanbul Uluslararası Film Festivalinde öne çıkan iki film

42. İstanbul Film Festivali defterini iki filmle kapatıyoruz. Yaşanmış bir hayat öyküsünü anlatan ´Sendikacı´ politikacıların kirli yüzünü, yozlaşmış polis teşkilatını ve Fransız adalet mekanizmasını eleştiriyor. ´Üçüncü Dünya Savaşı´ Uluslararası yarışmada Altın Lale Ödülünü kazanan bir İran filmi.

Viktor APALAÇİ Sanat
3 Mayıs 2023 Çarşamba

Sendikacı

Dünya prömiyerini son Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde yapan Jean-Paul Salomé’nin ‘Sendikacı / La Syndicliste’i 42. İstanbul Film Festivali’nin en çok beğenilen filmleri arasındaydı. Nükleer enerji ve siyaset dünyasında geçen bir gerilim soruşturması olan film yaşanmış bir hayat öyküsünü anlatıyor. Çok uluslu Fransız şirketi Areva’nın Avrupa İş Konseyi Sekreteri Maureen Kearney bir sabah evinde şiddetli bir saldırıya uğrar. Kendisi Fransız nükleer sektöründe hassas bir dosya üzerinde çalıştığı için şiddetli siyası baskı altındaydı. Genç kadının saldırıya uğradığını ihbar etmesi üzerine, müfettişler bu saldırının izlerine rastlayamayınca, Maureen’i ‘yargıyı aldatma’ peşinde bir sahtekâr olarak suçlar. Film şu sorunun cevabını arıyor: ‘Maureen asılsız bir ihbarın kurbanı mı, yoksa suçlusu mu?’

Araştırmacı gazeteci Caroline Michel Aguirre’nin yaşanan bir adalet skandalını anlatan romanını sinemaya uyarlayan Jean-Paul Salomé, politikacıların kirli yüzünü, yozlaşmış polis teşkilatını ve adalet mekanizmasının zaaflarını otopsi masasına yatırıyor. Jean-Paul Salomé’nin Fadette Drouard ile yazdığı senaryo olayları kronolojik sırasıyla anlatıyor. Jean-Paul Salomé olayların yaşandığı gerçek ortamlarda (Versailles Mahkemesi, Bercy, Rambouillet Hastanesi) çekimlerini yapmış. Temposu hiç düşmeyen mizanseni, aksamayan sinematografisi, oyuncu yönetimiyle, ilgiyi baştan sona ayakta tutan bir film yaptığını görüyoruz.

İrlanda kökenli Maureen Keaney (İsabelle Huppert) 1987’de çok uluslu ‘Areva’ya İngilizce öğretmeni olarak katıldı. Sonraları sendika temsilciliği görevine atandı. 2012 yılında Areva ile Çin arasındaki teknoloji transferiyle ilgili gizli sözleşmelerin izini buldu. Çalışanların işten kovulma tehlikesiyle karşı kaldıklarını görünce, şirketin yeni CEO’su Luc Oursel (Yvan Attal) ve Çin ile anlaşmanın yolunu açan politikacılara karşı harekete geçer. Bu onun birden fazla tehdide maruz kalmasına neden olur. Kocası Gilles’in (Grégory Gadebois) işte olduğu, Yveline’deki evinde yalnız bulunduğu bir sabah, bir adamın saldırısına uğrar. Yabancı onu evin mahzeninde bir sandalyeye bağlar, tecavüz eder ve karnına bir bıçakla A harfini çizer. Hizmetçisi tarafından saatler sonra kurtarılan Maureen polise verdiği ifadede, önyargılı müfettiş Nicolas’yı (Pierre Delandonchamps) ikna edemez.

‘Areva’nın başındayken görevinden alınan şirketin eski CEO’su Anne (Marina Fois) ve Maureen’in tüm iş arkadaşları kendisini yalnız bırakırlar. Kocası ve kızının dışında kimsenin desteğini arkasında bulamayan genç kadın, şirketin yeni CEO’su kötü niyetli Luc Oursal’ın basına verdiği suçlayıcı demeçleriyle bunalır. Beceriksiz bir avukatın kötü savunması sonrası Maureen mahkemede işlemediği bir suçu üstlenmek durumunda kalır. ‘Yanlış ihbar’ suçlamasıyla beş ay ertelenmiş hapis cezası ve 5 bin Avro para cezasına çarptırılır. Bu karara itiraz edip temyize gider. Vicdan sahibi bir kadın polis (Aloise Sauvage) yıllar önce aynı şekilde saldırıya uğramış bir kadının dosyasını Maureen’e verir. Kadını bulan Maureen, kendisinde olduğu gibi saldırganın meçhul kaldığı olayı mahkemede anlatması için kadının tanıklığını sağlar. Sağ omuzundaki bağ kopması nedeniyle fiziksel olarak kendi kendini bir iskemleye bağlayamayacağını kanıtlayan bir uzman hekim raporu ve işinin ehli yeni avukatının savunmasıyla, 2018 yılında aklanır. Olayın faali tespit edilemez.

Aklanan Maureen Keaney kendisine sebepsiz bir kinle, işlemediği bir suçu üstlenmesine sebebiyet veren polis şefi Nicolas’yı açtığı davada sanık sandalyesine oturtur. Film devlet başkanlarıyla fotoğrafları olan, yeni seçilen Başkan François Holland’dan randevu alabilen, çalışkanlığı ve işçi haklarını savunmadaki becerisiyle takdir edilen bir kadın sendikacının, garip bir suçlama karşısında kendisini tanıyan, inanan otoriteler tarafından yalnız bırakılmasının dramını anlatıyor. ‘Sendikacı’ herkese karşı tek başına, Fransa’daki nükleer endüstriyi sarsan bir devlet sırrını ifşa için muhbir olan Areva’nın CFDT delegesi Maureen Kearney’in yazgısına odaklanıyor. Bu skandalı gün ışığına çıkarmak, 50 binden fazla işçinin haklarını savunmak için bakanlara ve sanayicilere karşı dişe diş mücadele eden yürekli, kararlı bir kadının uğradığı saldırı karşısında hayatının değiştiğini izliyoruz.

Bu rolde, filmin yükünü omuzlarında taşıyan Isabelle Huppert bilinen rahat oyunuyla başarılı bir performans ortaya koyuyor. Polis teşkilatının, politikacılardan ve devletin üst kademelerinden gelen yönlendirmelerle adaletin tecellisini engellemesi, bir kadını müştekiyken suçlu duruma düşürüyor. Bu kadının işini, sağlığını, ruhsal dengesini, aile hayatını ve huzurunu kaybetmesine yol açan kararı alan üç hâkimin de kadın olması düşündürücü.

1960 Paris doğumlu, yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu Jean-Paul Salomé’nin prestijli uluslararası yarışmalarda kazanılmış bir ödülü yok. 13 uzun metrajlı filmlik kariyerinde, ‘La Daronne’ (2020) adlı polisiye dramada Isabelle Huppert ile birlikte çalıştı. Fransız sinemasının yaşayan en büyük karakter kadın oyuncularından biri olan Huppert’in üç önemli festivalde kazanılmış oyunculuk ödülleri var. Berlin Film Festivali’nden Onursal Altın Ayı Ödüllü sanatçının, Cannes ve Venedik’ten ikişer En İyi Kadın Oyuncu Ödülleri var. Bunlar Cannes 1978 ve 2001’deki ‘Violette Noziere’ ve ‘Piyanist’ filmleriyle, Venedik 1988 ve 1995’teki ‘Une Affaire De Femme’ ve ‘La Cérémonie’ ile kazanılmış ödüller. İsabelle Huppert Michael Haneke’nin fetiş oyuncuları arasında yer alıyor.

 

Üçüncü Dünya Savaşı

42. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışmasında, İKSV eski yönetim kurulu başkanı, İstanbul Film Festivali kurucularından Şakir Eczacıbaşı anısına verilen Altın Lale Ödülü için bu yıl ‘sinemaya yeni bakışlar’ temasını işleyen 10 film yarıştı. Ödülü İran sinemasından gelen, Houman Seyyidi’nin ‘Üçüncü Dünya Savaşı / Jang Jahani Sevom / World War III’ adlı filmi kazandı. İran’ın Oscar adayı bu film, sürekli ezilen bir inşaat işçisinin İran’da çekilen, Holokost’la ilgili kötü bir filmde figüran olarak, görünürde hayatının fırsatını yakalamışken, aslında hayatının alt üst olmasını anlatıyor. Destansı bir savaş filminde rol alan bu gündelikçi işçi, hayatı parayla karşı karşıya getiren sömürücü bir ağa yakalanır, korkunç sonuçlarından kurtulmaya çalışır.

Kara komedi olarak başlayıp insan zulmünün karanlık duygusuzluğuna inen ‘Üçüncü Dünya Savaşı’, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu (Mohsen Tanabandeh) Ödüllerini kazandı. Tokyo, Stockholm, Belgrad ve Lüksemburg gibi festivallerde ödüller alan filmin iki FİPRESCİ Ödülü, filmin eleştirmenlerin beğenisini kazanmış olduğunun bir kanıtı. İranlı çok yönlü, yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu (komple sinemacı) Houman Seyyedi, bu altıncı filmi hakkında şunları söylüyor: “İnsanlar ev, iş, aile en temel gereksinimlerini elde etmek için canla başla mücadele ederler, sonunda ellerine geçense dekoratif ve yapay bir aldatmacadan başka bir şey değildir.”

netmen Houman Seyyedi’nin de aralarında bulunduğu üçlü bir senaryo ekibi, zekice kotarılmış, ironik, düşündürücü ve komik bir film yapmış. Filmin başkahramanı Shakib, yıllar önce depremde karısı ve oğlunu kaybetmiş evsiz bir gündelikçidir. İşverenlerin kamyonetle işçi topladıkları yerde her gün bir iş kapmanın savaşını veren Shakib’in çalıştığı şantiye bir film setine dönüşür. 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’in yaşattığı vahşet hakkında iddialı bir film çekilecektir. Figüran olarak kadroya katılan Shakib, Hitler’i canlandıran aktörün aniden ölmesi üzerine, diktatöre fiziken benzediğine kanaat eden yönetmen tarafından bu rol için seçilir.

Kendini şaşırtıcı bir şekilde Hitler rolünü oynarken bulan Shakib’in yazgısı değişir, filmin çekimleri için hazırlanan konforlu bir eve yerleşir. Ancak sağır ve dilsiz bir fahişe olan sevgilisi Ladan’ın (Mahsa Hejazi) gelmesiyle durumlar değişir. Shakib sevgilisini acımasız bir ağanın elinden kurtarabilmek için yüklü bir fidye parasını bulmak zorundadır. Kadının yanına yerleşmesinden sonraki olaylarda filmin çekimi kontrolden çıkar. Filmin yapımcıları, amaçlarına ulaşmak için her şeyi yapmaya hazır diktatörlere dönüşür, bu Shakib’i istemeden bir canavara dönüştürür. Film sürpriz bir finalle noktalanır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün