Mahşerin 4 atlısı

´KULÜBEYE TIKLAT´ Shyamalan´ın dönüşünü müjdeliyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
15 Şubat 2023 Çarşamba

İnişli çıkışlı kariyerinde çizdiği zikzaklarla tanınan yönetmen, umutsuz, iç karartıcı, tüyler ürpertici, distopik bir öykü anlatıyor. Filmde üç kişilik bir ailenin hayatı, dört yabancının istilasıyla kabusa dönüşüyor. Metafor yüklü film, homofobi, bireycilik, raydan çıkan dünya üzerine izleyiciyi düşünmeye davet ediyor.

‘KNOCK AT THE CABIN’

Yön: Night Shyamalan

Sen: N. Shyamalan - Steve Desmond - Michael Sherman Gör: Jarin Blaschke

Müz: Harris Stefansdottir

Kur: Noemi Katharina Preiswerk

Oyn: Dave Bahtista - Jonathan Groff - Ben Aldridge - Nikki Amulka-Bird - Rupert Grint - Kristen Cuil - Abby Quinn

Kulübeyi Tıklat /Knock At The Cabin’, 1970 Hindistan doğumlu ABD’li yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu, yapımcı, korku sinemasında iz bırakan Night Shyamalan’ın son filmi. Korku-gerilim türünün kült örneklerinden biri olan ‘6. His / The Sixth Sense’ (1999) başyapıtına imza atan yönetmen, provokatif, dehşet verici dramatik gerilimleriyle türün ustaları arasına girdi. Dönemin sinemasında ‘sürpriz son’ kavramının öncüsü olan ‘6. His’, ardından gelen birçok yapıtı etkiledi. Filmde geçmişinde bir saldırıya uğramanın travması yaşayan bir doktor, hastası küçük bir çocuğun kimseyle paylaşmadığı bir sırrını öğrenir. Bu sır ikilinin hayatında fırtınalar koparacak bir kırılma noktası olur.

Senaryo inandırıcı değil

Ancak son iki filmi ‘Zamanda Tutsak / Old’ (2015) ve ‘Glass’ (2019) gibi seviyesiz filmleri Night Shyamalan’ın istikrarsız bir yönetmen olduğunu ortaya koydu. ‘Ölümsüz / Unbreakable’ (2000), ‘Köy / The Village’ (2004), ‘The Visit’ (2015) Shyamalan’a ün kazandıran filmler. Bol sürprizli senaryoları, ters köşe finalleri, dinsel motifler taşıyan, aile birliğinin öneminin vurgulandığı filmleriyle ilgi çeken Shyamalan’ın en büyük zaafı kariyerinde çizdiği zikzaklar. Kariyerinde bir gerilemenin sinyalleri veren bu filmlerin ardından gelen ‘Kulübeye Tıklat’ genç yönetmenin etkileyici ve başarılı bir filmi. Konusu dört duvar arasında, kapalı bir mekânda geçen film teatral yapısıyla da övgüyü hak ediyor. Ancak yönetmenin dönüşünü müjdeleyen bu filmin, inandırıcı olamayan senaryosuyla, kariyerinin en başarılı yapıtları arasında yer alacağını düşünmüyoruz.

‘Kulübeye Tıklat’, keyifli başlayan tatilleri, kapılarında dört yabancının bitmesiyle kâbusa dönen bir ailenin hayatına odaklanıyor. Filmin senaryosu Paul Tremblay’ın 2018’de yazdığı çok satan korku kitabı ‘Dünyanın Sınırlarındaki Kulübe / The Cabin At The End Of The World’ünden uyarlandı. Tremblay kıyamet temalı kitabını yazarken muhakkak ki Michael Haneke’nin ilk dönem başyapıtı ‘Ölümcül Oyun / Funny Games’ten (1997) esinlenmiştir. Filmde anne-baba ve küçük oğullarından oluşan üç kişilik bir aile, tatil yapmak amacıyla geldikleri gözlerden ırak göl kenarındaki bir evde, masum görünüşlü iki gencin beklenmedik ziyaretiyle kendilerini bir kâbusun içinde buluyordu. Haneke bu unutulmaz, burjuvaziyi eleştiren filmiyle, rahatsız edici, ürkünç sinemasının ilk sinyallerini vermişti.

Night Shyamalan ‘Köy’den bu yana ‘Kulübeyi Tıklat’ ile en iyi filmine imza atıyor. Şaka gibi bir kâbus yaşayan üç kişilik ailenin gerilimli öyküsüyle yönetmen, ‘bende hala iş var’ sinyalini veriyor. Film, dehşet atmosferini tüm filme yayan, gerilim tansiyonu hiç düşmeyen, izleyicinin kalp atışlarını hızlandıran fantastik bir bilimkurgu. Sakin orman evinin beklenmeyen dört misafiri, Hıristiyanlıkta kıyamet alameti olarak çıkacağına inanılan, kıyamet felaketlerini getirecek ‘Mahşerin 4 Atlısı’nı akla getiriyor. Dünyanın gidişatına dair yorum getirme iddiasını taşıyan, maneviyat, inanç konularına meraklı Shyamalan, bu kez Yeni Ahit’teki Apokalips (Kıyamet) bölümünden referans alıyor.

Night Shyamalan filmini “Bir modern zaman İncil hikâyesi” olarak tanımlıyor. “Kulübeyi Tıklat, bizim için bu devasa küresel İncil hikâyesini bir ailenin deneyimi üzerinden deneyimlemek bizim için inanılmaz bir fırsat” iddiasında bulunuyor. Yönetmen ‘Sophie’nin Seçimi’ benzeri korkunç bir film yapmakta zorlandığını itiraf ediyor. Ancak filmin finali ‘Sophie’nin Seçimi’ne benzer bir fedakârlığa değer mi sorusuna cevap getirmiyor.

Shyamalan, kariyerinin tartışmasız en umutsuz, iç karartıcı, tüyler ürpertici ve nihilist filmiyle dünyanın farazi sonunu önlemek için, üyelerinden birini feda etmeye zorladığı bir ailenin imkânsız seçimini zekice sergiliyor. Yönetmen bizi inançlarımızı sorgulamaya zorlayan bu ürkütücü, nefes kesici filmiyle, bizi çok güncel dünyanın sonu fikriyle karşı karşıya getiriyor. Metafor yüklü film, homofobi, bireycilik, raydan çıkan dünya üzerine izleyiciyi düşünmeye davet ediyor. Ve şu soruyu sordurtuyor: “Tüm insanlık tehlikede iken bir hayatın değeri nedir?” Film, insanlık için yaşamalıyız ve insanlık için fedakârlık yapmalıyız mesajını taşıyor.

Birbirini tanımayan, değişik meslekten dört yabancı tarafından rehin alınan aile, tümünün aklında ortak bir kehanet olduğunu öğreniyor: aile, üyelerinden birinin ölmesi için seçmezse dünyanın sonu gelecektir. Dört yabancının delirmiş ya da haklı olması sorunu çözmez. İki senaryo da korkutucudur. Uzun zamandır birlikte yaşayan eşcinsel çift, Eric (Jonathan Groff) ile Andrew (Ben Aldridge), evlatlık kızları Wen (Kristen Cui) ile birlikte New Hampshire kırsalındaki göl kenarındaki ücra bir kulübede tatile çıkar. Onların hayatı, silahlı dört yabancı tarafından rehin alınmasıyla bambaşka bir hal alır.

Beklenmeyen misafirler

Çete lideri Leonard (Dave Bautista) eski bir spor öğretmenidir. Siyahi hemşire Sabina (Nikki Amuka-Bird), eski mahkûm Redmond (Rupert Grint), bir Meksika lokantası aşçısı Adriane (Abby Quinn) grubun elleri silahlı diğer elemanlarıdır. Zorba misafirler, bebekken evlat edindikleri Wen dâhil, üç kişilik ailenin bir bireyi feda edilip öldürülmesi kararının alınmasını şart koyarlar. Leonard, birer iskemleye bağladıkları iki erkeğe, “Biz de sizler gibi normal insanlarız, yaklaşan kıyameti önlemek size bağlı. Üçünüzden birini kurban olarak seçmelisiniz. Seçim sizin. Kabul etmezseniz dünyanın sonunun gelmesiyle hepimiz öleceğiz” der.

Dış dünyayla bağlantıları olmayan aile üyeleri, her şeylerini kaybetmeden önce zor bir karar vermek zorundadır. Karşı çıkan Andrew’un “Siz felaket tellalısınız. Anlattıklarınızda bir mantık yok” savı geçersiz olur. Dörtlü çetenin rehineleri ikna etmek için korkunç yöntemleri vardır. Ciddi olduklarını ispat için sırasıyla aralarından birini öldüreceklerdir. Film geriye dönüşlerle üçlü ailenin mutlu günlerini, neşeli anlarını perdeye getirir. Ancak TV haberlerinden Pasifik’te başlayan su baskınlarını, tsunami ile sahilleri yutan dev dalgaları, depremleri, sebepsiz sapır sapır yere çakılan uçakları izleriz. “Bizlere inanmak zorundasınız” diyerek kararlılıklarını ortaya koyan zorbaların birbirleriyle internet ortamında tanıştıklarını öğreniriz.

Temiz yüzlü aşçı Adriane “Benim de Charlie adlı bir oğlum var. Onun hayatını kurtarmak sizin elinizde” diye yalvarır. İki tutsak erkeğin direniş göstermeleri karşısında Leonard zeki manevralarla aralarının açılmasını sağlar. Başlangıçta aralarından birinin kurban olarak seçilmesi talebine inanmayan rehineler, dünyanın dört bir tarafından gelen ani kıyamet olaylarını TV’de izledikten sonra, kendilerinden istenen fedakârlık fikrinin gerçeklik payı olduğuna kanaat getirir. İnsan hakları avukatı Andrew kendilerine bir kumpas kurulduğunu söylerken, hayat arkadaşı Eric gelişen olaylardan etkilenip partnerine karşı çıkar. Film Eric üzerinden, ‘insanlık için yaşamak, insanlık için fedakârlık yapmalıyız’ mesajını verir.

Oyuncu kadrosuna gelince: Night Shyamalan’ın Alfred Hitchcock’tan ödünç aldığı bir hobisi var; filmlerinin en az bir sahnesinde kendini göstermek. Kimi filmlerinin senaryosunu yazarken kendisinin canlandıracağı bir karakteri oynayan Shyamalan’ı bu kez bir televizyon yemek programında görüyoruz. Dev cüssesi sayesinde sinemada önemli rollere soyunan, eski güreşçi Dave Bautista, çocuk ruhlu öğretmen Leonard rolünü inandırıcı kılıyor. ‘Dune’dan sonra aktörü ‘Knives Out: Glass Onion / Gizemli Bir Serüven’de izledik.                                                 

Hikâyenin merkezindeki iki babayı canlandıran Ben Aldridge ve Jonathan Groff’un escinsellikleri konunun bir parçası, ama konu o değil. Cinsel yöneliminden dolayı gençliğinde yaşadığı fiziksel saldırının travmasını yaşayan Andrew’da, deneyimli İngiliz aktör Ben Aldridge var. Harry Potter serinden tanıdığımız Rupert Grint, ‘Küçük Kadınlar’da izlediğimiz Abby Quinn, Shyamalan ile önceleri Zamanda Tutsak / Old’da çalışan Nikki Amulka-Bird filmin diğer başarılı oyuncuları. Wen rolü için sayısız aday arasından seçilen 8 yaşındaki Çinli-Amerikalı Kristen Kui müthiş bir çocuk oyuncu.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün