42. İstanbul Film Festivali bütün hızıyla devam ediyor

Açılış filmi ´Hırçın´ ile festival iyi bir başlama vuruşu yaptı. Amerikalı İra Sachs´ın ´Pasajlar´ı festivalin ilk keşfi oldu. Pakistan sinemasından gelen ´Joyland´ şaşırtıcı ve cesur bir kuir film. ´Ingeborg Bachmann´da Margarithe Von Trotta formundan uzak gözüküyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
12 Nisan 2023 Çarşamba

Pasajlar

Ira Sachs’ın Berlin’in Panorama Bölümünde gösterilen ‘Pasajlar / Passages’ı 42.İstanbul Festivali’nin ilk şaşırtıcı keşif filmi oldu. Amerikalı yönetmenin Avrupa sinemasının klasiklerine saygı duruşunda bulunduğu film 15 yıldır birlikte olan iki erkekten birinin bir kadınla ilişkisi olunca yaşananları cesur, çarpıcı ve şok edici bir sinema diliyle anlatıyor. ‘Pasajlar’, kuir auteur Alman yönetmen Tomas’ı Paris’teki filminin çekiminin, gergin olduğunu gösteren bir sahnesiyle başlıyor. Filmin tamamlanması şerefine verilen partide, Tomas (Franz Rugowski) önce İngiliz kocası tasarımcı Martin’in (Ben Whishow) kollarına düşer, sonra genç ve güzel Fransız ilkokul öğretmeni Agathe (Adele Exachopoulos) ile tanışır. Bir danstaki flörtleşme tutkulu bir geceye dönüşür. Ertesi sabah Tomas Martin’e gururla bir kadınla yattığını söyler. Tek gecelik ilişki tutkulu bir aşka dönüşünce iki erkek arasındaki ilişki de değişmeye başlar. Martin genç zenci bir yazarla yaşamaya başlar. Agathe’ın hamileliği tutku, kıskançlık ve narsisizm duyguları eşliğinde, üçlünün hayatını değiştirir.

Sürdürülebilmesi imkânsız gözüken bu üçlü ilişkiyi, Ira Sachs–Mauricio Zacharias ikilisi, mükemmel karakter tahlilleri eşliğinde senaryolarında işlemişler. Sevimsiz olduğu kadar karizmatik, kendini beğenmiş, megaloman, oportünist bir film yönetmeni, başarılı, hayat arkadaşına sadık bir tasarımcı, kötü bir ilişkiyi sonlandırmış güzel bekar bir öğretmen. Tomas kendi evliliğini mahvetmekle yetinmeyip, toksik hâkimiyetini iki ilişkisinde aynı zamanda sürdürmeyi kendinde hak görür. Sachs’ın, görüntü yönetmeni Josée Deshaies’in desteğiyle iki erkek arasındaki seks sahneleri, Fassbinder filmlerinkinden daha cüretli. (Ozon filmlerinde dahi rastlamadığımız kalitede). Tomas ile Agathe’ın ateşli sevişme sahneleri estetik açıdan övgüyü hak ediyor. Filmin en mükemmel bölümü, hamile kalan Agathe’ın Tomas’ı anne-babasına tanıştırdığı sekans. Franz Rogowski yaşayan en büyük Alman karakter oyuncusu olduğunu kanıtladığı filmde, Adele Exachopoulos ve Ben Whishow olağanüstü inandırıcılıktaki performanslarıyla öne çıkıyorlar.

Başkalarının Çocukları

Rebecca Zlotowski’nin Lumiere Ödülünü kazanan ‘Başkalarının Çocukları / Les Enfants Des Autres’ adlı duygu yüklü filmi prömiyerini son Venedik Film Festivalinde yaptı. Film başkalarının çocuklarını sevmenin getirdiği risklere odaklanıyor. Ana kahraman Rachel’in çocuğu yoktur. Çalıştığı lisedeki öğrencileri, arkadaşları, eski sevgilisi ve gitar dersleriyle dolu hayatından memnundur. Ali’ye aşık olduğunda, onun dört yaşındaki kızı Leila’ya bağlanacaktır. Leila’yı yatırır, onlunla ilgilenir, tıpkı kendi çocuğu gibi sevmeye başlar. Paris doğumlu 43 yaşındaki yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu Zlotowski filmi için “Kendi anne olamayan bir üvey anne. Maalesef erkeklerin iktidarsızlığı kadar sıradan olan bu durum yine de anlatmaya değer bir hikâyenin başlangıç noktası oldu. Bu aşk mektubunu çekerken, çocuğu olmayan kadınlarla dayanışma içinde olduğumu hissettim” diyor.

Rebecca Zlotowski’nin beklenmedik hamileliği süresinde çektiği bu özlem ve aidiyet hikâyesi, son derece kişisel, samimi, dürüst ve fazlasıyla dokunaklı. Yönetmenin ilk filmi ‘Belle Epine’ 2010’da Fransız Eleştirmenler Sendikası En İyi Film Ödülünü kazanmıştı. En ünlü filmi ‘Grand Central’ 2013 Venedik Film Festival’inde FİPRESCİ, Cannes’da François Chalais Ödüllerinin sahibi olmuştu. Filmin yükselişteki başrol oyuncusu Virginie Efira (46) Belçikalı bir aktris. Paul Verhoeven’in ‘Benedetta’ ve ‘Elle’ filmlerinde, Justine Triet’nin ‘Sibyl’ ve ‘Victoria’sında ününü artırdı. Filmde Roschdy Zem ve Chiara Mastroianni oyuncu kadrosunun başarısına ortak oluyorlar.

Joyland 

Pakistan sinemasının Cannes’da prömiyerini yapan ilk film ‘Joyland’ geçen mayıs festivali yerinde izleyen Türkleri üzen bir film oldu. Belirli Bir Bakış Bölümünde gösterilen, Cannes’da yarışan tek Türk filmi Emin Alper’in ‘Kurak Günler’i her gösteriminde çılgınca alkışlanınca, izleyenler filmin ödül listesinde yer alacağına şartlanmıştı. ‘Joyland’in aynı bölümün Jüri Ödülünü kazanmasından sonra, ödül töreninde salonda bulunan Türkler, ‘Queer Palmiye’ ödülüyle teselli bulacaklarını düşündüler. Öyle olmadı; Pakistan’ın Oscar adayı bu film Cannes’daki ikinci ödülünü kazandı. Aşırı muhafazakâr, tutucu, bağnaz bir topluma ters gelen ilişkileri cesaretle dile getiren genç yönetmen Saim Sadiq övgüyü hak ediyor. Pakistan sinemasının bu şaşırtıcı filmi aldığı ödülleri hak ediyor.

Yönetmen, senaryo yazarı Sadiq’in ‘Joyland’ filminde, otoriter babalarının sözünü dinlemeyen Rana ailesi soylarını sürdürecek erkek çocuklarının varlığıyla gurur duymaktadır. Fakat ailenin geleceğe dair planları, hem çevreye hem de kendilerine karşı duruşları, beklenti ve zorunluluklarını değiştirecek bir şey olur: Küçük oğulları Haydar gizlice bir erotik kabarede iş bulur, üstüne üstlük arkasında dans ettiği trans kadın şarkıcıya âşık olur. ‘Joyland’ neşeli anlar kadar melankoliyle yüklü, duygusal bir film.

Açılış filmi: Hırçın

İstanbul Festivali tarihinde ilk kez Açılış Galasını Kadıköy yakasındaki bir salonda yaptı. Davetliler festivalin açılış filmi ‘Hırçın / Scrapper’dan önce Nevra Serezli ve Kayhan Yıldızoğlu’na Onur Ödülü verilmesini izledi. İlk uzun metrajlı filmini gerçekleştiren Londra doğumlu genç (29) yönetmen, senaryo yazarı Charlotte Regan’ın filminde, ‘Hüzün Üçgeni’ başrol oyuncusu Harris Dickinson’un dışında iki Türk oyuncu (Ali Uzun, Aylin Tezel) yer alıyor. Ergenlik yıllarından beri klip yönetmenliği yapan Regan’ın ‘Hırçın’ı Sundance’da Büyük Jüri Ödülünü kazandı. Film 12 yaşında, hayalperest, komik, kendi başına buyruk Georgie’nin peşinden hiç ayrılmıyor. Annesinin ölümünün ardından Georgie, Londra’nın dışındaki evlerinde tek başına mutlu bir şekilde yaşamaya devam etmektedir; arkadaşı Ali ile birlikte evini ve dünyasını yaşama sevinciyle doldurmaktadır. Georgie tek arkadaşı, çok iyi anlaştığı Ali’nin yardımıyla bisiklet hırsızlığı konusunda uzmanlaşmıştır. Sattığı bu hırsızlık mallarıyla kirasını rahatça ödeyebilmektedir. Birdenbire Georgie’nin babası olduğunu iddia eden bir adam ortaya çıkar ve gerçeklerle yüzleşmeye zorlar. 12 yıl aradan sonra aniden ortaya çıkan bu adama Georgie mesafeli davranır. Ancak gelişen ilginç olaylar sonrası baba-kız arasında kaçınılmaz bir yakınlık filizlenir. Finalde babanın ortaya çıkıp Georgie’nin hayatına girmesinin sebebi bir telefon kaydından anlaşılır. Bu yüreklere hitap eden, sıcak, samimi, dürüst film, içimizi ısıtan bir finalle noktalanır. Canlı, esprili, neşeli, tatlı, duygusal bir baba-kız hikayesi olan ‘Hırçın’ ile 42. Festival iyi bir başlama vuruşu yaptı.

Ingeborg Bachmann

Bu yıl Berlin’de yarışan Margarithe Von Trotta’nın ‘Ingeborg Bachmann - Çölün Kalbine Yolculuk / I. Bachmann - Reise İn Die Wüste’ü çarpıcı bir biyografi filmi.  Von Trotta yazdığı senaryoda Bachmann’ın yazdığı metinlerle yetinmiyor, başkarakterinin İsviçreli yazar Max Frisch’le tutkulu ilişkisini, Berlin ve Zürih’ten Mısır’a yaptığı zorlu yolculuğu konuya dâhil ediyor. Film bir hastane odasında yatan Avusturyalı şair Bergmann’ın rüyasıyla başlar. Max Frisch kendisini bir oyununun prömiyerine davet edince İsviçreli ünlü yazarla tanışır. Ingeborg, kıskanç, huysuz, geçimsiz Max ile inişli-çıkışlı ama yıpratıcı bir ilişki yaşar. Max’in evlilik teklifini reddeder ama ikili birbirinden asla vazgeçmezler. Mısır’daki yıpratıcı çöl ziyaretinde yaratıcılığını kaybeden Ingeborg esin kaynağı sıkıntısı çeker.

Çok sevdiği Roma’ya dönünce eski yaşama sevincine kavuşur. Özgür ruhlu ve özgüven sahibi bir kadın olan İngeborg, Max’ın kendisini terk etmesiyle sarsılır. “Bu ayrılık hayatımın en büyük yenilgisidir” itirafını yapar. Ayrılık sonrası hastaneye düştüğünde kendisini ziyarete gelen Max’a “Sen benim katilimsin” der. Genç erkeklerden hoşlandığını gizlemez. Film boyunca sigara içerken gördüğümüz Lüksemburglu aktris Vicky Krieps, her zamanki gibi mükemmel. Margarithe Von Trotta filmlerinde genellikle Hannah Arendt ve Rosa Luxembourg gibi ataerkil normlara boyun eğmeyi reddeden irade sahibi kadınların hikâyelerine odaklanır. Erkeklerin baskın olduğu edebiyat dünyasında özgürleşmiş bir kadın olan, “Faşizm, erkekle kadın arasındaki ilişkinin ilk unsurudur” diyen Bachmann da istisna değil.          

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün