Işığın ikili doğası

Avrupa´nın en önde gelen bilim adamlarından bazıları, filozof ve ilahiyatçılarla her şeyin kökeni hakkında bir tartışma başlattı. İsviçre´nin Cenevre şehrinde meydana gelen olay, evrenin nasıl başladığına dair din ve bilim arasında bir ´ortak zemin´ arayışı olarak tanımlanıyor.

Moşe PASENSYA Kavram
15 Mart 2023 Çarşamba

Cenevre yakınlarındaki Fransa-İsviçre sınır bölgesinin altında yer alan, Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü CERN, parçacık hızlandırıcısı Büyük Hadron Çarpıştırıcısının evidir; dünyanın en büyük bilimsel laboratuvarlarından biridir. Misyonu, evrenin bileşenlerinin ve yasalarının keşfidir. CERN’in giriş kapısında sizi ‘Şiva’nın heykeli’ ile ‘kadim İbranice yazıtlar’ karşılar.

Bir bilim yuvasının dini motiflerle bağlantısı ne olabilir?

“Einstein, ‘bir ışık huzmesine binmek nasıl olurdu?’ gibi bir çocuğun soracağı türden sorular sorarak başladı.”

Teosofi Cemiyeti’nin kurucu üyelerinden, teistik bir mistik ve büyük bir simyacı olan Dr. Seth Pancoast, “Isaac Newton, Kabala çalışmaları yoluyla fiziksel yasaların (yerçekimi ve itme kuvvetleri) keşfine yol açtı” diye yazar.

Harvard'da öğretmenlik yapan Brandeis Üniversitesi Fahri Profesörü Amerikalı Tarihçi Frank E. Manuel, ‘The Religion of Isaac Newton’ adlı kitabında, “Isaac Newton, Moşe'nin (Musa Peygamber’in) tüm bilimsel sırların bilgisine sahip olduğuna ikna olmuştu” diye ifade eder. 

Işık neden Tanrı'nın gözde bir sembolü?

Belki de ışığın kendisi görülemediğinden... Başka şeyleri görmemizi sağladığında onun varlığının farkına varırız. Aynı şekilde Tanrı'yı göremeyiz ancak Tanrı'nın varlığının farkına vardığımızda onu hissederiz.

Küçük bir ışık, büyük karanlıkları dağıtır.         

Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri (Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica) adlı Latince kitabıyla klasik fizik mekaniğinin temelini oluşturan Isaac Newton ışığın, parçacık olduğunu savunmuştu.

Daha sonraki yıllarda mikroorganizmaları keşfeden, ilk defa ‘hücre’ terimini icat eden, bilim adamı, doğa filozofu, Mimar Robert Hooke ışığın dalga şeklinde hareket ettiğini ileri sürecekti.

Mısıroloji alanlarında önemli bilimsel katkılarda bulunan, Rosetta Taşı’nın deşifre çalışmalarının önünü açan Thomas Young ise her iki bilim adamının da yanıldığını ispat edecekti (Çift yarık deneyi ile). Işığın ikili doğası vardı. Işık hem bir parça hem de bir dalga şeklinde hareket ediyordu. Yani bir gözlemci olduğunda hareketini değiştiriyor ve kendi doğasını görmemize izin vermiyor.

Işığın kendi zekâsı mı var?

Işık, fiziğin temelidir. Işık, enerji, varoluşun parametrelerini tanımlar. Nükleer fizik daha çok proton ve nötron gibi parçacıklara odaklanırken, daha kapsamlı olan kuantum ise evreni enerji alanlarıyla tanımlıyor. Dolayısıyla fizikçiler maddenin kökenini sorguluyor. Madde özünde parçacık mı, yoksa enerjiden mi oluşuyor?

Sean M. Carroll gibi fizikçiler ve Yahudi kökenli Brian Greene gibi sicim teorisyenleri enerjiden yanayken, kara delikler olarak bilinen kozmik yerçekimi alanları üzerindeki çığır açıcı çalışmalarını aslında Princeton'da doktora öğrencisi, Yahudi bir aileye doğmuş Teorik Fizikçi Jacob Bekenstein’a borçlu olan ve ilk başta, hatasını kabul etmekten korkarak bunu gizleyen Stephen Hawking gibi fizikçiler yanıtını bilmedikleri bu soruyu es geçiyor veya Madde hem parçacık hem dalgadır sebebini de bilmediğimize göre sus ve hesapla” diyorlardı.

Aslında sordukları şuydu: Matematik doğayı açıklayan evrensel dil midir, yoksa tıpkı İngilizce ve Çince gibi gerçekliği açıklamak için kullandığımız dillerden sadece biri midir? Özetle matematik doğadan mı türer (Platonculuk), yoksa insan aklının doğayı anlamak için uydurduğu bir dil mi? (Objektif Realistler).

Kısacası etkileşimler parçacıklardan türemiyordu; parçacıklar etkileşimlerden türüyordu. 

Daha rahat kavranabilmesi için şöyle bir örnek verebilirim: Büyük Hadron Çarpıştırıcısında, çarpıştırılan parçacıkların birer kol saati olduğunu düşünelim. Bu kol saatlerini çok yüksek hızda birbirleriyle çarpıştırdığınızda ne olmasını beklersiniz? Ortama zemberek, dişli takımı, maşa, kadran, çarklar gibi saatin mekanik parçalarının saçıldığını varsayarsınız. Oysa ulaşılan gerçek bambaşkaydı. Ortama yeni saatler yayılmıştı. Veya futbol toplarını çarpıştırıp voleybol topu elde etmeye benzetebiliriz.

Konumuza dönersek bu önemsiz bir keşif değildir, çünkü parçacıklarla dalgalar birbirinin zıddıdır. Parçacık, çok küçük bir hacimle sınırlı bir oluşumken, dalga çok geniş bir alana yayılmaktadır. Işığın nasıl olup da hem bir dalga (enerji alanı), hem de bir parçacık (münferit bir birim) olabildiği, bilimin şimdiye kadar karşılaştığı en büyük muammalardan biri olmaya devam etmektedir. Paradoksa rağmen bu gerçek tekrar tekrar kanıtlanmıştır.

Hatırası mübarek olsun hocam Rabi Yishak Bilman’la birlikte uzun yıllar önce kadim bilgelik üzerine çalışmaya başladığımda beni en çok zorlayan şeyin paradoks fikri olduğunu anımsayabiliyorum. Fizik bilimi (kuantum) kendi matematik denklemine olasılıkları da dahil ettiği gün önü açıldı. Bugün bilim matematiği sadece bilinenlerle yol alınamayacağını kabul etmek zorunda kalmıştır.

Oysa çok şaşırtıcı bir gerçek de şu ki, bilim ışığın önemini keşfetmeden uzun zaman önce, Yahudi Kadim Bilgeliği ışık (Or) kavramını Tanrı’nın nihai ‘Tezahürünü’, yani İlahi Aktarım’ı tanımlamak için kullanmıştı.

Varoluş denen şey İlahi Düzey’den gelen ‘ışık’tır. Ve fizik biliminin sonradan keşfedeceği gibi, Yahudi mistisizmi ışığın bu ikili doğasını çok önceden biliyordu.

Işığın dalga boyutunu manevi ışığa benzetebiliriz. Bilimsel olarak Çift Yarık deneyine bir gözlemci dâhil edildiğinde ışığın hareketini değiştirmesi (gizlemesi) bu nedenledir.

“Işık ile bir giysi gibi örtünürsün, gökleri perde gibi yayarsın” (Mezmur 104:2).

Işığın parçacık (foton) boyutu ise Manevi Işığın prizmadan geçtikten sonra kırılarak gökkuşağı misali renklere ayrılması şeklinde düşünülebilir. Her birimiz bu renklerden birini fiziksel ışık şeklinde deneyimleriz. Bu nedenle aynı yere bakmamıza; birbirimize benzememize ve zorda kalınca diğerimizden destek almamıza rağmen her birimiz o ışığı farklı renklerde görürüz. Başka yazılarımda bu konuya daha detaylı değineceğim.

Işık, maddeyi (fiziksel olanı) ve maddesizliği (İlahi olanı) kendi bünyesinde birleştirdiği halde kendi varlığı (madde) yoktur. Bu nedenle ışık her zaman kaynağını yansıtır. Şayet foton parçacıkları gerçek madde olsaydı güneş ışığı her yüzümüze vurduğunda yumruk yemiş gibi olmamız gerekirdi.  

Yahudi kadim bilgeliği İbranice ‘bittul/ kendiliksiz’ olarak ifade edilen durumu, (hali) ışığın bu şeffaflık şekli ile betimler. Işığın, kaynak ile, aydınlattığı yer arasında araya girip engel teşkil edecek bir ‘varlığı’ olmadığından daima kaynağın en derin ‘özünü’ yansıtır. Işık, bütün paradoksal özellikleriyle, yaradılış sürecini anlamak için kullanılabilecek en iyi benzetmedir.

Gerçek olduğuna kuşku olmayan, ancak bir şekli ve varlığı yokmuş gibi görünen ışığın arz ettiği paradoksu inceleyerek daha büyük bir paradoksa yaklaşabiliriz.

İçinde yaşadığımız evrende Tanrı birliğinin paradoksu 

Işık hem ilahi olanın saf bir tezahürü, hem de mantığımız sayesinde, Tanrı’nın eylemlerini deneyimlememizi sağlayan bir benzetmedir. Her şeyde olduğu gibi; İnsan ışık gibi bir beden (parçacık) ve bir ruh (dalga) boyutuna sahiptir. Öyleyse, ışığın dalga/parçacık özelliğinin kökeni / kaynağı nedir?

Yahudi Kadim Bilgeliği yaşam dengesinin ışık ve kap (İbranice Or ve Keli) / dalga ve parçacık arasındaki hassas dansa bağlı olduğunu açıklar. Aynı dansı Hindular, Şiva’nın Yaşam ve Ölüm Dansı ile bilim insanı Thomas Young ise ‘ışığın dansı’ olarak betimler.

Bu kozmik dans, birbirine zıt olan ve başlangıçta birbirine direnen bu iki gücün; madde ve ruhun, biçim ve işlevin birbirine uyumlanmasını gerektirir; sonunda bir bütün olarak birleşmeyi öğrenirler.

Ancak, asıl büyük ikilem hâlâ çözümlenmemiştir. Bu sadece ezoterik bir ikilem değildir, hayatımızdaki bütün önemli kararları ve çatışmaları etkileyen bir çelişkidir.

Madde ile ruhu, dışsallık dediğimiz eylemlerimizle, içsellik olarak adlandırılan ilahi tarafımızı gerçek anlamda birleştirmek mümkün müdür?

Bu paradoksu çözmek için, mistik bilgeler bize aslında ışığın ve kabın aynı kaynaktan, Tanrı’dan geldiğini öğretiyorlar. Bu nedenle ışık ve kap, birbirini dışlayan güçler değildir.  

Bu noktada, ışığın ‘dalga’ ve ‘parçacık’ özelliklerinin hayret verici kökenini anlamamız gerekmektedir.

Bilgeler, ışığın iki boyutlu tezahür ettiğini açıklamaktadır. ‘İçeriye doğru’ ve ‘dışarıya doğru’ akan bir ışık vardır. Yani yansıtan ve alıkoyan enerjiler halindedir.  İbranice bunlara ‘Or Sovev / Saran Işık’ ve ‘Or Maamale / Dolduran Işık’ denir. 

Saran, çünkü dalga şeklinde hareket eden ışık bir engelle karşılaşınca kırılır ve engelin etrafından dolanarak (sararak) yoluna devam eder. Dolduran, çünkü ışık parçacık gibi davrandığında ve bir engelle (nesne) ile karşılaştığında fotonlar (ışık kuantası) nesneye nufuz eder.

Saran ışığı, ‘Kalbe dokunan ve ruhumuzu ışıkla dolduran’ yönü, dolduran ışığı da ‘Yaratılmış her şeyin merkezinde yer alan’ yönü olarak ifade edebiliriz. Bunlar İlahi Tecellinin farklı yönleridir. Bizler bunları aşkın (İlahi) ve içkin (fiziksel) yaratılış şeklinde algılıyoruz.

İbranicede ‘aşkın’ın (סוֹבֵב) sayısal değeri 70'tir ve bu aynı zamanda ‘gizem’in (סוֹד) sayısal değeridir. Bilim bunu ışığın dalga hali olarak keşfetti. Yani ışığın bir gözlemci olduğunda hareketlerini gizleyen boyutu.

‘İçkin’in (מְמַלֵא) sayısal değeri 111'dir ve bu aynı zamanda ‘harika’nın (פֶּלֶא) sayısal değeridir. Ve bilim bunu ışığın parçacık hali olarak tanımlıyor. Dünyaları inşa eden ışık.

Aşkın ışığa doğru yükseldikçe gizemlerin açığa çıkışı daha derin olur. Tanrı'nın içkin ışığı ise O'nun yeryüzündeki Krallığını / Tanrı'nın Kendi’sini ortaya çıkarır.

Işıkla ilgili bu tartışmalar, pratik açıdan ne anlama geliyor?

Işığın niteliğini anlasak da anlamasak da konuyla ilgilensek de ilgilenmesek de ışığın bu iki boyutu hayatımızı belirliyor ve şekillendiriyor. Dalga ve parçacık arasındaki denge, hayatınızı ve ilişkilerinizi düzeltmenize yardımcı olabilir.

Nasıl mı? Bütün sorunlarımız, iki güç arasındaki mücadeleye dayanıyor.

Dünya üzerinde zaman zaman gerilim yaşamayan bir insan var mı? Örneğin, ev hayatı ve kariyer veya sahip olduğumuz standartlar ile ve çevrenin talepleri veya hayatta kalma ihtiyacı ile aşkınlık arzusu arasındaki çatışmayla kim mücadele etmez(ki)? Hangimiz sosyal baskı nedeniyle idealizmden taviz vermedik? Genellikle bu mücadeleler kaygıya ve diğer duygusal zayıflama biçimlerine yol açar. Hayatımızdaki bu kaygıyı ortadan kaldırmak için ne yapardık?

Tüm gerilim, birbirine sürtünen bu ikili kuvvetten kaynaklanır. Hayatımızda tek bir güç olsaydı, kaygıya yer olmazdı. 

Dengesizlik, birbiriyle eşitsizlik durumunda olan iki şey anlamına gelir. Ve bu ajitasyona neden olur. Bu başka bir yerde olmayı arzularken bulunduğunuz yerde olmanın bir sonucudur.

O halde ya heves etmeyi bırakacağız böylece kaygı kalmayacak ya da elde edemeyeceğiniz şeyler için de kaygılanacağımız gerçeğine boyun mu eğeceğiz?

Bilgeler, üçüncü bir çözümün olduğunu gösteriyor. Hayatımızdaki çatışmaların, birbiriyle uyum içinde olan güçlerden kaynaklandığını, ancak bir nedenle kaynaşmalarının koptuğunu ve birbirlerine karşı döndüklerini anlamakta yatar.

O halde dengenin sırrı, hayatımızdaki farklı güçlerin içinde yatan ritmi keşfetmekte yatar. Dans gibi, hayat kadansla ilgilidir; dalgalanmalar, dalgaların yükselişi ve kırılma anında nasıl gezinileceğini öğrenmekle ilgilidir.

Mevcut durum ve arzu ettiğiniz durum, bencillik ve özverilik; hayvani ruh ile İlahi ruh arasındaki sürekli mücadelesinde kendini gösterir. Dalga ve parçacık gibi. Bunların sadece dini kavramlar olduğunu düşünmeyin. Yerçekimi yasası kadar katı bir şekilde işleyen ve insan davranışını yöneten yasalardır. Bu yasaları hayatın herhangi bir alanında göz ardı ettiğimizde, hakikatten (özünüzden) uzaklaşır ve kaosla mücadele ederiz. Özümüzde sahip olduğumuz kutsal kıvılcımın (netsisot) henüz uyuyor olması ile ilgilidir.

Kutsal Kitap (Tora) sadece bir kanun kitabı değildir. Manevi bir dünyadır. Bunu derinlemesine inceleyen kendisine manevi ışığı çeker ve bu âleme giriş hakkı kazanır. Bu olmadan, göreceğimiz tek şey olayların fiziksel tarafı olacaktır.

Tanrı ‘ışık olsun’ dedi ve ışık var oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü; Tanrı ışık ve karanlığı birbirinden ayırdı.

Tanrı ışığa ‘gündüz’ adını verdi ve karanlığa ‘gece’ adını verdi; akşam oldu ve sabah oldu; bir (ehad) gün. (Yaratılış 1:3-5)

Tanrı'nın içkin ışığının harikasıyla büyüyelim ve kendimizi O'nun aşkın ışığının sırrıyla dolduralım. (Amen)

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün