Festivalde üç İsrail filmi

42. İstanbul Film Festivali cuma günü başlıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
5 Nisan 2023 Çarşamba

42. İstanbul Film Festivali 84 ülkeden 160 yönetmenin 134 uzun, 29 kısa metrajlı filmlerden oluşan programını, altı salonda, 7-18 Nisan tarihleri arasında sunacak. Berlin Festivali’nde öne çıkan tüm filmlerini izleme fırsatını bulacak, festivalin keşif ve sürprizlerini kovalayacağız.

Sinemaseverlerin merakla beklediği İstanbul Film Festivali’nin programı hakkında sonda söyleyeceklerimi baştan söyleyeyim. Her yıl festival programı açıklandığında merakla beklediğim ve izlemek için sabırsızlandığım 8 - 10 film bulunurken bu yıl bu sayı çok daha düşük. Bu yazımda, beklenti çıtamı aşağılara çekerek izlemeye hazırlandığım 42. İstanbul Film Festivali ile ilgili notlarımı bulacaksınız. Tek tesellim, sürprizlere açık festivallerde, sürpriz ve keşif filmlere rastlama olasılığının yüksek olması.

Programın en büyük özelliği, geçen ayın son iki haftasında gerçekleşen Berlin Film Festivali’nin ödül kazanan ve kaliteleriyle öne çıkan, hemen hemen tüm filmlerini beğenimize sunması. Ödül listesine göz atıldığında, parıltısız bir belgeselin Altın Ayı Ödülü’ne layık görüldüğünden hareketle, Berlin’in sönük bir yıl geçirdiğini söylemek mümkün. 42. İstanbul Film Festivali’nin bir zenginliği de veteran Amerikalı film yönetmeni William Friedkin’in zengin filmografisindeki dokuz eşsiz filmin programda yer alması.

Bu yıl izleyeceğimiz üç İsrail filminin ikisinin yönetmeni, filmlerini takdim etme ve izleyicilerin sorularını yanıtlamak için, festivalin davetlisi olarak gelecekleri İstanbul’da olacaklar. ‘Amerika’ yönetmeni Ofir Raul Graizer ve ‘Karaoke’ yönetmeni Moshe Rozenthal’dan bahsediyorum. Üçüncü İsrail filminin yaratıcısı Michal Vinik, son Antalya Film Festivali’ne gelip Valeria Evleniyor / Valeria Mithatenet’e verilen Jüri Özel Ödülü’nü bizzat almıştı. Film, Ukraynalı genç Valeria’nın internet üzerinden ayarlanan bir evlilik yapacağı kocasıyla tanışmak üzere gittiği İsrail’de yaşadıklarını anlatıyordu. ‘Amerika’ duygular, çiçekler ve kokularla dolu, şiirsel, samimi ve renkli bir melodram. ‘Karaoke’, 46 yıldır evli bir çiftin apartmanına karizmatik bir yeni komşunun taşınmasıyla değişen hayatlarına odaklanıyor.

En iyi film ödüllü iki belgesel

42. İstanbul Film Festivali, sinema dünyasının üç önemli festivalinden Venedik ve Berlin’de en büyük ödüllerini kazanan iki belgeseli de programına almış. Eylül 2022’de gerçekleşen 79. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü belgesel ustası Laura Poitras’ın ‘Hayatın Tüm Acıları ve Güzellikleri / All The Beauty And The Bloodshed’ı kazanmıştı. Film 20. yüzyılın en tanınmış, en tartışmalı fotografçılarından Nan Goldin’in epik, duygusal hikâyesini anlatıyor. İlgiyle izlediğim bu filmi okurlarıma öneriyorum. Ancak aynı şeyleri 73. Berlin Film Festivalinin Altın Ayı Ödüllü belgeseli için söyleyemiyorum. 72 yaşındaki Fransız belgeselci Nicolas Philibert’in sıkılarak izlediğim ‘Küçük Evren / Sur L’Adamant’ından hiç keyif almadım. Filme adını veren Adamant, Paris’te Seine Nehri üzerinde yüzen bir yapıda, ruhsal bozukluklardan mustarip yetişkinleri ağırlayan bir merkez. Bu zararsız delileri odağına alan filmde, sinematografik bir becerinin izlerine rastlayamadım.

Festival programında 50 yıllık 3,5 saatlik bir film var: ‘Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles’. Brüksel’deki bir ev adresinden adını alan bu film, Sight And Sound’un eleştirmenler anketinde ‘Tüm zamanların en iyi filmi’ seçildi. Chantal Akerman’ın henüz 25’indeyken yaptığı film 1975 Cannes Festivali’nin Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde gösterilmiş, minimalist bir başyapıt olarak karşılanmıştı. Film üç gün boyunca, ergenlik çağındaki oğluyla yaşayan ve geçinebilmek için evde seks işçiliği yapan dul bir ev kadınını izliyor. 3,5 saatlik süresinde fazla olay geçmediği için sıkılarak izlediğim bu filmi önermiyorum. Son Antalya Film Festivali’nde izlediğim Kaan Müjdeci’nin ‘İguana Tokyo’ adlı fazla iddialı, kendini beğenmiş ama beklentilere cevap vermeyen bu filmden de uzak durulması gerektiğini söylemek mümkün.

Evvelce izleme fırsatını bulduğum festival programındaki filmlere gelince…NETFLIX’te izlenebilecek Hint filmi ‘R R R’ En İyi Özgün Şarkı Oscar Ödülü’nü kazandıktan sonra büyük ekranda izlenmeyi hak ediyor. Yine Venedik Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü sahibi, gerçek olaylara dayanan Alice Diop’un ‘Saint Omer’ filmi kaçırılmayacak bir mahkeme filmi. 15 aylık kızını bir plajda yükselen gel-gite bırakarak öldürmekle suçlanan romancı bir genç annenin yargılanmasını anlatan filmin senaryosu gerçek duruşma tutanaklarına dayanıyor. Mahkeme filmi denince ilk akla gelen ‘12 Kızgın Adam / 12 Angry Men’ (1997) William Friedkin retrospektifinde yer alıyor. Ayrıca yönetmenin beş Oscarlı ‘Kanun Kuvveti / French Connection’ (1971) ve iki Oscarlı ‘Şeytan / The Exorcist’ (1973) başyapıtlarını genç okurlarımın kaçırmamalarını öneririm.

Berlin’in öne çıkan filmleri

73. Berlin Festivali’nden sıcağı sıcağına izleme fırsatını bulacağımız ödüllü filmlere gelince. Fransız sinemasının veteran yazar-yönetmeni Phillippe Garrel son filmi ‘Pulluk / Le Grand Chariot’ ile En İyi Yönetmen Gümüş Ayı Ödülünü kazandı. Babası Maurice Garrel’in bir zamanlar yaptığı kuklacılıktan esinlenerek ortaya çıkardığı ‘Pulluk’ta, ustanın gerçek hayattaki çocukları Louis, Esther ve Lena rol alıyor. Filme adını veren Pulluk dört yıldızdan oluşan bir takımyıldızı. Aynı zamanda bir kukla tiyatrosu. Film, baba öldükten sonra yönlerini bulmaya çalışan kuklacı bir ailenin, ailece kukla gösterileri düzenleyen bir kumpanyanın hikâyesine odaklanıyor. Berlin’de Büyük Jüri Ödülü’ne layık görülen ‘Kızıl Gökyüzü / Roter Himmel – Afire’, zekice kurgulanmış senaryosuyla Christian Petzold’un yalın ve stilize bir filmi. Baltık Denizi kıyısında, bir yanı orman, küçük bir tatil evinde geçen filmin dört genç tatilci kahramanı var. Hiçbir şeyi düşünmeden tatilin keyfini çıkarmaya çalışırken ormanda çıkan yangın eve kadar ulaşıyor. ‘Barbara’, ‘Transit’ ve ‘Undine’ gibi kaliteli filmlerini izlediğimiz Christian Petzold’un fetiş oyuncusu Paula Beer bu filmde de yer alıyor.

Berlin’de erkek-kadın ayırımı yapmadan verilen En İyi Başrol Ödülü’nü bu yıl sekiz yaşındaki Sofia Etero kazandı. Oynadığı film Bask yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren’in ‘20.000 Arı Türü / 20.000 Especias De Abejas’tı. Bask ülkesinde sıcak bir günde geçen konusuyla film, kendine farklı isimlerle hitap edilmesinden hiç hoşnut olmayan, benliğini ararken gününü ailenin kadınlarıyla geçiren küçük bir kız çocuğunu gözlemliyor. Berlin’de Karşılaşmalar Bölümü’nün En İyisi seçilen Bas Devos’un ‘Burada / Here’i FİPRESCİ Ödülünün de sahibi oldu. İki insan arasındaki dile gelmeyen bağ, insanın dünyadaki konumu, aidiyeti, geçiciliği üzerine bir film.

Alman ‘Alman Yeni Dalgası’ öncüsü Angela Schanelec’in ‘Müzik / Music’i Berlin’de kendisine En İyi Senaryo Gümüş Ayı Ödülü’nü getirdi. Film klasik bir efsaneyi müzikle birleştirerek, Oidipus trajedisini kendine özgü, çarpıcı çağdaş bir yorumla sunuyor. Doğduğu Yunanistan’da dağlık bir alanda terkedilen Jon, anne-babasını tanımadan evlat edinilir. 20 yaşındayken yanlışlıkla bir adamın ölümüne neden olur ve hüküm giyer. Hapishanede gardiyan İro ile tanışır. Kendisiyle ilgilenen bu kadın onunla ilgili müzikler kaydeder. Jon görüş yetisini kaybetmeye başlar. Müzik sayesinde, kör olduğunda hayatını her zamankinden daha dolu yaşayacaktır. Portekizli auteur yönetmen Joao Canijo’nun ikili filmleri ‘Kötü Yaşamak’ – ‘Yaşamak Kötü’ aynı otelde geçiyor; dünya prömiyerlerini Berlin’de yaptı. Gümüş Ayı Jüri Ödülü’nü kazanan film Portekiz’in kuzey sahillerinde bir otelin işletmecisi olan birkaç kuşaktan kadınları izliyor. Joao Canijo İstanbul Festivali’nin Uluslararası Yarışması’nda jüri başkanlığı yapacak.

Berlin'de En İyi Görüntü Ödülü’nü kazanan ‘Disco Boy’da Franz Rodowski’nin canlandırdığı Belaruslu Alexei Fransız pasaportu almak amacıyla Yabancı Lejyonu’na yazılır. Film bilinmeyene, insanın ruhunun karanlığına dalarken yönetmen-senarist Giacomo Abbruzzese’nin mizanseniyle saykodelik, gizemli bir hal alır.

Berlin’de ödül listesine giremeyen filmlere gelince… Margarithe Von Trotta’nın ‘İngeborg Bachmann, Çölün Kalbine Yolculuk / Reise İn Die Wüste’ adlı biyografik filminde, Avusturyalı şair ve yazar Vicky Krieps var. Film Bachmann’ın yazdığı metinlerle yetinmiyor, başkarakterin İsviçreli yazar Max Frisch ile tutkulu ilişkisini, Berlin ve Zürih’ten Mısır’a yaptığı zorlu yolculuğu beyaz perdeye aktarıyor. Amerikalı yönetmen-senarist Ira Sachs’ın ‘Pasajlar / Passages’ı, Paris’te bir kulüpte temellerini atan olağandışı bir aşk üçgenini ve kahramanlarını izliyor. Oyuncu kadrosunda Rogowski ve Adele Exarchopoulos var.

42. İstanbul Festivali programında 134 uzun, 29 kısa metrajlı filmi var. İlkbaharın müjdecisi sayılan bu festivalin sinemaseverlere zengin sürprizler sunması temennisiyle, yazımı noktalıyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün