“Ben bir insanım!” Fil Adam ve insan olmanın koşulları

John Merrick´in gerçek hikayesi, 1980 yılında David Lynch tarafından yapılan The Elephant Man, yani ´Fil Adam´ isimli filme konu oldu. Victoria devrinde geçen film, onun kafasının üzerindeki anomaliler yüzünden yaşadığı zorlukları ve sürdürdüğü sıkıntılı hayatı konu alıyor.

Aaron Cem BEHAR Sanat 1 yorum
25 Ocak 2023 Çarşamba

Küçük bir yaşta annesini kaybettikten sonra babası tarafından terk edilen Merrick, bir sirk sunucusunun merhametine kalıyor. 21 yaşına kadar sirklerde sunulup alaya alındıktan sonra Sir Anthony Hopkins tarafından canlandırılan cerrah Frederick Treves tarafından keşfedilip, Londra Hastanesine yatırılıyor. Hastanenin yöneticisinin, normal bir insan gibi yetiştirilmediği için oldukça primitif halde olan Merrick’i ‘tedavi edilemez’ diyerek reddetmek istemesine rağmen Treves onu orda tutmak için savaşır ve sonunda bunu başarır. Treves, görev tarifinin dışına çıkarak Merrick’i eğitmeye, ona dünyayı, hayatı tanıtmaya çalışır; Merrick için çok değerli bir insana dönüşür.

Peki geri kalanı boyunca bu deformasyonun sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak olan Merrick’in hayatının anlamı ne? Bir taraftan, onun normal bir hayata sahip olmasının neredeyse imkansız olmasından dolayı kaçınılmaz sonunu beklemek dışında bir seçeneği olmadığını düşünebiliriz. Bu nihilist bakış açısı, Merrick’in ilk başta Londra Hastanesinden reddedilmesinin sebebi. Hastane müdürü Merrick’in İncil’den ezberlediği pasajları dinleyip bu konuya ilgisini duyduktan sonra ise onun tedavi edilmesini kabul ediyor. Merrick’in bir insan olmasına rağmen belli insansı özellikler gösterene kadar insansı bir muamele görmemesi, onun hayatının kendi şanssız durumu yüzünden daha az değerli olduğu gibi bir olgu yaratıyor. İnsanların, sadece insan olduklarından dolayı kendilerinde bulunan bir değere sahip oldukları felsefesine karşı gelen bu aldatıcı olgu günümüzde oldukça yaygın. Parası olan, göze güzel görünen insanın, genel anlamda diğerinden daha değerli görülmesi gerçek bir problem. Peki, bütün bu yüzeysel değerler aşıldığında bile her insan, sadece insan olduklarından dolayı eşit bir değere mi sahip? Kendi annesinden bahsederken Merrick, dış görünüşünden dolayı kendisinin annesinin gözünde büyük bir hayal kırıklığı olduğunu düşündüğünü belirtiyor. Buna karşılık o sırada muhatabı olan, Doktor Treves’in eşi, ‘onun kadar aşk dolu bir çocuğun asla bir hayal kırıklığı olamayacağı’ndan bahsediyor. Buna göre bir insanın değeri dış görünüşünden değil, kalbinde olan duygulardan geliyor. Film boyunca da gördüğümüz üzere, parası bol, görünüşleri kötü olmayan veya basitçe, kafaları insansı orantılara sahip bazı insanların bile, Merrick’ten daha insansı görülmeyi hak etmediklerine şahit oluyoruz.

Birçok psikolog ve filozof, insanların başkalarına davranma şekillerinin, onlara nasıl davranıldığıyla alakalı olduğunu farz ettiler. Kendisine kötü davranılan biri bunu normal görerek veya kendilerinin görmedikleri iyiliği başkalarının da hak etmediklerini varsayarak başkalarına da kötü davranabilir. Ya da tam tersine, başkalarının kendi çektikleri acıyı çekmemelerini isteyerek başkalarına daha iyi davranabilir. John Merrick, bunun tamamen insanların kendi kalplerinin temizliğine bağlı olduğunu gösteriyor. Bir insanın başkalarına davranış biçimi onun kalbinin temizliğinden ileri gelir ve kendi acısını başkasından çıkarmasının bir anlamı yoktur. O, bir insanlık aşkı ile dolu. Doktor Treves’in ve eşinin ailesinin fotoğraflarını gördüğünde güzelliklerine hayran kalıyor. Bu sırada yönetmen seyirciye bu insanların yüzlerini göstermiyor, çünkü bizim yüzeysel bir güzellikten çok, John Merrick’in hissetme yeterliliği olan sevgiye konsantre olmamızı istiyor. Film boyunca tanıştığı herkese son derece nazik davranan Merrick, bir tren istasyonunda görünüşü yüzünden tacize uğradığında ise, aynı masum değerlerle, “Ben bir hayvan değilim! Ben bir insanım!” diye isyan ediyor. Tabii ki ‘hayvan’ terimini hayvanların insandan daha kötü bir muameleyi hak ettiğini düşündüğünden değil, insanlığını vurgulamak amacıyla kullanıyor. Bu noktada Merrick, o zamana kadar isyan etmek için fazla nazik olmuş olmasına rağmen, kendi insanlığını beyan ederek sadece dışa dönük bir feryatta bulunmuyor, aynı zamanda kendine kendi değerini bildirmiş oluyor. O, dünya onu ne kadar sevmemiş ise de onlara hiç zararı dokunmamış olan bir insan ve bundan daha düşük bir seviyede davranılmayı hak etmediğini anlamış ve anlatmış oluyor.

Filmin başında, John Merrick’in başının olağanüstü kütlesi yüzünden sırtüstü uyuması sonucunda öleceği ve bu sebeple dik bir pozisyonda uyuduğu belirtiliyor. Filmin sonunda, bir opera dolusu insana tanıtılıyor ve cesareti sebebiyle ayakta alkışlanıyor. Sonrasında John Merrick, hayatında ilk defa normal bir insan gibi sırtının üstünde uyuyarak hayatını kaybediyor. Bir taraftan, onun hayatında ulaşabileceği en yüksek noktaya ulaşmış olmasından dolayı intihar ettiği düşünülebilir. Fakat ölümünün, sonunda gerçek bir insan olarak uyumasının ardından gelmesinin arkasında farklı bir sebep yatıyor olabilir. O zamana kadar, ne kadar hoşgörü görmüş olursa olsun, günün sonunda dik bir şekilde uyumuş ve bu da onun insan gibi hissetmemesine yol açmıştı. Bu sebeple, onun son uykusu olacak olmasına rağmen kendisini yüzde yüz insan hissetmek amacı ile sırtının üstünde uyuyarak son nefesini veriyor. İnsan muamelesi onda o kadar farklı hisler uyandırıyor ki, ölümüne sebep olacak olmasına rağmen bir daha hiç insan dışı hissetmek istemediğinin farkına vararak bu yolda ölmüş oluyor. Görüyoruz ki, bir insana nasıl davranıldığının onun nasıl hissettiğini fazlasıyla etkileyebilecek olmasına rağmen, bu konudaki gerçek değişim, o insanın kendi kendine yaptığıdır. Bir durumu, yalnızca kendi irademiz ile tamamen aşabiliriz. Aldığımız yardım sadece bizim bu iradeyi kullanmamıza daha çok yaklaştırabilir.

‘Fil Adam’ John Merrick’in hikayesi, onun insanlığının önceleri değersizleşmesi ve zamanla hak ettiği değeri görmeye başlaması bize kendi halimizi hatırlatmalı. Hepimizin insanlığı ve değeri zaman zaman haksızlık görüyor. Hepimizin özümüzde insan olduğumuz gerçeği asla unutulmamalı. Bütün dış etkenler kenara bırakıldığında dünyadaki tek amacımız bu insanlığın vurgulanmasını sağlamak olmalı. Bizi belli duygular hissedebilen, bu duyguları dışarı vurabilen, dünyamızı ve toplumumuzu anlayarak ona katkıda bulunma kapasitesinde canlılar yapan bütün özelliklerimizin sonuna kadar hakkını vermemiz lazım. Ancak bu şekilde dünyada insan olarak varoluşumuzun bir anlamı olur.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün